Kemal Bey neden Bu kadar sinirli?


Dün partisinin grup toplantısında konuşan Kemal Kılıçdaroğlu'nun asabi hali dikkatinizi çekmiştir. Bu masaya yumruğunu vurma pozlarının Kemal Bey'in görüntüsüne tezat oluşturduğu, üstünde eğreti durduğu, dolayısıyla imajına zarar verdiği ortada. Dahası bu durum Kemal Bey'in konuşmalarında mantık hataları yapmasına ve mesajlarının seçmenine hatalı ulaşmasına da neden oluyor.
Örneğin dünkü konuşmasında "Önlem sıfır, Ankara'nın kalbinde bomba patlatılıyor"sözleriyle hükümeti yeterli polisiye tedbir almadığı için eleştirdi Kemal Bey. Kısa bir süre sonra da hükümetin önlemleri abarttığını ve daha da abartacağını söyledi. 
"Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi, kılık ve kıyafet, dernek vakıf ve sendika üyeliği, sağlık, cinsel hayat niye merak ediyorlar merak ediyorum, hepsini fişleyecekler." Kemal Bey'in bahsettiği önlemlerin neler olduğunu bilmiyoruz. Kendisinin kişiler dediği teröristlerin, yargı kararıyla takip edilmesinden niçin rahatsız olduğunu da siyasi muhatapları mutlaka kendisine soracaktır. Ayrı konular. Ancak benim gibi dün kendisini dinleyen vatandaşların, konuşmasındaki bu çelişkiyle kafaları karışmamış mıdır sizce?
Öyle ya CHP, Fransa, ABD, İngiltere vb. ülkelerin yaptığı gibi, Türkiye'nin terör saldırılarının ardından olağanüstü tedbirler almasından yana mıdır, yoksa o da HDP'liler gibi tam aksini mi düşünmektedir?
Kabul, insanın günlerce hazırlandığı konuşmasını düzeltmek için bir konuşma daha yapmak zorunda kalması hoş bir durum değil. Anlıyorum. Ama bence Kılıçdaroğlu'nun gruptaki konuşmasına açıklık getirmesi şart gibi görünüyor.
Hatta eli değmişken, "Başkan olmayacaksın, milletin kanında boğulacaksın" diye seslendiği Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı hakkındaki sözleri için de bir düzeltme yapmalı.
Çünkü bu sözler gün aşırı terör saldırılarıyla sarsılan bir ülkenin Cumhurbaşkanına edilecek sözler değil, hakikaten değil!
Üzgünüm ama bu tarz tehditleri duyunca aklımıza, ağzından köpükler saçarak "PKK sizi tükürüğüyle boğar" diye milleti tehdit eden o HDP'li siyasetçi geliyor.
Cumhuriyetin kurucusu olmakla övünen bir partiyi şöyle ya da böyle 6 yıldır yöneten birisi nasıl olur da, Türk milletinin oylarıyla seçtiği bir Cumhurbaşkanına "milletin kanında boğulacaksın" diyebilir?
Bu nasıl olacaktır mesela? Darbe mi arzulamaktadır Kemal Bey? Bu şekilde mi milletin kanında boğulan cumhurbaşkanı fantezisi gerçekleşecektir?
Yoksa ve daha fenası PKK gibi, milletin kanının terör saldırısıyla dökülmesini mi temenni etmektedir, Cumhurbaşkanının içinde boğulması için...
Olamaz tabii ki! Bakın neler düşündürüyorsunuz Kemal Bey seçmenlerinize. Bir açıklama bekliyoruz tümü için. Haklısınız, hep asabiyetinin neden olduğu yanlışlarından bahsettik, sinirinin sebebine hiç giremedik Kemal Bey'in.
Öyleyse soralım. Ankara'da 29 canımızı kaybettikten sonra yaptığı ilk konuşmada en azından MHP Lideri Bahçeli kadar sağduyulu davranıp birlik çağrısı yapmak varken niçin Türkiye devletini temsil eden bir makama saldırdı Kılıçdaroğlu?
Düşününce eskiden, yine bir grup toplantısı sonrası Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "PYD şu anda bizim için PKK ile eştir, o da bir terör örgütüdür" sözlerine verdiği şu yanıtını hatırlıyorum Kemal Bey'in: 
"YPG terör örgütü değil, vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşum." (T24/ 21 Ekim 2014. Damla Uğantaş) 
Acaba diyorum, Ankara saldırısının ardından failin o "vatandaş kurtarma oluşumu" yani PKK'nın Suriye kolu PYD çıkmasına, tespitinin fena halde çuvallamasına mı bozuldu da böyle sinirli davrandı dersiniz Kemal Bey?

