İşte Erdoğan ve AKP’nin yasakladığı yazı


Günyüzü görmedik; öldük bittik, tükendik; sürekli geriliyoruz, özgürlük yok, her şey yasak, nefes alamıyoruz…


Bunları ve daha bir sürü lakırdıyı dillerinden düşürmüyorlar.

Muhalif” olmak için öyle “iktidarı” köşeye sıkıştırabilecek argümanlar peşinde koşmak veya zihinsel çaba sarf etmek gerekmiyor.

Mezkur lakırdıları peşi sıra terennüm etmek yeterli.

Malumunuz, her gün vird çeker gibi “özgürlük yok veya “diktatör Erdoğan” falan diyorlar. Muhalifliğin yanı sıra müptezelliğe de yelken açanlar, “diktatör bozuntusu” diyecek kadar edepsizleşebiliyor.

Peki, “Diktatör” dedikleri ne yapıyor?

Kişilik katli derecesinde uğradığı hakaretlerden (en hafifi, Yezid, Firavun, katil) şekvacı olarak mahkemeye başvuruyor.

Müptezel muhalif takımı da anında yaygaraya başlıyor.

E tabii, “hakaret etme özgürlüğümüz elimizden alınmak isteniyor” diyecek halleri yok, “ifade özgürlüğümüz sınırlandırılıyor” diyorlar.

Bunda da, kabul etmek gerekir ki, başarılı oluyorlar.

Zira, yaygara ve tezvirat konusunda müthiş bir gelenekleri var.Menderes'i idama götüren sürece taşlar döşemek için “Öğrenciler kıyma makinesinden geçiriliyor” tezvirine imza atanların manevi sulbünden geliyorlar.

Bu ülkede hiç mi sorun yok? Yani sütliman mı her şey?

Elbette değil.

“Çatışmalı ortama” neden olan “hendek terörünü” kim inkâr edebilir?

Ne ki, bu muhalifler, çatışmasız ortamda daha çok gergindiler. Hatta içlerinden birileri, “eyvah çatışmalı ortam elden gidiyor” paniğiyle dağlara vurmuş, biraz daha savaşmaları (yani, Mehmetçik ve polis öldürmeye devam etmeleri) için adeta Kandil'in önüne yatmışlardı.

İşin aslı şu ki, bunların gerginliklerinin esas nedeni, Erdoğan ve AK Parti'nin kazanmaya devam etmesi.

Bu da sandıktan umut kesmelerine neden oluyor.

Umutsuzluk semptomları da çok ağır seyrediyor: Halkı aşağılıyorlar, sandık dışı yolları işaret edecek kadar tozutuyorlar, teröristleri alenen arkalıyorlar, ila ahir.

Gelgelelim, 7 Haziran'da olduğu gibi “blok” hesaplarıyla kazandıkları zehabına kapılınca da, sandık birden çok değerli oluyor. Gerginlikleri de anında dağılıyor, hatta “demokrat” bile oluyorlar.

İçlerinden biri, “İslamcılar dayak yemedi” diye nara atacak kadar “demokratlaşmıştı.”

Bunları biliyorsunuz.

Bir de sonradan “muhalif” olanlar var. Bunlar çok eğlenceli insanlar. En azından ben çok eğleniyorum.

Mesela, sonradan sıkı muhalif olan AKP'li Kültür eski bakanı Ertuğrul Günay bir gazetenin haber müdürüne, “Sen o haberi yapmasaydın, belki ben hâlâ bakandım!” demişti.

Bence, İdris Naim Şahin de, 17-25 Aralık ihanetinin başarıya ulaşacağına inandırılmasaydı, partisinin liderine o ihaneti yapmaz, kuvvetle muhtemel “özgül ağırlıklı” bir milletvekili veya bakan olabilirdi.

Dönemin Star gazetesi de, “Bu kupa Amerika'ya girsin” diyerekFethullah Gülen'e küfrettiği için yazılarına son vermeseydi, Ergun Babahan arkadaşımız da “muhalif” olmazdı.

Demek ki, herkesin bir “muhaliflik” hikâyesi var.

Ben en çok “Ablacığımın” hikayesini merak ediyorum. VaktiyleAbant'a gidenlere verip veriştiriyor, hiç gitmemekle de övünüyordu. Ne zaman ki, Paralel örgüt battı, “Ablacığım” da ölü balık gibiAbant'tan karaya vurdu. Artık nasıl bir hikaye veya nasıl bir çaresizlikse…

Çaresizlik de çeşit çeşit.

Öyleleri de var ki, sırf belirli bir sınıfa mensup olmak belasına “muhalif” ayaklarına yatıyor.

Sözgelimi, adam birinci sınıf mal, ama, AKP'ye çok güzel küfrediyor; anında birinci sınıf “muhalif” katına yükseliyor. Sosyal medyada bu tipler zibil gibi.

Bu tarzın piyasası acayip oluşmuş.

Adamın çektiği film iş yapmayınca “AKP işte bu filme karşı” diye haber yaptırıyor. (AK Parti'nin o filmden haberi bile yok.)

Bir başkası, 3 hafta evvel rating nedeniyle dizisi yayından kaldırılmaya karar verilince, (üstelik, Aydın Doğan'ın bir kanalı bu) final bölümünde, araya şappadak ayakkabı kutulu bir sahne yerleştiriyor, sonra da, “işte bu sahne yüzünden dizimiz kaldırıldı” diye yaygara yapıyor.

Valla güzel iş.

Yorum Gönder