Kudüs düşmesin diye 25 bin şehit verdik...



2003 yılında Irak işgal edilmiş, Birleşik Batı Ordusu Mezopotamya'nın kalbine yerleşmiş, Müslüman dünyayı çevrelemeye ve kontrol etmeye dönük yeni bir proje, yüz yıl sonra devreye sokulmuştu. Batı ordularının geçtiği, işgal ettiği, çatıştığı, katliam yaptığı her şehir, her kasaba, her köy hafızamızın parçasıydı. Haber bültenlerinde geçen yer isimlerini okuyunca derin bir hüzün duyuyorduk.

Mesela Bağdat alev alev yanarken bizler ateşler içindekıvranıyorduk. O günlerde, “neden kimse Kut-ul Amare zaferini hatırlamaz” diye yazılar yazdığımı hatırlıyorum. Doksan yıl önce yaşanan çok büyük bir zaferin hafızalarımızda hiçbir yeri yoktu. Kimse yazmıyor, hatırlatmıyordu. Sanki beş yüz yıl önceki bir tarihtensöz ediyorduk. Irak'ın işgal edilmesi, “Kut” isminin haber bültenlerinde geçmesi bile bizi uyandırmıyordu.

Çanakkale bile kitaplardan çıkarıldı

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa olmasaydı, belki Çanakkale zaferini de hafızalarımızdan sileceklerdi. Yıllarca Anzak haberleriyle üstü örtülen bu büyük zaferin gerçek mahiyetini bile yeni yeni kavrıyoruz. Kut-ul Amarezaferi hafızalarımızdan silinmişti ama Çanakkale'yi bir şekilde bugünlere taşıyabilmiştik.

29 Nisan 1916'dan tam yüz yıl sonra, Kut-ul Amare zaferi üzerine yapılan yayınlar işte bu yüzden çok güçlü hafıza tazelemesidir. Böyle güçlü vurgularla gündeme getirilmesinin özel bir anlamıvardır. Son yirmi yılda, son on yılda, aslında yapmaya çalıştığımız her şey, giriştiğimiz her mücadele, yüzleştiğimiz her kriz bu özel anlamla bağlantılıdır.

Hepsi Türkiye'yi durdurma çabası

Bir meydan okuma, bir hafıza tazeleme, kendini yeniden kurma,bağımsız güç olma hesaplarımız söz konusudur. Yaşananların yüz yıllık istiklal savaşının son aşaması olarak nitelememiz bundandır. “Son Kurtuluş Savaşı” dememiz bu yüzdendir. Türkiye'nin devlet aklının, siyasi aklının, gücünün ve perspektifininhedef alınması, milletimizin hayallerinin yok edilmesi girişimleri de bu yüzdendir.

On üç yılda sayısız darbe girişimlerinin servis edilmesi, Gezi isyanı ile terör üzerinden Türkiye'ye diz çöktürme çabaları, 17 Aralık istihbarat operasyonuyla Türkiye'ye teslim alma projesi hep bu yüzdendir. Bugün öyle bir tarihi kırılmaya tanık oluyoruz ki, bu kritik dönemi atlattığımız anda belki yüzlerce yıl bir daha bu günlere dönmeyeceğiz. Bu yüzden mücadele çok büyüktür ve her alanda devam etmektedir. Bu yüzden ardı ardına saldırılar, müdahaleler, senaryolar devreye sokulmaktadır.

Dördüncü “şok”a izin vermeyeceğiz

Terör üzerinden işgal girişimlerine “müttefiklerimizin” açıktan destek vermesi de bu yüzdendir. Biz Türkiye'yi yeniden kurmaya,vesayetten kurtarmaya çalışırken onlar Türkiye'yi durdurmak için saldırılarını daha da güçlendirmektedir. Aslında yüz yıl önce, Kut'ta, Çanakkale'de verdiğimiz savaşlarda, karşımızda duran ittifak kadar yaygın bir ittifak söz konusudur.