Bak Şu Konuşana


Dün partisinin Batman'daki mitinginde konuşan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş oldukça sinirliydi. Demirtaş yanındaki, 29 kişinin hayatını kaybettiği Ankara katliamının failinin cenazesine katılıp yeni saldırıları azmettiren "silah arkadaşlarına" bakmadan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na "katliamcı" diye seslendi. Demirtaş'ın Ahmet Davutoğlu'na yönelik konuşmasının devamındaki eleştirileriyse daha absürttü. 
"Sen nasıl bir akılsızsın ki, sen nasıl bir aymazsın ki bugün Kürtlere savaş ilan ediyorsun? Davutoğlu, 'Masayı Demirtaş devirdi' diyor. Herhalde 'Erdoğan devirdi' diyecek cesaretin yok. Zaten sen 'Erdoğan devirdi' desen, kulağından tuttuğu gibi kapıya koyar."
Oslo sürecinden başlayarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez Kürtlere Ankara'nın yanlarında olduğunu hissettiren Çözüm Süreçlerinde masaları kimin devirdiğine dair çok fazla açıklamaya gerek yok.
7 Haziran sonrası yüzde 13 oya, Suriye'de ABD'yi arkalarına almalarına, Rusya'nın, Esad'ın ve İran'ın desteğine güvenip "nasıl olsa hükümet de kurulamadı" diyerek silaha sarılanların kim olduğunu herkes biliyor.
Seçimler sonrası KCK yöneticilerinin soluk bile almadan, PKK'nın ve dolayısıyla Demirtaş'ın partisinin resmi yayın organı Gündem'de yayımladıkları "Devrimci halk savaşı başladı" ilanları da şuracıkta duruyor.
O halde gelin biz, Çözüm Süreci'nde bu ülkenin demokratları barış için çalışırken savaşa hazırlananların sözcüsü Demirtaş'ın, Ak Parti'nin iç siyasi dinamikleriyle ilgili söyledikleri üzerinde duralım.
Bunun için de PKK'ya yakın Almanya'daki Mezopotamya Yayınevi'nin geçtiğimiz günlerde çıkardığı "Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa" isimli kitapta yer alan HDP üzerindeki Kandil vesayetinin itirafı niteliğinde bilgilere bakmakta yarar var.
HDP'nin başarısız çıktığı bir seçimin ardından partinin üst düzey yöneticileriyle Abdullah Öcalan arasında şu diyalog geçiyor.
Öcalan "Kim belirledi bu adayları?" diye soruyor. HDP'li İdris Baluken de durumu kurtarmak için "Seçim komisyonunun çalışmalarıyla belirlendi" karşılığını veriyor. Öcalan ısrarla "Kimdir bu seçim komisyonu? Kandil tarafından mı belirlendi, yoksa siz mi belirlediniz?" sorusuna cevap arıyor. Bunun üzerine görüşme heyetinde yer alan HDP'li Sırrı Süreyya Önder de "Kandil belirledi" itirafında bulunuyor. Aldığı cevaba inanamayan Öcalan "Tamamıyla mı onlar belirledi? Parti meclisinde belirlenmedi mi bu komisyon?" sorusu ile HDP'lileri köşeye sıkıştırıyor. İkinci itiraf da Pervin Buldan'dan "Hayır, Parti Meclisi'nde ya da MYK'da belirlenmedi" sözleriyle geliyor.
Toplantı Öcalan'ın "Sizde hiç mi onur yok" yakınışıyla bitiyor.
Evet, Demirtaş ve diğer HDP yöneticileri, bu ülkede parti içi demokrasi konusunda ağzını açacak son kişilerdir.
Başbakan'ın, yönettiği partinin geçtiğimiz günlerde kendisinin de ifade ettiği gibi "Efsanevi lideri" olan Cumhurbaşkanı ile ilişkisi de, siyaset pratikleri açısından son derece meşrudur.
Demirtaş seçilmiş bir siyasi aktör olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi karizmasını, etkinliğini ve yetkinliğini suçmuş gibi diline dolayıp ülkenin başbakanına "kulağından tutarlar" gibi saygısız ifadelerle saldırmadan önce dönüp kendisine ve arkadaşlarına bakmalı. 
"Kimler üç beş keçiye sözü geçmeyecek adamları kulağından tutup Kürt halkının önüne aday diye koymuşlardır" sorusu, iç muhasebeye giriş için iyi bir başlangıç olabilir.

7 Farkı Bulana Kağıt Helva



Bakmayın siz, terör saldırılarının ardından "şiddetin her türlüsüne karşıyız" girizgâhlarıyla başladıkları "faili belli olmayacak şekilde terörü telin" tiratlarına.
Dertleri günleri terör örgütlerinin kanlı saldırıları sonrası eksiği gidermek. PKK- PYD, DHKP- C, DAEŞ, şu bu, hayatı durdurmak için kentleri kana buluyor. Ertesi gün bu zevat sivil toplum kuruluşlarıyla, siyasi partileriyle, sendikalarıyla bir araya gelip "hayatı durduralım" bildirisiyle genel grev çağrısı yapıyor, sokağı gösteriyor.
Yabancı ülkelerin istihbarat servisleri tetikçi örgütleri eliyle, aralarında çocukların da bulunduğu sivilleri katlederek ülkenin halkına, yönetimine, parlamentosuna örtülü mesajlar veriyor. Kodu açmak medyalarına, gazetecilerine düşüyor. Örgüt saldırıyı üstlenip üstlenmemeye henüz karar verememişken, yaşını başını da almış bir kadın gazeteci çıkıyor, altında kendi imzası olan örgüt ültimatomunu okuyor: "Derhal hükümet istifa etmeli. AKP-CHP koalisyonu kurulmalı..."
Kendisine, "kaçmak için 100 bin dolar nakit ve helikopter de ister misiniz" diye sormak lazım sanırım. Teröristler bombayı kalbimize koyuyor, düğmeye basıyor dönüp arkalarına bile bakmadan gidiyor. Televizyonlardaki, gazetelerdeki, sosyal medyadaki destekçileri de bakmıyor, acımıza henüz yerde yatan ölülerimize...
Başlıyorlar katilin kimliğini gizlemeye, kaçışına yardımcı olmaya. Tecavüzcü erketesi gibi, sıkışınca dikkatleri başka yere çekmeye çalışıyorlar. Eylemi lanetleyemedikleri için, terör saldırıları sonrası her devletin soruşturmanın sağlığı için uyguladığı yayın sınırlamasını kınıyorlar. Bir kişi de çıkıp bunlara "Yahu olay yerinden canlı yayında sansürleniyoruz denir mi, bizi aptal mı sanıyorsunuz" demiyor.
Devlet saldırının ardından makul bir süre geçince teröristin örgütüne ve kimliğine dair delilleri açıklıyor. Başka zaman bomba sesinin aksisedası sürerken "devlet de failleri yine bulamadı ha" diye sırıtan akademikler, bir anda başımıza "gerçeğin rengi gridir" diyen Andre Gide kesiliyorlar.
Tıpkı geçen gece bir TV programında Ankara saldırganına dair hükümetin açıkladığı somut delilere "inanamayan" akademisyen gibi.
Aynen şöyle söyledi: "Sayın başbakanın elinde bu konuda somut istihbari veriler olduğunu varsaysak bile bu açıklamanın bence biraz acele olduğunu düşünüyorum!"
"Allah hocamızın bir anda müridi olduğu agnostisizmine zeval vermesin" diyelim ve geçelim örgütün gönüllü, ücretli ya da eş durumundan avukatlarına. Onların görevi de örgüt saldırdıktan sonra teröristlerin savunulmasında uluslararası hukukta da kullanılabilecek argümanlar üretmek.
Örneğin geçen bir televizyon programında izledim. Bir gazeteci ağabeyimiz, "Şimdi bir defa ne terör ne değil ayırmamız lazım. Burada bomba askeri bir hedefe yönelik yani..." türünden cümleler kuruyordu. Yani'si terör değil gerilla saldırısı diyor kendileri. Dün ATV'deki Kahvaltı Haberleri'nde saldırının yapıldığı noktadan canlı yayındaydık. Bu tezin sahibi ağabeyimiz, olay yerinde, etrafı polis kordonuyla çevrilmiş çocuk parkı görüntülerimizi izlemiş midir dersiniz? Umarım izlememiştir!
Ha bir de Çözüm Süreci'nde devlete "operasyon yapıyor" diye kızarken şimdi silahlar konuşunca bu kez devlete yine "operasyon yapıyor" diye celallenenler var ki onların bir tek ayaklarında mekap'ları eksik zaten.
7 oldu mu bilmiyorum ama üzgünüm yerim bitti. Kaldı ki ne kadar örnek verirsem vereyim bulamayacaksınız, bombanın fitilini ateşleyen teröristten yukarıda saydıklarımın ve sayamadıklarımın farkını.
Bence artık kabul edin. 


