Bak Şu Konuşana


Dün partisinin Batman'daki mitinginde konuşan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş oldukça sinirliydi. Demirtaş yanındaki, 29 kişinin hayatını kaybettiği Ankara katliamının failinin cenazesine katılıp yeni saldırıları azmettiren "silah arkadaşlarına" bakmadan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na "katliamcı" diye seslendi. Demirtaş'ın Ahmet Davutoğlu'na yönelik konuşmasının devamındaki eleştirileriyse daha absürttü. 
"Sen nasıl bir akılsızsın ki, sen nasıl bir aymazsın ki bugün Kürtlere savaş ilan ediyorsun? Davutoğlu, 'Masayı Demirtaş devirdi' diyor. Herhalde 'Erdoğan devirdi' diyecek cesaretin yok. Zaten sen 'Erdoğan devirdi' desen, kulağından tuttuğu gibi kapıya koyar."
Oslo sürecinden başlayarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Kürtlere Ankara'nın yanlarında olduğunu hissettiren Çözüm Süreçlerinde masaları kimin devirdiğine dair çok fazla açıklamaya gerek yok.
7 Haziran sonrası yüzde 13 oya, Suriye'de ABD'yi arkalarına almalarına, Rusya'nın, Esad'ın ve İran'ın desteğine güvenip "nasıl olsa hükümet de kurulamadı" diyerek silaha sarılanların kim olduğunu herkes biliyor.
Seçimler sonrası KCK yöneticilerinin soluk bile almadan, PKK'nın ve dolayısıyla Demirtaş'ın partisinin resmi yayın organı Gündem'de yayımladıkları "Devrimci halk savaşı başladı" ilanları da şuracıkta duruyor.
O halde gelin biz, Çözüm Süreci'nde bu ülkenin demokratları barış için çalışırken savaşa hazırlananların sözcüsü Demirtaş'ın, Ak Parti'nin iç siyasi dinamikleriyle ilgili söyledikleri üzerinde duralım.
Bunun için de PKK'ya yakın Almanya'daki Mezopotamya Yayınevi'nin geçtiğimiz günlerde çıkardığı "Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa" isimli kitapta yer alan HDP üzerindeki Kandil vesayetinin itirafı niteliğinde bilgilere bakmakta yarar var.
HDP'nin başarısız çıktığı bir seçimin ardından partinin üst düzey yöneticileriyle Abdullah Öcalan arasında şu diyalog geçiyor.
Öcalan "Kim belirledi bu adayları?" diye soruyor. HDP'li İdris Baluken de durumu kurtarmak için "Seçim komisyonunun çalışmalarıyla belirlendi" karşılığını veriyor. Öcalan ısrarla "Kimdir bu seçim komisyonu? Kandil tarafından mı belirlendi, yoksa siz mi belirlediniz?" sorusuna cevap arıyor. Bunun üzerine görüşme heyetinde yer alan HDP'li Sırrı Süreyya Önder de "Kandil belirledi" itirafında bulunuyor. Aldığı cevaba inanamayan Öcalan "Tamamıyla mı onlar belirledi? Parti meclisinde belirlenmedi mi bu komisyon?" sorusu ile HDP'lileri köşeye sıkıştırıyor. İkinci itiraf da Pervin Buldan'dan "Hayır, Parti Meclisi'nde ya da MYK'da belirlenmedi" sözleriyle geliyor.
Toplantı Öcalan'ın "Sizde hiç mi onur yok" yakınışıyla bitiyor.
Evet, Demirtaş ve diğer HDP yöneticileri, bu ülkede parti içi demokrasi konusunda ağzını açacak son kişilerdir.
Başbakan'ın, yönettiği partinin geçtiğimiz günlerde kendisinin de ifade ettiği gibi "Efsanevi lideri" olan Cumhurbaşkanı ile ilişkisi de, siyaset pratikleri açısından son derece meşrudur.
Demirtaş seçilmiş bir siyasi aktör olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi karizmasını, etkinliğini ve yetkinliğini suçmuş gibi diline dolayıp ülkenin başbakanına "kulağından tutarlar" gibi saygısız ifadelerle saldırmadan önce dönüp kendisine ve arkadaşlarına bakmalı. 
"Kimler üç beş keçiye sözü geçmeyecek adamları kulağından tutup Kürt halkının önüne aday diye koymuşlardır" sorusu, iç muhasebeye giriş için iyi bir başlangıç olabilir.

Julian Assange ve Can Dündar




Şunu hatırlatarak başlayayım: Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliye edilmeleri gerektiğini, tutuklanmalarının hem yanlış hem de MİT TIR’ları davasının özünün tartışılmasını engelleyen bir karar olduğunu, iddianameyi zayıf ve zorlama bulduğumu başından beri söylemiş bir gazeteciyim. Tahliye edilmelerine sevindim, bunu tahliyelerinden birkaç saat önce NTV canlı yayınında da ifade ettim. Ancak simsiyah ya da bembeyazlar diyarı olan ülkemde bunları söylemek şunları da söylemeye engel olmamalı: 

Can Dündar maksatlı bir habere imza attı. Bir haber de değil, paralel yapıdan temin ettiği birçok haberi defalarca ve sistematik olarak yaptı. Anayasa Mahkemesi’nin haklı olan tutuksuz yargılanma kararı bu gerçeği değiştirmez! Türkiye’nin IŞİD’e silah taşıdığı iddiası cemaatin önce medya, sonra da Emniyet ve Jandarma kadroları üzerinden yaydığı bir iftiraydı. Bu gün IŞİD’e karşı koalisyonun bir parçası olan, daha da ötesi, IŞİD’in açık hedefi olan Türkiye’yi hâlâ böyle bir iftiraya maruz bırakmak mı ‘zehirlenmeden çıkmanın’ bir parçası?    
Can Dündar’ın tutuklanması ve salıverilmesi bahsinde sıklıkla Julian Assange’a ve Wikileaks’e atıf yapılıyor. Ancak gördüğüm kadarıyla konuyla ilgili ya kafa karışıklığı ya da bilgi eksikliği var. Neydi Wikileaks hikâyesi ve bunun Can Dündar olayıyla bağlantısı nerede? 