Bin yıllık tarihimizde yaşadığımız üç büyük 'şok'tan sonra dördüncü şok dalgası bizi sarmadan, sarsmadan, tasfiye etmeden bu mücadeleyi kazanmak zorundayız. Coğrafyamızı, tarihimizi, kendimizi, ortaklarımızı, benliğimizi keşfetmek buna göre kendimizi ve ülkemizi yeniden kurmak zorundayız. Bu büyük mücadele verilirken, çok uluslu müdahalelere direnmeye çalışılırken,içeride üç beş parazitin çıkar hesapları, onlarca yıldır vesayetin içerideki uzantıları bize engel olmamalı.

Kudüs için 25 bin şehit verdik

Coğrafyada harita taslakları elden ele dolaşırken, dışarıdan gelen tehditleri savuştururken içeriden vurulmak çok büyük talihsizlik olacak. Bu yüzden de içeriden saldırıların her geçen gün daha da yoğunlaştığını görüyoruz. Bu saldırılarda görev alan, onu normalleştiren herkes bu ülke için tehdittir, tehlikelidir, bu büyük mücadelenin karşısındadır. Onlar açıktan bir dış tehdit olarak değerlendirilmelidir.

2016 Kut zaferi üzerinden bir hafıza tazelemeyse önümüzdeki yılı da Gazze Savaşları'nın yüzüncü yıl dönümüdür. Bu tarihi de, o savaşları da, büyük çoğunluğumuz hatırlamayacaktır. 99 yıl önceki bu mücadele bize yüzlerce yıl önce olmuş gibi gelecektir. AmaKudüs için verdiğimiz 25 bin şehidin torunları olarak oralarda neler yaşandığını gün gün hatırlamak boynumuzun borcudur. Çünkü sadece Kudüs'ün savunmasında 25 bin şehit verdik.

Bandırmalı Ömer, Ödemişli Kazım..

“Saat altıya çeyrek kala Yüzniye üzerinden geçen bir düşman tayyaresinden Ahmet Çavuş komutasındaki topa tam bir isabet söz konusu oldu. Kozandağlı Mehmet, Bandırmalı Ömer, Ödemişli Kazım, Lüleburgazlı Halil şehit oldukları gibi, Marangoz Abdullah, Kilisli Mustafa ağır yaralı olarak tahliye arabalarına nakledildi ve Meske'deki bölüğe ulaştırıldı. İşte bugünün sabahı sekiz arslan neferin elimden alınmasıyla başladı. Şimdi her tarafta bir musalib harb var. Bakalım… İstikbal… (Piyade Topçu çavuş Mehmet Hüseyin. Saat 06: 50.”

1917 Gazze Savaşları'ndan bir not bu. Böyle yüzlercesi var. Şarkı sözleri, ağıtlar, şiirler, askeri değerlendirmeler, siyasi analizler ve daha bir çok şey. Anadolu çocuklarının binlerce hatırası var. Bu tarih de bu hafıza da bizim. Gazze'den Kudüs'e nasıl gidildiği, köy köy, tepe tepe ne tür çatışmaların yaşandığına dair her şey. Ne kadarını biliyoruz?

İngilizlerin cephe notları

15 Eylül 1917: Tabur Bombay'dan “Keşmir” adlı savaş gemisiyle yola çıktı. 27 Eylül'de Süveyş Kanalı'na ulaşıp karaya çıktık. Aynı geceKantara'ya ulaştık. 27 Ekim: Bila'dan 10 mil mesafedeki Mes'un Vadi'ye yürüyoruz. Düşman hendekleri bizden bin beş yüz yarda uzaklıkta, onun önünde de Türklerin keskin nişancılarıbulunuyordu.