Melih Altınok

Para Para Para



İçerisi bir anda hareketlendi. Deniz Baykal önce gazetecileri topladı. Rol alacağının işaretini verdi. Ardından televizyon programında kendisinden beklenmeyen bir performans gösterdi.
Şimdi herkes "MHP ne olacak?", "Değişim yaşanacak mı?", "Deniz Bey geri gelecek gücü kendinde bulabilecek mi?", "Gelirse CHP istediği çıkışı yakalayabilecek mi?" sorularına cevap arıyor! Biz de arayalım...
Ama önce ne olduğunu anlamaya çalışalım... Bu nedenle PARA üzerinden yol alalım!
Geçtiğimiz günlerde kısaca değinmiştim. Amerika tarihi bir kararla "PARASI OLAN BANA GELSİN!" çağrısı yaptı. Amerika paraya bir adım daha yaklaşmak için KÜRESEL SERMAYENİN temsilcilerini içeri buyur etti!
Garipti! Hem de çok! Sanırım "Ölmek istemiyorsanız gelin. Bu son şansınız" diyordu! Bu davete ilk icabet eden yani Washington'ın çağrısına ilk kulak veren ROTHSCHILDLER oldu!
Rothschild ailesinin Fransa merkezli finans şirketi Rothschild & Co hemen harekete geçti!
Artık yeni vergi cenneti Amerika Birleşik Devletleri olacaktı! Kesin ve net... Amerika, ülkedeki yabancı sermayenin kullandığı HUKUKSAL BOŞLUKLARLA başedemedi (sözde!), bu kararı aldı. Dünyaca ünlü işadamları, İsviçreli bazı yatırım şirketleri, 28 AB üyesi ülkenin en zenginleri ve adı pek bilinmeyen varlıklı aileler, ABD'nin doğusundaki Nevada, Wyoming ve Güney Dakota eyaletlerindeki bankalara trilyonlarca dolar gönderecek. Hem de 2016'nın sonuna kadar...
Yani Amerika kanunlarında biraz esneme yaparak AVRUPA'yı kalbinden vuruyordu! Bu yılın sonuna kadar bütün paranın kendisine akmasını istiyordu!
Tabii bu küresel bir operasyondu!
Çok ama çok büyük bir hamleydi.
Bu rüzgarın dışında kalmak istemeyen TÜRKLER de vardı!
Rothschild ailesinin kapısını çalan önemli ve bilinen bir Türk "Benim de servetimi gittiğiniz yere götürün! Kendimi güvende hissetmek istiyorum. Kendimi de paramı da korumak zorundayım" dedi. Aile, eski dostu olan Türk'e "Merak etme" diye cevap verdi. Ve bu Türk de parasını kimseler bilmeden görmeden Nevada'ya taşıdı. Bazı aileler daha vardı. Bunlar ricacı oluyor, Rothschildler kırmıyordu! Gereken gerektiği şekilde yapılıyordu!
Rothschild ailesi, Nevada'nın önemli kentlerinden Reno'da ofis açtı. Aile "Reno, hem ABD'nin hem de Avrupa'dan parayı getiren ailelerin kurtuluşu olacak" diye konuşuyordu. Aileler kendini kurtarırken AVRUPA çökecekti. Bunu bildikleri için kaçıyorlardı. Önce PARA SAHİPLER İ görürdü çünkü. Rusya bomba yağdırıyor, Müslümanlar can veriyor, kaçmayı başarıp sınırı aşanlar boğulmazsa Avrupa'ya doğru yol alıyordu... Bunun üzerine Soros çıkıp "1 milyon mülteci gelirse Avrupa Birliği ayakta kalamaz. Dağılır!" diyordu!
Biri bombalıyor, Müslümanlar'ı yola düşürüyor, gelen mültecilerin Avrupa'yı yıkacak düzeye tırmanacağını görenler de soluğu NEVADA'da alıyordu! RENO'da zaten Rothschildler'e verilmiş büyük FİNANS ŞEHRİ kuruluyordu! İşler tıkır tıkır yürüyordu!Ruslar kötü polis, Amerika iyi polis! O kovuyor, diğeri alıyordu! Olan Avrupa'ya oluyordu! Büyük kıskaç böyle bir şeydi!
Çünkü kıskaç'ı sadece parayı elinde tutanlar biliyordu! Biz daha hangi TÜRKLER 'in paralarını taşıdığını bilmezken çok güçlü bir akım tüm hızıyla devam ediyordu.
Rothschild ailesinin ortağı olduğu İsviçre merkezli Cisa Trust ve Trident Trust Co. da binlerce hesabı Amerika'ya getiriyordu!
Dünyadaki parayı takip edenlerin başında gelen önemli bir isim şunları söylüyordu: "İsviçre'deki gizli hesaplarda, 2 trilyon dolara yakın para çıkış için zamanı bekliyor. Zenginler, paranın ABD'de güvenli olacağını anladı. Zenginler, güvenli liman sever. Bu liman da öyle görünüyor ki, gelecek 20 yıl boyunca Nevada, Wyoming ve Güney Dakota olacak.
Avrupa için zor süreç de paraların ABD'ye gelmesiyle başladı. Kaçış çok hızlı olacak."
Amerika'nın operasyonunu anlayan ilk aile olan Rothschildler yine dört ayak üstüne düştü!
Amerika'ya giden her 1 doların bile kendi üzerlerinden gitmesi için el sıkıştı! Bu operasyon CIA tarafından 2020'de yapılacaktı. Ancak bilinmeyen bir kararla 2016'nın sonuna kadar tamamlanması emri verildi.
İnanılmaz bir hızla Cenevre ve Zürih bitiriliyor! Avrupa acı çekiyor! Bu yazdan sonrayı bekleyenlerin parası ATLANTİK'i geçerken batırılacak.
Tıpkı TİTANİK gibi!
Biz burada neredeyiz!
Türkler'in ne kadar parası olduğunu biliyorum. Kimin nerede ne kadar serveti var, sır değil.
Avrupa'nın teslim alınması Avrupa ile birlikte Türkiye'yi etkiler! Hem de çok! İç ve dış siyaset bambaşka hal alır!
Bu pencereden baktığımızda RUSLAR'ın bu operasyondan ne aldığını bilmemiz gerekiyor! Bunlar DENGEYİ eskiden olduğu gibi yine birlikte kuruyorlar! Kissenger, Moskova'ya gitti. Putin'le defalarca görüştü. Döndü! Hillary Clinton'ı destekledi... Kendince işaret verdi.
Bence gelişmelerden işaret alan ya da işaret bekleyenlerden birisi de Baykal'dı! Baykal"TEZKEREYE HAYIR" dese de bu kendisinin Amerikan politikalarının karşısında olduğunu göstermiyordu! Sadece Amerikan askerlerinin Türk topraklarından İran'a operasyonuna izin vermiyordu! Ama Baykal politik olarak Abdullah Bey'in karşısındaydı.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun da tabii ki!
Şimdi Avrupa'nın desteğiyle sıçramayı ilke olarak kabul edenler içeride de yenilecek demektir!
İsimlere daha fazla girmek istemem ama durum bu! Baykal bunu gördüğü için ve partinin içinden Selin Sayek Böke Hanım'ın da Atlantik'in ötesinde destek bulduğunu bildiği için sahneye erken çıktı... Kemal Bey'in artık kalma şansı hiç yok! Kendisini getirenler gidiyor, o nasıl kalabilsin!
Deniz Bey'in çıkışlarına tepki veren CHP'lilere iyi bakın! Aralarında Amerika ile çok iyi olanlar var!
Avrupa'yı model olarak gören Kemal Bey artık bırakacak.
Denge bu! Yerine Avrupa karşıtı kimin geleceği tartışılacak! Kavga bu!
Deniz Bey'in HALEP'e ve SÜNNİ Müslümanlar'a sahip çıkmasına bu pencereden bakın!
Kemal Bey'in CHP'si Esad'a, Maliki'ye, Sisi'ye giderken Deniz Bey HALEP'ten geçen farklı bir yol öneriyordu! MHP de bu işten payına düşeni alacaktı! Dünya değişirken partiler asla ve kat'a aynı kalamaz!
Kalamayacak da...
Ayrıca Deniz Bey AK PARTİ'nin içindeki güçlü isimlerle temas kuruyordu! Belki sadece kahve içiyorlardı ama temas vardı! Bekleyelim bakalım... 
Çarşı karışacak gibi...