Wikileaks’te neler olmuştu?
2009’da Irak’ta görev yapmaya başlayan asker Bradley Manning sivillerin vurulduğunu gösteren bir videoyu Julian Assange’a gönderiyor. Assange görüntüleri yayınlayınca hakkında soruşturma açılıyor. Bu arada Manning elindekileri hacker Adrian Lemo’ya da gönderiyor. Lemo görüntülerden panikliyor ve onu ele veriyor. Bunun üzerine Manning tutuklanıyor. Tutuklanmasından sonra Guardian’dan Nick Davies Julian Assange’a ulaşıyor ve elindekileri Guardian ve New York Times’ta yayınlamasını teklif ediyor. O sırada Assange’ın elinde 390 bin gizli askeri belge var. Anlaşmayı yapıyorlar. Ancak Guardian, Ny Times ve Spiegel belgelerdeki isimleri gizlerken Assange kendi sitesinde olduğu gibi yayınlıyor. Tarih 25 Temmuz 2010. 
90 bin belgeden 75 bini yayınlanıyor. İçlerinde geçen 100 isim Wikileaks sitesinde sansürsüz yer alıyor. Ve böylece askerler ve ABD müttefiklerinin can güvenliği tartışması başlıyor. ‘Wikileaks’in eline kan bulaştı’ tezi yaygınlaşıyor. Beyaz Saray bu iddiayı yüksek sesle dillendirerek Assange’ı hedef almaya başlıyor. Şu tesadüfe bakın ki (!) tam bu sırada yani Ağustos 2010’da İsveç mahkemesi Assange hakkında 2 ayrı taciz ve tecavüz suçlamasıyla tutuklama kararı çıkarıyor. Bunun üzerine Assange Londra’da izini kaybettiriyor. Bütün bunlar ilk perdenin gelişmeleri... Gelelim 2. perdeye:
Afganistan’la ilgili belgeler yayınlandıktan 3 ay sonra, 22 Ekim 2010’da, bu kez Wikileaks Irak ile ilgili 400 000 belge yayınlamak için kolları sıvıyor. Bu defa gönüllü bir redaksiyon grubu kuruluyor. Bu belgelerde ABD’nin elindeki Iraklı esirlere işkence yaptığı var ki bu, Cenevre sözleşmesine göre savaş suçu demek! 

Ve 3. perde
28 Kasım 2010’da bu kez de ABD Dışişleri Bakanlığı’nın gizli birçok belgesini yayınlıyor Wikileaks. O belgeler ise TunusMısırLibya liderlerinin yolsuzluklarını ortaya koyan belgeler! Böylece Arap Baharı’nın fitili ateşleniyor. 
Tüm bunların üzerine Amerika’da çok sert bir kampanya baş gösteriyor. Wikileaks’ten terör örgütüdür diye bahseden senatörler çıkıyor. (Cumhuriyetçi Senatör Candice Miller) Temsilciler Meclisi eski başkanlarından Newt Gingrich ‘Assange’a düşman askeri muamelesi yapmamız lazım’ diyor. Televizyon tartışmalarında ise doz iyice artıyor. Mesela Tom Flanagan adında bir akademisyen Assange’ın öldürülmesine izin verilmesi hatta gerekirse insansız hava aracı kullanılması gerektiğini söylüyor! 10 Aralık 2010’da Assange Londra’da teslim oluyor ve tutuklanıyor ancak kefaletle serbest bırakılıyor. Bu aşamadan itibaren belgeleri verdiği Ny Times’la ve medyanın geri kalanıyla arası açılıyor. Giderek agresifleşiyor ve paranoyaklaşıyor. Sonunda Ekvador Devlet Başkanı’ndan sığınma talep ediyor ve halen bulunduğu Londra’nın Ekvador Büyükelçiliği’ne sığınıyor. 
Kısacası, ABD’de devlet çok daha sinsi ve derin. Assange hakkında ilk aşamada bir soruşturma başlasa da bu belgelerle ilgili bir suçlama yöneltilmiyor. Basın özgürlüğüne gölge düşmesin diye dava açılmıyor ama dört bir koldan sıkıştırılarak hayatı dar ediliyor. (Bunlar olanlar, bizde de böyle olsun diye değil, orayı başka türlü anlatanlara gerçeği hatırlatmak için yazıyorum-na) Öte yandan, belgeleri Assange’a gönderen asker Manning önce Kuveyt’te 2.5 ay bir hücrede tutuluyor, sonra halen bulunduğu Virginia’ya getirilip 1 yıl daha hücre hapsine alınıyor. Uykusuz ve çıplak bırakılarak işkenceden geçiriliyor. Ordu tarafından 22 ayrı suçla itham ediliyor ve mahkemeye çıkmak için 3 yıldan fazla hapiste bekliyor. 