28 Ekim: Sabah 3-4 civarında düşman hendeklerine ağır bombardıman başladı. Aslında o mevzileri ve Gazze'yi bir haftadır bombalıyorduk. 6 Kasım: Gece 11'de Gazze'ye saldırmak üzere hendeklerimizin önünde mevzi aldık. Hill'deki üç kampı ele geçirdik.

9 Nisan 1918: Tümenler şafak vakti hattın ortasındaki düşman mevzilerine saldırdı. Rafet, El Kefr ve Barukin köyleri hedef alındı.Ciddi mukavemetle karşılaştık. Barukin köyünü üç kez alıp kaybettik. Hücumun ilk safhasını sabah 8'de tamamlamalıydık ama ağır çarpışmalar öğleden sonra 3'e kadar devam etti. Topçularımızın hedefleri tepelerdeki düşman (Türkler) makineli tüfekleriydi. İlerleme sağlayamadık. Başarısızlığımızın iki sebebi: Topçu desteğimizin yeterli olmaması. Düşman mukavemetinin çok güçlü olması…

“10 Mayıs 1918: Türkler tarafından çok ağır bombardımana tutulduk. 22 Mayıs: Türkler yine ön mevzilerimizin ağır bombardımana tuttu. 13 Temmuz: Türklerin yoğun bombardımanı bir buçuk saat sürdü. Ardından hücuma uğradık. Türkler Almanlarla birlikte Rafet'te 3 bin batarya ateşledi….”

Bunlar da İngiliz subaylarının cepheden tuttuğu notlardan çok az bölümler.

Yeni bir 20. yüzyıl yaşamayacağız!

1917 Gazze Savaşları, Kanal muharebesi, ardından Kudüs'ün düşmesiVe tarih değişiyor. Neler yaşandı, bu savaşlar dünyayı nasıl değiştirdi? Anadolu'nun işgaline kadar varan bu süreç sonrasında 20. yüzyıl boyunca kendimizi korumayı başardık.

O yüzyıl bitti. Biz bunu farkettiğimiz anda topyekun saldırılar yeniden başladı. Şimdi, yeniden yükselişin, yeniden varoluşun, coğrafyaya bir şeyler söylemenin, tarihin akışını değiştirmenin tartışıldığı bir dönemdeyiz. Bir yirminci yüz yıl daha yaşamayacağız, yaşamamalıyız.

Bir daha asla…

Bugün bölgemizde, ülke içinde verilen mücadele budur. Hafızamız yoksa siz de olmayacaksınız. Kut-ul Amare ile başlayıp, Anadolu çocuklarının bütün coğrafyada neyin mücadelesini verdiğini keşfetmek, hatırlamak zorundayız.

İşte bu yüzden, kimin nerede durduğuna dikkat edin! Dışarıdaki saldırılar kadar içerideki zaaf alanlarına, zayıflatma girişimlerine dikkat edin. Mısır senaryosuna, Ukraynasenaryosuna, Suriyeleştirme çabalarına dikkat edin.

Bir daha asla bu hezimeti yaşamamak için ülkenize, onurunuza, tarihinize, geleceğinize ve bugünkü büyük mücadeleye destek verin.


İbrahim Karagül

Brüksel’i kim vurdu? Türkiye için dikkat!


Başkent başkent, şehir şehir dolaşan terör bu sefer Brüksel'i vurdu. Paris'i vurduğunda hep birlikte karşı durduğumuz,İstanbul'u ve Ankara'yı vurduğunda herkesin suskunluğa gömüldüğü, Amerika'dan Almanya'ya herkesin yeni saldırı olacak diye alarma geçtiği terör dalgası bu sefer Belçika'da patladı.

İlk soru, “Belçika'yı kim vurdu” sorusudur? İkinci soru, “neden vurdu” sorusudur. Her gün ısrarla sorduğumuz, yakındığımız, yüksel sesle dile getirdiğimiz sorular da var? Bunların içinde hiç değişmeyen soru, “terör ihalelerini kim dağıtıyor” sorusudur.