Ergün Diler

Türkiye’de her şey olursunuz... Bir tek rezil olamazsınız!


Şair-Yazar Murathan Mungan’ın çok güzel bir sözü vardır...

Der ki;
“Türkiye’de her şey olursunuz, bir tek rezil olamazsınız... Çünkü çok kolay unutuyoruz. Örneğin politikada batarsınız, daha sonra müsteşar olursunuz. İş dünyasında batarsınız, kimse hatırlamaz, yeni bir şirket kurarsınız.”
Tam isabet!..
Gerçekten de, Türkiye’de “her şey” olunuyor ama bir tek “rezil”olunmuyor!..
AHH, BİR UTANSALAR!
Şu hâle bakın;
l CHP Genel Başkanı Bay Kemal Kılıçdaroğlu; “3 genel seçim, 2 yerel seçim, 1 referandum ve 1 Cumhurbaşkanlığı seçimi” olmak üzere, “tam 7 seçim” kaybetmiş ama, hâlâ “Genel Başkanlık koltuğu”nda oturmaya devam ediyor ve üstelik, hâlâ “başarı”dan söz ediyor!..
Ya Devlet Bahçeli?..
l MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de; 6 Temmuz 1997’den bu yana “7 genel seçim, 4 yerel seçim, 2 referandum ve 1 Cumhurbaşkanlığı seçimi”olmak üzere, “toplam 14 seçim kaybetmiş”, dahası; 1 Kasım’da; “7 Haziran’daki 40 milletvekilini kaybetmiş” ama, hâlâ diyor ki;
l “Milletimiz koalisyon kurmaktan köşe bucak kaçan AKP’ye tek başına iktidar vizesi ve görevi vermiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi ise devlet ve iktidarın tüm imkanlarıyla mücadele ederek, dik duruşunu koruyarak, milli ve tarihi emanetlere sahip çıkarak, dahası tüm tuzakları bozarak, oy ve milletvekili sayısı itibariyle yeterli olmasa da TBMM’de temsil edilme imkanına yeniden kavuşmuştur.(...)
Milliyetçi Hareket Partisi’nin zayıflaması, kaybetmesi ve hatta baraja takılması maksadıyla siyasi tarihimize kara bir leke gibi geçecek her neviden saldırı icra edilmiştir.
Buna rağmen köklü geçmişiyle; şerefli, imanlı, milli ve tavizsiz mensuplarıyla iç içe geçen ve kenetlenen partimiz zalimlerin yazdığı hükmü yırtıp atmıştır.”
l HDP’nin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise; “siyasette yeni” olmasına rağmen, o da “kaşar”lara uydu!..
Seçimlerden önce; 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kastederek;
“HDP’nin ölüsü yüzde 13 oy alır... 1 Kasım akşamı olacakları önceden söyleyeyim: Tekrar seçime gittiğine pişman olacak, ‘Keşke ben bu seçimi tekrarlamasaydım’ diyecek. O zaman HDP yüzde 13’tü, şimdi yüzde 15 oldu. O zaman 80 vekil çıkarmıştı, şimdi 100 vekil çıkardı diyecek. 1 Kasım’da halkın iradesine saygı duymadığı için pişman olacak” diyen Selahattin Demirtaş; 1 Kasım’da, sandıktan “tam 21 milletvekilini kaybederek” çıktı ama, kameraların karşısına geçip, sonuçları “HDP’nin zaferi” olarak açıkladı ya, pes doğrusu!..
Murathan Mungan haklıymış!..
Türkiye’de, gerçekten de “her şey” olunuyormuş ama “rezil”olunmuyormuş!..
Bu ne “pişkinlik” Allah aşkına?..
Bu ne “kösele suratlı”lık?!?..
İnsan, utana-sıkıla kameraların karşısına çıkar ve der ki:
“Millet bize bir ders verdi... Ama biz; milleti nerede üzdüğümüzü, nerede hata yaptığımızı tek tek araştıracak, kendimizi affettirmeye çalışacağız!”
Bunu desinler,
Canımın içini yesinler!..
Ama bunlarda “utanma” yok!.. Yüzleri “kösele” kaplı olmalı ki, hiç kızarmıyor!..
İSTİFA ETMESİNLER, ÇÜNKÜ!
Aslında var ya;
Her üç genel başkanın parti tabanlarından ve hatta eski milletvekillerinden “istifa” çağrıları geliyor ama, ben onların istifa etmelerini istemiyorum...
Niye istemiyorum?..
Çünkü, merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek der ki;
“Ey düşmanım;
Sen benim ifadem ve hızımsın...
Gündüz geceye muhtaç,
Bana da sen lâzımsın!”
Hele söyleyin;
Eğer, Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Demirtaş’ın “beceriksizlik”leri olmasaydı,AK Parti bu oy oranına ulaşabilir miydi?..
Onlar beceremedi ki,
AK Parti başarılı oldu...
RAKİPLERİ TOLGA ÇEVİK!
Demek ki, neymiş;
“Gündüz, geceye muhtaç,
Biz de muhalefete muhtacız!”
Ama, bu muhalefete!..
“Kongre”sini, “Kurultay”ını yapmış, “genel başkanlarını değiştirmiş”muhalefete değil!..
Bırakalım otursunlar yerlerinde!..
Bırakalım, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a saldırıp, “Sultan” derken, kendileri; yaşadıkları “hezimet”lere rağmen “saltanat” sürmeye devam etsinler!..
Yerlerinde kalsınlar, “saltanat” görsünler, “koltukları işgal etmeye” devam etsinler ki, başka koltuklara göz koymasınlar!..