Osmanlı ruhu



2 Kasım 1994... Paris'te tören yapılıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, karşısındaki yazara "Simone de Beauvoir Ödülü" veriyor. Yazarı bu ödüle götüren, İslam dinine yaptığı hakaretler ve saldırılar oluyor. 104 yıl önce ise Paris'te bir başka tören... Büyükelçimiz Esad Paşa elindeki Osmanlı Devlet Nişanını, Fransa Cumhurbaşkanı Carnot'a takıyor. Paris'te Peygamber Efendimize (SAV) ve eşi Hz. Hatice validemize hakaret eden bir piyes sahneye konmak üzere...
Osmanlı Cihan Padişahı Sultan Abdülhamid Han "Kaldırın bu piyesi" diyor. Fransa Cumhurbaşkanı Carnot, derhal kaldırıyor.
Tüm dünya Müslümanlar'ı, coşkuyla İstanbul'a tebrik yağdırıyor. Avrupa'dan Asya'ya her yerde Osmanlı İmparatorluğu'na teşekkür mitingleri yapılıyor. İngiliz idaresindeki Hindistan Müslümanlar'ı dahi meydanlara çıkıyor, İstanbul'a bağlılık mesajları yağıyor.
O dönemde Osmanlı tüm dünyadaki Müslümanlar'ın HAMİSİ... Onun için Asya'dan, Afrika'ya her yerden insanlar oluk oluk Çanakkale'ye şehadet şerbeti içmeye koşuyor. O zamanların süper gücü ve en büyük sömürücüsü İngiltere, Osmanlı'yı yıkmak için varını yoğunu ortaya koydu.
Dünya Müslümanlarının İstanbul'a olan bağlılığını yıkmak için harekete geçti. İslam coğrafyasında fitneleri ve çatışmaları zirveye çıkararak işe başladı. Bugün Afganistan'dan, Ortadoğu'ya kadar ne oluyorsa, 100 yıl önce de aynısı yaşanıyordu. Fitne tohumları ile Müslümanlar, Müslümanlar'a saldırtılıyordu.
Bugün dünya medyasına baktığımızda hergün bıkmadan usanmadan Türkiye'ye saldırıyorlar. Ankara'sız birgün dahi yok sayfalarında. Çünkü Yeni Türkiye rahatsız ediyor onları. Suriye'yi yangın yerine çevirip, Türkiye'nin müdahalesi karşısında öfkeleniyor, teröristlerle bile ittifaklar kuracak noktaya geliyorlar. Ateşkesten bahsediyorlar ama bunu sadece Türkiye'nin teröristlere yaptığı topçu atışını durdurmasını isteyen bir tabloya dönüştürüyorlar. Zulümleri ve döktükleri kan o kadar arttı ki, tüm bölge halkları Osmanlı'nın adaletini ve gücünü hasretle bekler oldu. Bugün bölgede şer gibi gözüken olaylar, hiç merak etmeyin en kısa zamanda "HAYRA" dönüşecek.
34 ülke Ankara'nın "Tek bir ordu" projesine bu yüzden hemen "Evet" dedi.
Osmanlı Ordusu da 34 ülkeden gelenlerden kuruluydu. Rusya düşen uçağına karşılık, Suriye'ye geçecek Türk uçaklarını vurmak için fırsat kolluyor. Oraya bizim dışımızdaki 33 ülkenin uçakları ile girip caydırıcı olursak ne yapabilir? Ve dahası 33 ülkenin uçaklarını Türk pilotları kullanırsa ne olur? Moskova ve Washington'da şimdi bu soruya cevap aranıyor. Tüm zulümler bölgeyi daha hızlı bir şekilde Ankara'ya bağlıyor. Çünkü sadece Ankara, tüm İslam coğrafyasında zulüm çeken, öldürülen, yakılan, aç bırakılan herkesin yanına koşuyor. Sevgili dostum Sadık Albayrak'ın "Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar" adlı kitabında 100 yıl önce Türkiye'ye yapılan yadım çağrılarını belgelerle gündeme getiriyor. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Bolşevik Devrimi sonrasında çok zor durumda kalan Rusya'daki Müslümanlar'a bile nasıl "UN" gönderdiğimizi anlatıyor. Bugün gazımızı kesen Rusya'daki Müslümanlara "UN" gönderen Türkiye, milyonlarca mülteciden tutun Arakan'da yakılarak öldürülen ve can havliyle dağlara kaçan Müslümanlara bile "EKMEK" taşıyor. Arakan'da katillerden kaçan 677 müslüman bir gemiyle Tayland açıklarına gelmiş ancak içeri alınmamıştı.
Tam iki ay Tayland açıklarında gemide su ile beslenerek açlıkla mücadele eden 677 kişi Türkiye'nin girişimiyle ölümden kurtarılmıştı.
677 Müslüman'a "Gemide ölün" diyen Tayland'ın prensesi Maha Chakri Shindhorn hakkkında önceki gün çıkan haber ilginçti.
Arakanlı Müslümanlar'ı gemiye hapseden Tayland Prensesi'nin Kamboçya'ya ziyareti öncesi 19 günlük bir çalışma yapıldı. Tam 40 bin dolarlık Prensese özel 8 metrekarelik tuvalet yapıldı. Çanakkale Savaşı'nda İngilizler'e Boğazı dar ettiğimizde ağlayan ve "Yazık ne güzel İngiliz medeniyeti kapımıza kadar gelmişti" diye yazan Türk görünümlü yazarlar vardı bu ülkede. O İngiliz medeniyeti Hindistan'a gitti ve yönetiyor şimdi. Geçtiğimiz günlerde bir rapor yayınlandı. İngiliz medeniyeti ile yoğrulan 1 MİLYAR 253 MİLYON nüfusa sahip Hindistan'ın yüzde 33'ü tuvalet nedir bilmiyor.
Bugünde içimizde Batı medeniyetleri diye yanan ve Ankara'ya saldıranlar var. Ne yaparlarsa yapsınlar, kime taşeron olurlarsa olsunlar, bölge Osmanlı ruhunu çağırıyor.
Zalimlerin zulmü, o ruhu getirecek.