Artık dar anlamda terör analizlerinin anlamı kalmadı. İntihar saldırısı yapan kişinin profili, hangi sosyolojik çevreden geldiği, bombayı nasıl naklettiği, güvenliği nasıl aştığı gibi konular sadece kriminalistik analizlerdir. Elbette buralardan gidilecek doğru adresler vardır. Ama artık bu yöntem yeterli değil, hatta çoğu zaman bizi körleştiren bir yol haline gelmiştir.

Tamam, saldırıyı IŞİD yaptı da, patron kim?

El Kaide adı altında yapılan terör saldırılarının hiçbiri gerçek anlamdaaydınlatılamamıştır. Onun yerine ikame edilen IŞİD adı altında yapılan saldırılarda izlediğimiz yol sadece saldırıyı yapana veya IŞİD'e kadar ulaşabilmiştir.

Talimatı kim verir, hedefi kim belirler, hedef belirlenirken hangi siyasi amaç güdülür, bu saldırılar ve örgütler üzerinden ne tür stratejik hesaplar yapılır, bulunamaz. Ya da bilinir ama herkes orada susup kalır.

Terörün patronları bilinir ama onlara kimse bir şey diyemez. Çünkü ihaleyi onlar dağıtır, parayı onlar sağlar, coğrafyamızdaki paylaşım savaşlarını bu örgütler üzerinden onlar yapar. Bazen de kendiaralarında kapışırlar. Siz o saldırıları IŞİD saldırıları olarak okursunuz. Daha önce El Kaide saldırıları olarak okuduğunuz gibi.

PKK ve DHKP-C'nin patronu sizlersiniz

Türkiye'ye karşı örgütleri finanse edenlere, sahaya sürenlere, onları formatlayıp ülkemizin başına bela edenlere, bununla da yetinmeyip bu örgütler üzerinden Türkiye'ye açık savaş yürütenlere bakın. Büyük çoğunluğunun Batılı ülkeler olduğunu göreceksiniz.

PKK kendi ülkelerinde üslenir, örgütlenir, savaş pozisyonu alır, finanse edilir, istihbarat desteği verilir ve Türkiye'ye saldırtılır.Belçika, Almanya, Fransa, Kuzey Avrupa ülkeleri PKK'ya kanat gerer.

ABD, PKK'ya silah sağlar, onlar da kendi şehirlerinde üs verir, hareket alanı açar? Bunu neden yapar, Türkiye'nin yıllardır bütün şikayetlerini neden geri çevirir? Cinayet işleyenleri bile Türkiye'ye karşı neden korur?

DHKP-C de öyle. Alman, Belçika ve Avusturya istihbaratlarıtarafından yönetilen bir örgüttür. Her alanda kontrolleri altındadır. Türkiye'deki bütün faaliyetlerinden haberleri vardır. Hiçbirini iadeetmezler, bu konuda olağanüstü bir hassasiyet gösterirler. Gezi olayları sırasında bütün bu hücreleri Türkiye'ye karşı kullanmışlardır.

IŞİD'i siz formatlamadınız mı?

Bunlar bilinmeyen gerçekler değil. Ama terörden canı yanan bir ülke olarak artık apaçık konuşacağız. Ülkemizin topyekün saldırı altında olduğu bir dönemde, bıçak kemiğe dayanmışken bunları söylemek boynumuzun borcudur. Terör Paris'i vururken, Brüksel'i vururken acı duymakla yetinmeyecek, bu örtülü operasyonlara da dikkat çekeceğiz.

Türkiye-Avrupa Birliği zirvesi yapılırken hemen yanıbaşına PKK çadırı kuruyorsanız, bundan hiç rahatsız olmuyorsanız, terörle aynı yatağa giriyorsanız, yarın o “maşa” kendi ellerinizi de yakacaktır.