Mazallah, “koltuk”larını bir kaybederlerse, ne yapacaklar?..
Bu kadar “komiklik”ten sonra;
“Komedi Dükkânı”na el koyabilirler, Tolga Çevik’i kapı dışarı edebilirler!..
Öyle ya;
Bunlar “genel başkanlık”tan olurlarsa, bundan sonra “Komedi Dükkanı”ndan başka dükkan işletemezler!..
Bunların, AK Parti’ye “rakip” olamayacakları, bir defa daha ortaya çıktı... Bunlar, olsa olsa Tolga Çevik’e rakip olurlar!..
Gerçekten “komik”ler!..
“Çok komikler!”
Tolga Çevik, dikkat etsin kendine. “Komedi Dükkanı”nı elinden alabilirler!..
İSTİFA, YAZARLARA YAKIŞIR!
Dedim ya; yaşadıkları, “hezimet”e rağmen “istifa” etmesinler!..
Hem, “genel başkanlar”dan önce; onlara “yol gösteren” gazeteciler,“akademisyen”ler ve “köşe yazarları” istifa etmeli değil mi?..
l “AKP” lafzını bırakarak “AK Parti” demeye başlayan Zaman ve Hürriyetgazeteleri, seçim sonrasında yaptıkları yayınlarla resmen “beyaz bayrak”açtı. Hürriyet, dün birinci sayfasından bir “mektup” yayınlayarak, “Devlet içindeki her türlü illegal yapılanma ile mücadelede hükümetin yanındayız” mesajı verdi.
l HDP lideri Selahattin Demirtaş’ı CNN Türk’teki programına çıkararak“saz” çaldıran, “HDP’ye oy ver kurtul” altyazısı ile adeta propaganda yapan Ahmet Hakan ise Hürriyet’teki köşesinde Demirtaş’ın PKK’ya karşı gelemediğini ve lider olamadığını yazdı.
l Paralel Yapı’nın Today’s Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş de bundan sonra Türkçe yazı yazmayacağını, “milletin bunu hak etmediğini” söyleyerek, “rezil olamayanlar” kervanındaki yerini aldı!..
Gördünüz ya;
Kimi kıvırıyor, kimi kıvranıyor!..
Ama “istifa”yı düşünen yok!..
ÇALIŞKAN AKADEMİSYEN!
Hepsi bir yana da;
“CHP’li Akademisyen(!) Koray Çalışkan”a ne demeli?..
Adam, seçimlerden önce; “Paralel İhanet Çetesi’nin televizyon kanalı”na çıktı ve “1 Kasım’da AK Parti’nin yüzde 47 oy alacağını” tahmin eden Adil Gür’e demediğini komadı!..
“Rezil olacaksınız” dedi,
“Şarlatanlar” dedi!..
“Ben siyaset bilimciyim, ben araştırmacıyım” deyip, ekledi:
“Biz bu araştırmaların metodolojisini öğreten insanlarız... Bu adam, nereden çıkarmış yüzde 47’yi?.. AK Parti, kesinlikle yüzde 47 oy alamaz!
Yüzde 47’yi bırak, ona yaklaşamaz bile!.. Yüzde 40’ı bulsun, mutlu olsun!..
O zat, seçimden sonra bir daha araştırma yapmasın!.. Hadi çıksın benimle televizyona... Eğer haklı çıkarsa; bırakırım, ben bu akademisyenliği bırakırım!”
Peki, Koray Çalışkan adlı “CHP’li akademisyen”(!) “istifa” etti mi?..
Etmedi!..
Peki, Adil Gür için “Şarlatan!.. Rezil olacak” derken, kendisi “rezil” oldu mu?.. Ya da, asıl “şarlatanlığı” kendisinin yaptığının farkında mı?..
Hayır, farkında değil!.. “Rezil” olduğunun da farkında değil!..
Ama, Murathan Mungan demiş ya;
“Türkiye’de her şey olursunuz, bir tek rezil olamazsınız!”
Türkiye’de, Koray Çalışkan gibi “CHP’li Akademisyen” olursunuz, Bülent Keneş gibi “Paralelci gazetede Genel Yayın Yönetmeni” olursunuz, Ahmet Hakan gibi; “Aydın Doğan’a garson, Ertuğrul Özkök’e deve yularcısı, Hürriyet’e yazar” olabilirsiniz!..
Evet, her şey olursunuz;
Bir tek “rezil” olamazsınız!..
Çünkü, “rezil” olmak için,
İnsanda “yüz” olmalı!..
“Yüzsüzler”, rezil bile olamaz!.
 ***************************************************************************
2015 yılındayız ama YSK, hâlâ yayın durduruyor!
Yanılmıyorsam, “Üst Kurul”lardan en çok şikâyet eden siyasilerden biri de,Bülent Ecevit’ti!.. 
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “Üst Kurullar Cumhuriyeti” olduğunu söylerdi!..
Haksız da sayılmazdı...
Zira, Türkiye’de, elini sallasan “Üst Kurul”a çarpıyor!.. Yüksek Seçim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Rekabet Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Kamu İhale Kurumu!..
Say babam say... 
Her taraf Kurul!..
Kurulmuşlar “Eski Türkiye”nin başına; sürekli talimat yağdırıyorlar!..
Meselâ RTÜK, meselâ YSK!..
“1961 Anayasası Anlayışı”nı hâlâ devam ettiren bu YSK; 2015 Türkiyesi’nde, kalkmış; “Tek kanallı Türkiye yasaları”nı dayatıyor ve“Yayınlarda adil davranmadın” diyerek, “A Haber’e 17 kapatma, Kanal 24’e 2 uyarı 2 kapatma cezası” veriyor!..
Hiç düşünmüyorlar ki; 
Artık sadece TRT yok, artık “özel kanallar” var!.. 
Özel kanallar da;
İstediği partiye, istediği kadar yer verir!..
Heyy YSK’cılar!..
Artık uyanın... 
“2015 yılında”yız!..