Bekir Hazar

Savaşınız İslam’la, artık bu gizlenemez



Türkiye, çok yönlü kuşatma, alan daraltma, direnç düşürme hatta küçültme senaryolarıyla karşı karşıya. Geleneksel müttefikleri ve geleneksel düşmanlarının ortak taarruzu altında. İçeriden Kürt milliyetçiliği eksenli terör, dışarıdan çokuluslu koalisyonun tehditleri hatta saldırıları altında. İstiklal Savaşı'ndan bu yana ilk kez bu kadar büyük bir hesaplaşma ile yüz yüze gelen Türkiye iddialarının, coğrafyayı ayağa kaldırma çabalarının, yüz yıllıkvesayeti yok etme mücadelesinin kurbanı yapılmak istenmektedir.

Irak işgaliyle başlayan, Suriye ile devam eden parçalama projeleri artık ülkemizin sınırlarına dayanmış, hatta sınırlarımızın içlerine servis edilmiştir. Yıkım hesapları bir süre sonra Basra Körfeziülkelerine ve Suudi Arabistan'a yönelecektir. Çok yakın bir gelecekte belki Lübnan Suriye savaşının içine çekilecektir.

İntikam saldırısı, ve şehir savaşları

Biz coğrafyamızda ulusüstü yapılar inşa etmeye çalışırken, sınırları belirsizleştirip ortak tarih ve ortak kültürden yeni bir zenginlik üretmeye çalışırken, coğrafyaya kadermiş gibi dayatılan sömürge yöntemlerine son vermeye çalışırken varolan ülke sınırları tartışmalı hale getirilmektedir.

Bu bir intikam saldırısıdır. Öyleyse intikam saldırılarına “acımasız direniş”le karşılık bulacaksınız.

Biz ekonomik entegrasyondemokrasi ve özgürlüklerin yaygınlaşması, ortak savunma ve dayanışma arayışlarını zorlarken, coğrafya liflerine ayrılmakta, şehir savaşlarına hazırlanmakta, bütün ülkeler için parçalama planları yapılmakta, bütün kimliklersavaş gerekçesine dönüştürülmektedir.

Bir süre sonra iç savaşlar değil, ülkeler arası savaş değil, işgaller de değil, şehir savaşlarıyla yüzleşmek zorunda bırakılabiliriz. Öyle uğursuz, öyle alçakça planlar uygulanıyor ki, ülkelerimiz kadar, yüzlerce yıl birarada yaşayan insanlarımızın zihinleri ve kalpleri bölünüyor, yüzlerce yıllık ayrılıkların temelleri atılıyor.

Ya kazanacağız ya küçüleceğiz

Bu proje hiçbir ülkeye has değildir. Küresel ölçeklidir veAtlantik'ten Pasifik kıyılarına kadar, Müslüman toplumların yaşadığı o büyük haritanın tamamını hedef almaktadır. Hiçbirahlaki kriteri olmayan, hiçbir ittifak ilişkisinin etkileyemeyeceği birüst senaryo adım adım uygulanmaktadır.

Coğrafyamızın talihsizliği, krizin ülkelerle sınırlı olduğunun sanılmasıdır. Her ülke özelliğine göre gerekçeler üretilirken,yalanlarla zihinlerimizin rehin alınmasıdır. Bizlere, o yalanların kendi gerçeklerimiz olduğunun dayatılması ve bizlerin bu dayatmalara zaman zaman yenilmemizdir.

Yüzyıllık kurtuluş savaşının son aşamasını yaşıyoruz. Birinci Dünya Savaşı daha bitmedi ve biz yirminci yüzyılı kaybetmeden, daha da güç kazanarak kapatmak istiyoruz. Mücadele bu yüzden çok keskindir, çok yıkıcıdır. Ya kazanacağız ya parçalanacağızYa büyüyerek varolacağız ya küçülerek. Hiçbir şekilde, bugünkü durumda kalmamıza izin vermeyecekler. Ya şehirlerimiz harabeye dönecek, Anadolu alev alev yanacak ya da bütün bu uğursuzrüzgarı tersine çevirip büyük hesaplaşmayı kazanacağız ve tarihin akışını değiştireceğiz.

Biz bu topraklara kaç imparatorluk gömdük

Bu öyle büyük bir kırılma ki, başardığımız takdirde sadece ülkemizin değil, coğrafyanın hatta dünya tarihinin seyrini değiştirecektir.

Anadolu, bin yıllık tarihin en büyük direnişlerinden birine daha sahne olacak. Bir kez daha Haçlı ordularını bu topraklardan uzak tutacağız. Asla umutsuz değiliz, bir kez daha dünya savaşı trajedisini yaşamayacağız. Bütün şehirlerimiz, köylerimiz, tek tek bütün vatansever insanlarımız birer kale olup bu coğrafyadan yeni bir yükseliş dönemi başlatacaktır.

Geçmişimizdeki buhran dönemlerine bakın. Her buhrandan büyük bir güç olarak çıkmayı bilen bir siyasi kültürün, ferasetin, zenginliğin ve dayanışmasının mirasçılarıyız. İmparatorlukların yok olduğu, orduların mahvolduğu bir coğrafyanın insanlarıyız. Sadece Bağdat, sadece Şam kaç imparatorluk gömdü tarihe!