IŞİD'in en büyük lojistiği Avrupa'dırİngiltere'den akın akın Suriye'ye gelenlere yolu kim açtı? Havaalanlarından rahatça geçip gidenlere kim yol gösterdi? Belçika'dan neden bu kadar IŞİD'ci geliyor? Fransa neden bu konuda önlem almıyor? Türkiye'den gönderilenler neden serbest bırakılıyor?

IŞİD'i kim formatladı? Kim IŞİD üzerinden bir “İslam imajı”çalışması yapıyor? Kim bu tür örgütleri oluşturup“istikrarsızlaştırılacak bölgeler”e yönlendiriyor?

Hedef Türkiye-AB anlaşması olmasın!

Bence Mısır'da demokratik devrimi kim sabote ettiyse onlar? Coğrafyamızda istikrarı kim hedef alıyorsa onlarGeziisyanlarını kim planladıysa onlar, 17 Aralık darbe sürecini kim tetiklediyse onlar, PKK üzerinden Türkiye'de bir tür iç savaşçıkarmayı kim kurguladıysa onlar. Türkiye'deki bütün örgütleri tek çatı altında kim birleştirdiyse onlar. Suriye'de meşru muhalefeti tasfiye edip “terör İslam”ı projesini kim uyguluyorsa onlar!

Brüksel saldırısı özelinde başka sorular da sorulabilir. Acaba bu saldırıTürkiye-AB arasındaki son mutabakatı mı hedef alıyor?Avrupa genelinde yeni bir yabancı düşmanlığını tetiklemek içinmi yaptırıldı? Arap/Müslüman mültecilere Avrupa kapılarının kapatılmasına yönelik bir örtülü operasyon mu? Türkiye-AB anlaşmasını boşa çıkarmak için bu mutabakattan rahatsız olanlar mı yaptı bu işi?

Türkiye'yi kör etme düşüncesi

Biliyoruz ki, terör bir ihaledir. Bu çevrelerin hiç ummadığınız örgütlere böyle ihaleler verme imkanları ve bağlantıları vardır. Türkiye'deki terör saldırılarında PKK ile IŞİD arasındaki geçişgenlik, görev paylaşımı ihaleyi verenlerin aynı olmasından kaynaklanıyor.

IŞİD adı altında yapılan saldırıların arkasında PKK'ya/PYD'ye alan açma düşüncesi öne çıktığı gibi, Türkiye'yi IŞİD'le savaşmaya yönlendirip PKK-PYD konusunda kör etme düşüncesi de fark ediliyor. Bütün bunlar, ihale dağıtanların aynı merkezler olduğunun göstergesidir.

Şimdi yine terör nutukları atılacak. Kınamalar, dayanışmalarolacak. Gerçi hiçbiri Paris'te gösterilen dayanışma gibi, Türkiye'nin yanında yer almadı ama olsun. Brüksel saldırısının arkasında hangi güçlerin terör üzerinden hesaplaşması var, şimdilik bir kenara bırakalım. Terörü kınayalım, acıyı paylaşalım. Sadece, bundan sonra, hiç umudum yok ama, belki terör meselesinde biraz dürüstdavranmalarını dileyelim.

Yeni bir kirli plan devreye alınabilir

Kendi ülkemize bakalım. Acının en büyüğünü biz yaşıyoruz. PKK ile, IŞİD ile, DHKP-C ile, Paralel örgüt ile ve diğer irili ufaklı bütün örgütler ile Türkiye'ye saldıranların gelecek günlerde önümüze ne koyacağını anlamaya çalışalım. Artık vekalet savaşı Türkiye'ye karşı, bu ülkenin bütünlüğüne karşı yapılıyor.Cumhurbaşkanı'nın Seferberlik Çağrısı, Başbakan'ın dünkü “dimdik ayakta duracağız” sözü, derin bir mücadelenin işaretlerini veriyor. Açık bir saldırı altındayız.