Oslo’nun kriminalize edilmesi


MHP’nin yıllardır ağzına sakız ettiği Oslo suçlamalarına alışığız ve yadırgamıyoruz. Nihayetinde bu parti varlığını bu çizgiye borçlu.
Peki ya Çözüm Süreci’ne baştan beri destek verdiğini söyleyen, hükümeti Çözüm Süreci’ni bitirmekle suçlayan ve şişine şişine “Terör sorununu ben çözerim” diye ortaya çıkan CHP’nin MHP’yle aynı çizgiye düşmesine ne demeli? 
Seçime bir hafta kala, yeni bir keşifmiş gibi Oslo görüşmelerini gündeme getirmesi ve hükümeti bununla sıkıştırmaya kalkışması en kaba saba biçimiyle oportünizm değilse nedir? 
Eğer 7 Kasım’da AK Parti tek başına iktidar olamazsa, CHP koalisyon ortağı olmaya en yakın parti. Ve şu anda söylediği her sözün yarın öbür gün kendisini zor duruma sokup sokmayacağını iyi düşünerek söylemeliydi. 
Bu sorunun öyle üç tane komisyon kurup üç tane de rapor çıkartmakla çözülmeyeceğini başta CHP’liler olmak üzere herkes gayet iyi biliyor. 
Önümüzde 30 küsur yıllık silahlı bir örgütün tasfiye edilmesi gibi devasa bir mesele var. Benzer meseleler dünyanın her yerinde devletlerin bu örgütlerle oturup müzakere etmesiyle çözülmüş. Bizde bu görüşmeler Oslo’ya kadar başlamadıysa, askeri vesayetin çizdiği kırmızı çizgiler yüzünden başlayamadı. Ne zaman ki vesayet geriletildi, ancak o zaman siyasi irade Öcalan’ı askeri bürokrasinin kontrolünden kurtarıp bizzat iletişime geçti ve Çözüm Süreci’nin ilk aşaması olan Oslo görüşmelerini başlatabildi. 
Dolayısıyla, Oslo görüşmeleri AK Parti’nin “yumuşak karnı” değil, tam tersine gururla sahip çıkabileceği radikal bir siyasi adımıdır; bugün MHP dışında kimsenin karşı çıkmaya cesaret edemediği Çözüm Süreci’nin de başlangıcıdır. 
Bu tip görüşmelerde her şey konuşulmuş, her türlü pazarlık masaya gelmiş, bu pazarlıklar tutanak haline de getirilmiş olabilir. Önemli olan sonuçtur. Sonuçta PKK, Oslo’da ve devamında İmralı’da yürütülen pazarlıklardan istediği statüyü koparabilmiş olsaydı, herhalde yeniden silaha dönme ihtiyacı duymazdı. 
Ama şunu hepimizin içimize sindirmesi gerekir: Eğer yarın öbür gün PKK pes eder ve silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkarmaya karar verir, Çözüm Süreci de yeniden canlanırsa, Oslo tipi görüşmeler de, İmralı türü görüşmeler de yeniden başlayacaktır ve o görüşmelerde bugün CHP ve MHP tarafından kriminalize edilerek takdim edilen birçok konu yine gündeme gelecektir. Anayasada etnisiteye atıf yapılan maddelerin çıkarılması, vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi, anadilde eğitim hakkı, eğitim hizmetlerinde yerele geniş yetkiler tanınması, Büyükşehir Yasası’yla genişletilen yerel yönetim yetkilerinin daha da genişletilmesi gibi demokratik taleplerin karşılanması elbette Meclis’in işi. Ama iş bunlarla bitmiyor. 
Çözüm Süreci'nin sonuçlanabilmesi için, silahlı yapının tasfiye edilmesi; bunun için de dağdakilerin indirilebilmesini sağlayacak hukuki düzenlemelerin yapılması, lider kadroyla ilgili bir yol haritası çizilmesi, Öcalan’ın durumunun yeniden gözden geçirilmesi gibi müzakere gerektiren birçok adım atılması gerekiyor. 
Son çıkışıyla bütün bu konuların görüşülmesini kriminal bir mesele haline getiren CHP, yarın koalisyon ortağı olursa ne yapacak? Bütün bu meselelerin müzakereler yoluyla çözülmesine karşı mı çıkacak? O zaman sorunu çözme vaadini nasıl tutacak? 
Kılıçdaroğlu bu soruların karşılığını cumartesi günü Fox TV’de verdi aslında. 
Asıl hedefinin MHP’yle koalisyon yapmak olduğunu söyledi. Böylece biz de CHP’nin ne Kürt sorununun ne de terör sorununun çözümü diye bir derdinin de projesinin de olmadığını anlamış olduk. 
CHP lideri MHP’yle programlarının birçok noktada örtüştüğünü söylerken haklıydı. En temel örtüşme alanının Kürt meselesi olduğunu Oslo çıkışıyla ortaya koydu zaten. Seçime beş kala bu gerçeğin net bir biçimde ortaya çıkması da iyi oldu.

Teröre karşı iki yüzlü muhalefet

Teröre karşı iki yüzlü muhalefet

MHP-HDP-CHP ittifakının karşı çıktığı İç Güvenlik Yasası, 6 ayda terörle mücadelede görülmemiş başarı getirdi. Yasa ile binlerce çocuk PKK’lı olmaktan, Türkiye ise bir uçurumdan kurtarıldı.