İnsanlık tarihi boyunca küresel ölçekte iktidar arayan bütün imparatorluklar bu coğrafyaya hükmetmeye çalıştı ve coğrafya bu imparatorlukların tamamını yok etti. Yine öyle olacak. Tarih ve medeniyet yine bu coğrafyanın, Anadolu insanının iradesine göre,direncine göre biçimlenecek ve biz bir kez daha bu çıkışın öncüsü olacağız. Hiçbir güç, hiçbir yerel unsur, Türkiye'nin acziyeti üzerine kurduğu hesabı tutturamayacaktır.

Müttefiklerimiz sattı, öz savunma başladı

Ama tek tek alacağımız notlar var. Bu kriz atlatıldıktan sonra Türkiye ittifak ilişkilerini, bölgesel ilişkilerini, tehdit değerlendirmelerini, siyasi ve ekonomik önceliklerini sıfırdan yeniden dizayn etmek zorundadır. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana içinde bulunduğumuz ittifak halkaları bize ihanetetmiş, Türkiye düşmanlarıyla ortaklık kurmuş, Türkiye'yi savunması gerekenler bize kurşun atar olmuşlardır.

Transatlantik ittifakı bunun merkezindedir. ABD bunun merkezindedir. Avrupalı geleneksel ortaklarımız bunun merkezindedir. Onlar, Türkiye ile stratejik ortaklığı coğrafyada biçimlendirdikleri terör gruplarına kurban etmiştir.

Hepsi, bir terör örgütüne Türkiye'yi satmıştır. Hepsi Kuzey Suriye Koridoru için Türkiye'yi satmıştır. Hepsi bir boru hattı projesine Türkiye'yi satmıştır. Onlarca yıldır Avrupa'yı koruyan, Atlantik merkezli tehdit algılamalarına göre pozisyon alan Türkiye, bütün tehditlere açık hale getirilmiş, bu tehditler bize karşı özellikle desteklenir olmuştur.

O bizim “dostlarımız” bugünlerde bizi köşeye sıkıştırmaya, Anadolu haritasını bile değiştirmeye dönük kirli planların ortakları olmuşlardır. Türkiye kamuoyu, bu yönde çok ağır bir hayal kırıklığı yaşamakta, ABD ve Avrupa'ya güveni ağır yara almaktadır. Toplumsalhafıza yeni tehditleri tanımlamış ve derin bir öz savunma refleksiyle hareket eder olmuştur. Bu güvensizlik bunalımı çok uzun yıllar giderilemeyecektir.

PYD 'ortak' İhvan terörist öyle mi?

Bu yüzden, bize ait her şeyi düşman bilip, ona savaş açan bu yaklaşımı yargılayacağız, kendi içimizde mahkum edeceğiz ve geleceğimizi bu gerçeklere göre yeniden düşüneceğiz. PKK'nın Suriye kolu YPG'nin Türkiye'ye saldırılarını, ülke içindeki terör eylemlerini destekleyen, bu örgütü “ortak” ilan eden ve silahlandıranların Ortadoğu'nun tek demokratik yapısı Müslüman Kardeşleri terörist örgütler listesine alma yolunda çalışmalara başlaması bu yönde çarpıcı bir suçüstü halidir.

Mısır tarihinin ilk demokratik başarısını darbe ile yok eden, binlerce insanın özgürlük arayışına kurşunla karşılık veren zihniyetin hesabının ne olduğuna dair artık hiçbir kuşku kalmamıştır.

Yerel olan, onurlu olan, İslam'la bağlantılı olan ne varsahepsine savaş açanların bizleri toptan imha etmeye dönük zihinlerindeki kirli hedefler deşifre olmuştur.

Artık onların hiçbir güvenlik stratejisine, terör söylemine, demokrasi ve özgürlük nutuklarına inanmayacağız. İşte bunu bildiğimiz için, yirmi yıldır bu süreci izlediğimiz için “topyekün saldırı altındayız” ifadesini kullanıyoruz.

Ülke ülke, şehir şehir, sokak sokak, fert fert

Öyleyse kendimizi yeniden kuracağız. Ülkemizi teyakkuzda tutacağız.Siyasi aklımızı bugünkü haliyle muhafaza edeceğiz. Ürkmeyecek, yılgınlığa düşmeyeceğiz. Anadolu topraklarından bir karış bile koparılmasına izcin vermeyeceğiz. Gerileme dönemi çoktan bitmiştir. Bir daha hiçbir güç, bizi öyle bir trajediyle yüzleştiremeyecek.

Öyle süslü cümlelerle vakit geçirmeyeceğiz. Dolambaçlı yollar arasında kaybolmayacağız. Harita hiç bu kadar netleşmemişti. İster terör üzerinden gelsin, ister “ezberletilmiş söylemler”üzerinden gelsin, içerideki ihanetle de, dışarıdan gelen tehdit dalgalarıyla da yüzleşmeyi bileceğiz.

Ülke ülke, şehir şehir, sokak sokak, fert fert mücadele edip bubüyük istilayı boşa çıkaracağız. Onlar Türkiye'yi sadece Kuzey Suriye'den ve Güneydoğu'dan vurabileceklerini sanıyorlar.Oysa biz o kadar büyük bir haritayız ki, yeri geldiğinde her sokağın bir kaleye dönüşeceğini göreceklerdir.

Oyun ne kadar büyük olursa olsun, Anadolu'da bozulur! Bu hep böyle olmuştur!


İbrahim Karagül

ABD, DBA olmalı


"Ortadoğu parçalanacak... 22 yeni ülke doğacak" diyen kadını Amerika'da Dışişleri Bakanı yaptılar.
Parçalanmak, 22 yeni ülke doğurmak demek, bölgenin kan gölüne dönmesi demekti.
Açık açık "Sevgili dünya, biz plan yaptık, Ortadoğu'da göller oluşturup kırmızıya boyayacağız" demekti bu.
Milyonlarca insanı hazırladıkları plan uğuruna öldüreceklerini bir müjde olarak yeryüzüne duyurdular. Kan gölünde ölen ölecek, kaçanlar da gidecek yer bulamayacak, denizlerde boğulacaktı.
Suriye'nin dörde bölüneceğini, iç savaş çıkmadan önce New York Times gazetesinde başyazıda ilan ettiler. "Plan hazır, bundan kaçış yok" dediler.
Türkiye o dönemde işini gücünü bıraktı, Esad'ı uyardı. "Ülkeni parçalayacaklar...
Geliyorlar... Tedbir al, reformlar yap hemen... Yoksa kırmızı boyalar yolda...
Akbabalar uçuşuyor üzerinde
" dedi. Esad anlamadı ve dinlemedi. Önünü göremeyen bir lider olarak, planı hazırlayanların ekmeğine yağ sürüp halkını katletti. Dünya tarihine katil olarak damga vurdu. Dün de bir rapor yayınlandı "Kimyasal silah kullandı" diye...
Zulmü ve katilliği tescillendi. "Ortadoğu'yu parçalayacağız" diyenler, Okyanus ötesinde planlar yapanlar "Esad gidecek" diyerek söz verdi. İnsanların eline silah tutuşturup sahaya sürdü. DAEŞ'i örgütlediler, sahaya sürdüler. Esad muhaliflerine "Sonuna kadar yanınızdayız, yürüyün" dediler.
Esad, ayakta kalmak için gitti PYD ile anlaştı. Onlara hiç dokunmadığı gibi, ordularını çekip şehirlerin anahtarını teslim etti. ABD, iç savaşın yaşandığı Suriye'nin kuzeyine baktı, her yer güllük gülistanlık.
Ülkede savaş yaşanıyor, oluk oluk kan akıyor, kuzeyde insanlar çay kahve içiyordu.
Hemen, DAEŞ'i kuzeye sürdüler, Kobani'yi kan gölüne çevirdiler. Burada önce öfke ve intikam duygularını körüklediler. Gökten silah yağdırdılar uçaklarla. Bomba ve silah yüklü sandıklar bir DAEŞ'in üzerine, bir PYD'nin üzerine düşüyordu. Tarlalardan gülerek sandık toplayan iki tarafın görüntüleri tüm dünya televizyonlarına yansıyordu. Atan razı, toplayan herkes razıydı. Gökten silah yağdıranlar, ardından gidip "Sizin yanınızdayız" diyerek PYD'yi kara ordusu haline getirdi. Esad'ın en başından beri desteklediği PYD, aynı zamanda da ABD'nin askeri gücü olmuştu.
Dolayısı ile "Esad'ı devireceğiz" diyerek Suriye'de muhalefete gaz veren Washington aslında taa o zaman Şam ile ortak olmuştu.
Sonradan Moskova'ya da "Buyur gel" diyerek bu şeytani ortaklığa dahil ettiler. Önceki gün ABD Genel Kurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Kongrede kurulan komisyonda sorgulanıyordu. Kendilerine "Yahu kardeşim siz Esad'ı devirmeyecek miydiniz" diye soruluyordu. "Suriye'de bu plan üzerine Amerikan uçakları, silahları, dolarları kullanılmıyor mu? Amerikan halkına böyle söylemediniz mi? Suriye'deki muhaliflere bu garantiyi vermediniz mi" diye soruyordu komisyondaki senatörler. ABD Genelkurmay Başkanı "Kem-küm, gak guk" diyordu. "Esad'sız Suriye planınız yok muydu" diye ısrarla gelen soruya "Bizim tek derdimiz DAEŞ ile" diye cevap veriyordu.
Senatörler "Esad'a gel Esad'a... Gidecek diye halkımıza verilmiş sözünüz var" diye tekrar tekrar soruyordu. Askerin de Bakan'ın da ağzından 
"DAEŞ, tek hedefimiz o" cümlesi çıkıyordu. Yani "Esad ile bir derdimiz yok" demek istiyorlardı. Utanmasalar "Biz o eli kanlı katille ortağız şu dönemde" diyeceklerdi. Senatörler yüzlerine karşı "Suriye'deki planlarınız iflas etti" diye bağırdılar. Amerikan halkı kandırılmıştı.
Suriye'deki muhalifler ve koalisyona katılan ülkeler aldatılmıştı. Umurlarında değildi verdikleri sözler... Ölüme gönderdikleri insanlar, onların ülkeden kaçan milyonlarca ailesi hiç önemli değildi. Bir dakikada satarlardı çıkarları uğuruna. Şimdi Esad çıkmış "PYD bizim" diyor. Rusya da aynını söylüyor. ABD en baştan beri zaten "PYD bizim" diye bas bas bağırıyor. O PYD gidip Halep'te muhaliflere saldırıyor. O PYD gelip Ankara'da bomba patlatıyor. Washington hemen çözümü buluyor; PYD'ye "İsminizi değiştirin" diyor. Böylece sorunun biteceğini zannediyor. Bence tam tersi yapılmalı diye düşünüyorum. ABD ismini değiştirirse kökten bir çözüm yaşanır. DBA olabilir yeni adı mesela. Böylece kongredeki senatörlere, o Generaller ve Savunma bakanı rahat rahat ifade verebilir. "Suriye'de Esad gidecek diye biz söz vermedik, ABD verdi... Biz şu anda DBA'yız" diyebilirler. Böylece kimseyi kandırmamış da olurlar. Washington'a yardımcı olayım dedim!