Türkiye bugün DAEŞ ve PKK saldırılarının hedefi olurken, muhalefet partileri devleti ve hükümeti terörle mücadelede yeteri kadar aktif olmamakla suçluyor.
Ama terörle mücadelede hayati bir rol oynayan İç Güvenlik Yasası’na karşı tüm muhalefet partileri ittifak yapmıştı. Hatta, varlıkları birbirlerine olan düşmanlık üzerine kurulu MHP ve HDP, TBMM’de bazen bozkurt ve zafer işaretleri eşliğinde birlikte hareket etmişti.
YASA ÖNCESİ KARANLIK
İç Güvenlik Yasası’nın 4 Nisan’da yürürlüğe girmesinin üzerinden 6 ay geçti. Peki ama 2 aylık tartışmayla kabul edilen bu yasa ile Türkiye’de terörle mücadelede ne değişti? Rakamlar, PKK’ya karşı yürütülen operasyonlarda 31 yıldır görülmemiş bir başarıyı işaret ediyor. Güvenlik görevlilerine göre bu yasa olmasaydı, 7 Haziran  sonrasında özerklik ilan eden terör örgütü PKK’nın beli kırılamayabilirdi. 
6-7 Ekim ve 2 Kasım 2014’te HDP Merkez Yürütme Kurulu, Kobani bahanesiyle “Sokağa çıkma” çağrısında bulundu. Şiddet olaylarında 31 kişi hayatını kaybetti, 2 polis şehit oldu ve 221 vatandaşla 139 polis yaralandı. PKK’nın son bir yıldaki saldırılarında 79 sivil hayatını kaybetti, 469 kişi yaralandı ve 2 bin iş yeri ve araç hasar gördü.
POLİS VE ASKERE YETKİ
PKK’nın 7 Haziran sonrası ‘Özerklik ilan edeceği’ ortaya çıkınca devlet, PKK’yla mücadele için yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duydu ve ardından İç Güvenlik Yasası kabul edildi. Yasaya göre güvenlik güçlerine; toplu işlenen suçlarda 48 saate kadar gözaltı yetkisi, üst, eşya ve araç arama ve riskli durumlarda daha fazla silah kullanma yetkisi verildi. En önemlisi, güvenlik güçleri, arkalarında devlet desteği olduğunu gördü ve ‘yargılanma korkusu’ olmadan kararlı bir şekilde terörle mücadele etti.
GÖRÜLMEMİŞ BAŞARI
İç Güvenlik Yasası’nın verdiği yetkiler, PKK’nın özerklik planını hayata geçirmesine fırsat vermedi. Yasanın verdiği yetkiyle büyük bölümü PKK ve gençlik yapılanması üyesi 2 bin 799 kişi, eylem hazırlığında veya eylemde gözaltına alındı ve 772’si tutuklandı. Yurtiçinde 204 PKK’lı etkisiz hale getirildi, 123 terörist yakalandı. 22 Temmuz sonrasıda PKK’ya yönelik yurtiçi ve dışında gerçekleştirdiği operasyonlarla bin 480 terörist etkisiz hale getirildi. Güvenlik güçlerinin 31 yıllık mücadelesindeyse 23 bin 766 terörist etkisiz hale getirildi, bin 591 terörist yakalandı. İç Güvenlik Yasası terörle mücadelede görülmemiş başarı sağladı.
ÇOCUKLAR EVLERİNDE
Sadece Diyarbakır’dan bir örnek: Olaylara karışan bin 132 çocuğun ailelerine 232 TL ceza kesince, sadece 77’i ikinci kez olaya karıştı. 91’i de 12 yaş altı çocuklar olması ve PKK’nın son iki yılda iki bin çocuğu dağa götürerek örgüt mensubu yaptığı da düşünülürse, yasanın faydaları açısından dikkat çekici.
TERÖRÜN SORUMLUSU DEVLET’
İÇ Güvenlik Yasası’yla PKK’nın büyük darbe alacağını bilen HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş “Bütün toplumun bu yasaya karşı çıkması lazım. Bütün vekillere sesleniyorum. Aylarca konuşalım tek bir madde bile geçiremesinler” demişti ve bu çağrısı MHP ve CHP’de de karşılık bulmuştu. Demirtaş, Ankara’daki bombalı saldırı sonrasında ise “Nereden gelmiş olursa olsunlar siyasi sorumluluk hükümettedir. Devlet içinde IŞİD’i koruyan kollayan bir yapı var” demişti.
PKK ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISIYMIŞ
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bile İç Güvenlik Yasası görüşmeleri sırasında MHP ve HDP’nin birlikte hareket etmesine şaşırmış, “İlk kez belki HDP, MHP, CHP, üçümüz de (İç Güvenlik Yasası’na) karşıyız” sözleriyle dile getirmişti. İç Güvenlik Yasası öncesi terörle mücadele için daha fazla yetki veren bu yasayı engellemek için “Biz üzerimize düşeni yaparız” diyerek MHP ile birlikte yasayı 2 ay geciktiren Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerdeyse “Gerçekçi olalım, PKK silah bırakmaz. IŞID ile çarpışıyor” ve (Dağlıca’daki PKK’nın hain pusu ardından, Hürriyet haberine inanarak PKK değil Cumhurbaşkanını  suçlayarak) “Uğruna ülkeyi kan gölüne çevirdin” demişti. Kılıçdaroğlu (Sosyalist Enternasyonel’de imza attığı sonuç bildirgesinde) “PKK’lılar Filistinliler gibi özgürlük savaşçısıdır” bile demişti.
‘İÇ GÜVENLİĞE KARŞIYIZ’
Bugün yaşanan olaylarda terör örgütleri yerine hükümeti ve devleti PKK’yla yeteri kadar mücadele edilmediği gerekçesiyle eleştiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, altı ay önce karşı çıktıkları İç Güvenlik Yasası’nın başarısı karşısında sessizliğini koruyor. MHP’li milletvekillerinin HDP’li vekillerle hükümete karşı TBMM’de birlikte hareket ettiklerini gösteren fotoğraflar, bugün hala milliyetçi vatandaşlarda tepkiyle karşılanıyor. Ama 4 Nisan’da yürürlüğe giren yasaya karşı çıkan MHP lideri Bahçeli, buna gerekçe olarak da “Milliyetçi Hareket Partisi, İç Güvenlik Yasa tasarısının çok tehlikeli sonuçlara meydan vereceğini gördüğünden esastan itiraz etmektedir” demişti. Hükümetin teröre karşı önlemleri artırmasına karşı çıkan Bahçeli, Ankara’da 102 kişinin ölümüyle sonuçlanan Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı sonrasında “İnsanlarımız ölüyor sen hala oy hesabı yapıyorsun. Bombalar patlıyor, bu AKP’ye yarıyorsa o zaman azmettiren bellidir” demekten de geri durmamıştı. 