Elin Adamları !



Bölgemizdeki sorunların temelinde KÜRTLER'in geleceği yatıyor. Birileri "Kürtler'e ne olacak?" diye sorup buldukları cevabı hayata geçirmeye çalışıyor.
Amerika bu! Bu öyle bir mesele ki hem içeriyi hem dışarıyı karıştırmaya yetiyor. Graham Fuller geçtiğimiz gün televizyondaydı. Önemlidir. İzlenmesi gereken biridir. Birkaç maddede Türkiye'yi uyarıyordu... Açık açık! 
 Türkiye Erdoğan'ın BAŞBAKANLIĞI dönemindeki politikalara dönmeli. Dönmezlerse hem Türkiye hem AK Parti büyük zarar görür. 
 Esad gitmeyecek.
Ankara kendini buna hazırlasa ve bununla yaşamayı bir an önce öğrense iyi olur. 
 Katar'la ilişkiler geriye çekilmeli, azaltılmalı... 
 İran'la karşı karşıya gelinmesin. 
 Moskova ile ilişkiler düzeltilsin. 
 Suriye, Irak ve Türkiye'deki Kürtler'le yakın ilişki kurulmalı...
Öncelikle "Esad gidecek" diye ilk ortaya çıkan Amerika'ydı. İsteyen ve gitmesi gerektiğini söyleyen onlardı. Moskova ile uçak krizine bizi sokan ve ilişkileri bu noktaya getiren de onlardı! Her yerde izleri vardı. İran ile karşı karşıya gelmedik, ne oldu?
David Cohen gelip bankalarımıza girdi. 17-25 Aralık, İran ile kurulan sıcak ve samimi ilişkilerin sonucuydu.
Zaten asıl amacı son mesajdaydı: KÜRTLER'LE YAKIN İLİŞKİ KURULSUN...
Vermek istediği mesajların önüne anlamsız başka unsurlar koyup amacını sona saklıyordu. Graham Fuller, yani CIA, yani PARALEL, bunları söylüyordu. Peki, içeride neler oluyordu? Hatırlayalım... EŞBAŞKAN Figen Yüksekdağ: "Biz sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'ye yaslıyoruz, bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Sırtımızı kime yasladığımızı söylüyoruz, bundan sonra da yaslamaya devam edeceğiz..."
Tabii HDP'deki meydan okuma bu kadarla bitmiyordu!
HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer, Ankara'da 29 kişinin hayatını kaybettiği intihar saldırısını gerçekleştiren teröristin taziyesine gitti. Teröriste sahip çıktı. Meydan okudu. Zaten geçen yıl da 1 polisimizi şehit eden teröristin cenazesinde tabuta omuz vermişti.
Şanlıurfa'daki terörist cenazesine HDP milletvekilleri Dilek Öcalan ile İbrahim Ayhan da katılıyordu. Hassasiyetleri büyüktü yani!
HDP Tunceli vekilleri de bir başka teröristin cenazesine katılmakta hiçbir sakınca görmüyordu. Hatta bir vekil, hastaneden öldürülen teröristlerin cenazelerini almaya geliyor ve polis müdürüyle tartışıyordu. Polis müdürü "Milletvekili değil misin, haddini bil.
Devletten maaş alıyorsun, 5 teröristin cenazesini almaya geliyorsun..." diye tepki gösteriyordu... HDP'de, CHP'de ve MHP'de birileri dışarıdan elini işin içine sokmaya çalışıyordu. Demirtaş tutmayınca işler karışmış ve bir bocalama olmuştu. Sonra üç partiye de el atan, atabilen AKIL devreye girdi. "HDP KAPATILSIN" diye elinden geleni yaptı, yaptırdı.
HDP'li vekiller de verilen görevi eksiksiz yerine getirdi. Normalde defalarca mahkeme salonlarına taşınması gereken olaylar görmezden gelindi. Bu YABANCI AKIL HDP'yi mahkemelere düşürüp yeni MERKEZİ CHP olarak tayin ediyordu. YÜZDE 25'e kilitlenmiş olan CHP'yi gelecek KÜRT oylarıyla yukarıya taşımak isteyeceklerdi. Yani birileri Kürtler'i CHP'ye itiyordu. Partiyi kapattırmak isteyerek hem de! CHP içinde TR: NO...'lu isimler zaten biliniyordu.
HDP'den farklı düşünmüyorlardı.
Geçtiğimiz günlerde yazmıştım. PKK hiçbir zaman PARALEL YAPI ile düşman olmadı, ters düşmedi...
İki taraf da birbirini çok iyi tanırdı.
Mesela devletin giremediği sokaklara ZAMAN GAZETESİ'nin girdiği dönemler vardı. MHP lideri Devlet Bey başından beri paralel yapıya karşıydı. Teslim olmadı. Mücadele etti. Ama şimdi karşısındakiler işin rengini değiştirdi. Parti mahkemeye düştü düşecek. Devlet Bey de teşkilatları kapatarak önlem almaya, muhalefeti durdurmaya çalışıyor.
Devlet Bey'in karşısındaki önemli isim Meral Akşener... Ankara'daki ofisleri ziyaretçi akınına uğruyor resmen. Gelen giden belli değil.
Meral Hanım'ın Amerika'ya yakınlığı ortada! İnkar da etmiyor. Dün Ümit Özdağ da istifa ederek parti içindeki mücadeleyi iyice alevlendirdi. Diğer muhalif isimler ise belli. CHP'de ise fol yok yumurta yokken Deniz Bey ortaya çıktı. Aslında Deniz Bey de çok önceleri KÜRT RAPORU ile Güneydoğu meselesini çözmek isteyen bir isimdi. 1989'da hazırlanan raporla yerleşik DEVLETİN karşısına geçen bir siyasetçiydi. Kürt'e "KÜRT!" diyen ilk simalardandı.
Ankara'nın anlayışını değiştirmek için çalıştı ve doğru tespitler yaptı. Ama İKLİM müsait değildi...
AK Parti içinde de MHP'li muhalifler gibi, CHP'li muhalifler gibi hatta HDP'liler gibi düşünenler vardı. Mesela son günlerde tartışma meydana getiren açıklamalar yapan Bülent Arınç Bey Amerika'daki bir toplantıda "Sayın Öcalan demek suç olmaktan çıktı. PKK'nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan'ın posterini taşımak suç olmaktan çıktı. Hatta Türkiye'nin sistemi böyle olmalıdır, Türkiye'de eyaletler, demokratik özerklikler falan filan...
Bunların hiçbirisi artık suç değil..." gibi sözlerle KÜRT meselesine bakışını ortaya koymuştu. Şivan Perwer'e "Gel bizim Mevlanamız ol!" diyen de oydu... Bu konuda çok ama çok şey yazılabilir.
Ama bizler yani sıradan insanlar, farklı partilerin, farklı siyasilerin ARADAKİ farkları temsil ettiğini düşünürüz. Hiç böyle bir şey yoktur. Siyasete soyunan insanların pek çoğu bir merkeze yakın olmak durumundadır. Bu böyledir. Deniz Baykal Bey ile Bülent Arınç Bey'inKÜRT MESELESİ'ndeki görüş farkı yok denecek kadar azdır.
HDP ile Meral Akşener "yan yana gelemeyecek" gibi dursa da KÜRT KARTI konusunda fırsat olursa aynı düşündüklerini görürüz! Yaşayışları, tarzları birbirine benzemese de partileri çok uzak olsa da SİYASETLERİ birdir! Bunu atlarız biz! Bu nedenle aldatılırız!DEVLETLER bunu sağlar!
1990'a kadar RUSLAR pek çok kişi için tehlikeliydi. Sonuçta "Komünist"ti! Gorbaçov geldi, sınırları kaldırdı. İki milletin nasıl da kaynaştığı ortaya çıkıverdi. Antalya Ruslar'ın merkezi oluverdi! Demek ki birileri ALGI ile oynayıp düşüncelerimizi belirliyordu. Bize ait olmayanlara bizim gibi sahip çıkıyorduk! Böyledir!
Oyundur.
PYD-YPG konusunda Erdoğan tamamen yalnızlaştırılmak isteniyordu. İsimlere daha fazla girmek istemiyorum. Ama pek çok kişi Erdoğan'ın siyasetinin karşısında!
İmzacı akademisyenlerden İlhan Selçuk'un gazetesine kadar!
Ama DÜŞÜNCENİN asıl SAHİBİ yazının başındaki kişi! Yani GRAHAM! Biz içerideki fikirlere sarılıp giderken YABANCIYI bulmayı pek istemeyiz. Sevmeyiz. Erdoğan CUMHURBAŞKANI olarak Washington'a sert tepki gösterdiği için birileri ortaya çıktı ve başkaları da işaret bekliyor. Burası Türkiye.
Kendi KOD'ları var. Ankara'da pek çok ofiste hareket yaşanıyor. Bazı işadamlarının öncülüğünde toplantılar yapılıyor. Ama Atlantik'in ötesinden net işaret alamadıkları için çırpınıyorlar.
ABD'nin Kürt meselesine bakışını Türkiye'de taşıyacak insanlara, gruplara, partilere, sermayeye, siyasilere ihtiyaç vardı. Tıpkı İngilizler'in modelini taşıyanlar olduğu gibi... Tabii Ankara arada kaynar giderdi! Düne kadar... MİT TIR'ları olayı da aslında buydu. Tutuklananlar da bu kavganın sonucuydu. Biden'in gelip konuştuğu isimlere bakın! Biz sadece TÜRK İSİMLERİ, TÜRK VATANDAŞLARI üzerinden KÜRESEL bir mücadeleye tanıklık ediyorduk. Kimi Amerikalı gibi, kimi de Avrupalı gibi düşünüyordu.
Kavga buydu! Ülkenin gerilimden kurtulmamasının arkasında bu vardı!
Yapılacak şey belliydi. Birlik ve bütünlük içinde "SEN-BEN" demeden birbirimize sarılmak!
KARDEŞLİK temelinde kendi modelimizi kurmak! Washington'dan esecek rüzgara göre yön belirleyecek çok ismin gözü telefonda! Gelecek HAYIRLI bir haberde! Büyük dengeleri bilerek kendi yolumuzu seçmek en akıllıca olanıydı. Bir yerden RÜZGAR bekleneceğineFIRTINA olmayı bilmeliydik.
Bakıyorum kolayı seçip, gözünü dışarıya dikenler çok! Türkiye burası!
Bir anda değişmiyor hemen!
Amerika, PYD ve YPG'nin yanında yer alınca birileri durumdan vazife çıkardı. Partilerin içi karıştı.
Daha da karışacak. Adamlar kendi çizgilerini buluncaya kadar ELLERİ burada kalacak. Çıkan ve çıkması muhtemel isimlere bu mercekle bakın!
Kim hangi SİYASETİ tercih ediyor! ŞİFRE bu! Dikkat edin! Kimin nereye 
yakın olduğunu bulmak zor değil! Hiç!


Ergün Diler