Balık



İsim vermeyeceğim... Çocuklarımızı emanet ettiğimiz bir üniversite profesörümüz tweet atmış bana. Ergün Diler'i de işin içine katarak sitem ediyor, hatta biraz da sert bir üslupla soruyor; "Bekir Hazar sizdeki bu İngiltere, Londra, Kraliçe, Dük, Düşes takıntısı ne?
Senaryolar üreterek kimi kandırmaya çalışıyorsunuz?"
diyor. Evet o bir üniversitemizin profesörü. ABD'de yeni başlayan bir dizi revaçta bugünlerde. Adı; HACKER... Bir bölümünde ABD'li hackerler, ABD'nin en güvenli server ağına sızıp, küresel bir holdingin sistemini çökertmek için harekete geçiyorlar.
Holdingin çalışanları, eski CIA VE İngiliz istihbaratı MI6'nın eski personeli. Çılgın çocuklar bu holdinge taarruza geçtiklerinde hata yapıyorlar.
Yanlışlıkla başka bir şirketin server'ını hack'liyorlar. Operasyon sonrası anlıyorlar ki; hack'ledikleri şirket aslında bir İngiliz firması. Ve Londra'daki bu şirket, aslında IŞİD terör örgütünün yatırımcıları olarak karşılarına çıkıyor. Yani IŞİD'in petrolünü satın alıp milyon dolarlar yağdırıyor örgüte.
Ardından petrole karşılık verdiği milyon dolarları aynı örgüte silah satarak fazlasıyla geri alıyor. İngiliz firması, CIA'nın güvenliğini sağladığı server sistemi içinde yer alıyor.
Yani IŞİD'e çalışan İngiliz firmasını CIA koruyor. Şimdi bizi senaryo uydurup hayal dünyasında yaşamakla suçlayan Türk profesörümüz sanırım Ergün'le benim bu diziyi seyredip ilham aldığımızı düşünüyor.
Halbuki, İngiliz sömürgeciliğinin örgütler kurarak insanları nasıl birbirine kırdırdığını, 200 yıldır tüm yeryüzünde terör desteğiyle nasıl bir ton ülkeyi Kraliçe'ye bağladığını bilmiyor. Hadi onu geçtim, Suriye sınırında IŞİD'e üç kız militanı götürürken yakalanan Kanadalı ajandan bihaber. Sanırım profesörümüz tarih kitabı, gazete okumuyor, televizyon seyretmiyor. Dahası yakalanan ajanı duysa bile, çalıştığı ülke Kanada'nın parasında İngiliz Kraliçesi'nin resmi olduğunu ve bunun ne anlama geldiğini hiç bilmiyor. Dünyada IŞİD'e karşı en büyük yaygarayı yapıp "Bu örgütle savaşalım" diye ortalığı ayağa kaldıran İngilizler'in ABD'nin kurduğu koalisyonda yer aldığını sanırım biliyor. Buna dayanarak İngiliz'i IŞİD'le savaşıyor zannediyor ama Suriye'de bu terör örgütüne bir tek İngiliz uçağının tek sorti yapmadığını öğrenecek kadar dünya ile alakalı değil. Aynı İngilizler tüm medyası ile hücuma geçerek PKK'yı kahraman ilan edip "Türkiye Kandil'i vurarak IŞİD'e yardım ediyor" diye bize hergün füze yolluyor. Amerikan yönetiminden "Türkiye'yi hala IŞİD'e yardım etmekle suçlayanlar, koalisyonda olmalarına rağmen ne yaptılar? Kaç uçak kaldırdılar. Sıfır" diye açıklama ve Londra'ya şamar geliyor. Bizim profesör sanırım sualtı balıkları konusunda uzman olduğu için bu gelişmelere uzak takılıyor.
Bakın geçtiğimiz günlerde bölgede ne oldu? ABD uçakları 120 kişilik bir IŞİD MİLİTANgrubunun bulunduğu yere bomba yağdırdı. Simsiyah giyinmişler ellerinde IŞİD bayrakları ile yürüyordu o 120 kişi.
Anında İngiliz hükümeti can havliyle ABD'yi aradı; "Bombaladığınız kişiler bizim hava kuvvetlerimize ait (SAS) Special Air Servisi'ne bağlı askerlerimiz.
Aman bombalamayı durdurun
" diye yalvardı. Bunu ben iddia etmiyorum. "IŞİD kıyafetleri ve bayrakları ile ABD uçaklarının bombaladığı 120 kişi bizim askerlerimiz" diyen İngiliz Sunday Express yazıyor. Hani BBC'de "İşte El kaide KURUCUSU İngiliz istihbaratı ajanı" diye gururla yapılan röportaj gibi bir durum var ortada.
Bakın üyesi demiyor, "KURUCUSU" diyor.
Dedik ya sanırım bizim profesör su altı balık araştırmaları yaptığı için doğal olarak su üstünde neler oluyor bilemiyor, bilemez de.
Osmanlı'yı yıkan Lawrence ve Hempher gibi İngiliz ajanlarının nasıl İslam dinini öğrenip, bedevi kıyafetleri giyip, namaz kılıp, çöldeki bedevilerden Türkler'e karşı terör örgütleri kurduğunu da su altındaki birine anlatmak zor. Çünkü su üzerinde ne kadar bağırırsanız bağırın, su altındaki bir insan duymaz. Şimdi aynı İngilizler, tüm medyası ve köşe yazarları ile PKK'yı neden bu kadar seviyor, övüyor, kokluyor, öpüyor diye soracak olsam o profesörümüz "Balık olduğu için" diye cevap verebilir. Bu İngiliz basını neden seçimde "Oyunuzu HDP'ye verin" diyerek sanki Türkiye müstemlekeleri gibi ayağa kalktı.? Niçin AK Parti'nin CHP ile koalisyon yapması için kendini yırttı? Bunların hiç birini sormayacağım.
Çocuklarımızı emanet ettiğimiz balıkçı profesörümüzü öpüyorum.

Bekir Hazar