Önümüzdeki günlerde yeni ve çok kirli operasyonla mücadele etmek zorunda kalabiliriz. Çirkin bir müdahale servise sunulabilir. Sadece terör örgütleri değil, içerideki uyuyan hücreler, fonlanan kişi ve çevreler de harekete geçirilebilir. Suriye'den, Avrupa'dan, Amerika'dan ve içerideki unsurlar üzerindenyeni bir proje başlatacaklarına dair ciddi şüphelerimiz var.

Bu yüzden “acımasız” direniş için safları birleştirin, öfkenizi diri tutun. Fert fert, ev ev, mahalle mahalle direnci güçlendirin. Bu çokuluslu saldırıya karşı kimsenin zihninizi bulandırmasına asla izin vermeyin!


İbrahim Karagül

Para Para Para



İçerisi bir anda hareketlendi. Deniz Baykal önce gazetecileri topladı. Rol alacağının işaretini verdi. Ardından televizyon programında kendisinden beklenmeyen bir performans gösterdi.
Şimdi herkes "MHP ne olacak?", "Değişim yaşanacak mı?", "Deniz Bey geri gelecek gücü kendinde bulabilecek mi?", "Gelirse CHP istediği çıkışı yakalayabilecek mi?" sorularına cevap arıyor! Biz de arayalım...
Ama önce ne olduğunu anlamaya çalışalım... Bu nedenle PARA üzerinden yol alalım!
Geçtiğimiz günlerde kısaca değinmiştim. Amerika tarihi bir kararla "PARASI OLAN BANA GELSİN!" çağrısı yaptı. Amerika paraya bir adım daha yaklaşmak için KÜRESEL SERMAYENİN temsilcilerini içeri buyur etti!
Garipti! Hem de çok! Sanırım "Ölmek istemiyorsanız gelin. Bu son şansınız" diyordu! Bu davete ilk icabet eden yani Washington'ın çağrısına ilk kulak veren ROTHSCHILDLER oldu!
Rothschild ailesinin Fransa merkezli finans şirketi Rothschild & Co hemen harekete geçti!
Artık yeni vergi cenneti Amerika Birleşik Devletleri olacaktı! Kesin ve net... Amerika, ülkedeki yabancı sermayenin kullandığı HUKUKSAL BOŞLUKLARLA başedemedi (sözde!), bu kararı aldı. Dünyaca ünlü işadamları, İsviçreli bazı yatırım şirketleri, 28 AB üyesi ülkenin en zenginleri ve adı pek bilinmeyen varlıklı aileler, ABD'nin doğusundaki Nevada, Wyoming ve Güney Dakota eyaletlerindeki bankalara trilyonlarca dolar gönderecek. Hem de 2016'nın sonuna kadar...
Yani Amerika kanunlarında biraz esneme yaparak AVRUPA'yı kalbinden vuruyordu! Bu yılın sonuna kadar bütün paranın kendisine akmasını istiyordu!
Tabii bu küresel bir operasyondu!
Çok ama çok büyük bir hamleydi.
Bu rüzgarın dışında kalmak istemeyen TÜRKLER de vardı!
Rothschild ailesinin kapısını çalan önemli ve bilinen bir Türk "Benim de servetimi gittiğiniz yere götürün! Kendimi güvende hissetmek istiyorum. Kendimi de paramı da korumak zorundayım" dedi. Aile, eski dostu olan Türk'e "Merak etme" diye cevap verdi. Ve bu Türk de parasını kimseler bilmeden görmeden Nevada'ya taşıdı. Bazı aileler daha vardı. Bunlar ricacı oluyor, Rothschildler kırmıyordu! Gereken gerektiği şekilde yapılıyordu!
Rothschild ailesi, Nevada'nın önemli kentlerinden Reno'da ofis açtı. Aile "Reno, hem ABD'nin hem de Avrupa'dan parayı getiren ailelerin kurtuluşu olacak" diye konuşuyordu. Aileler kendini kurtarırken AVRUPA çökecekti. Bunu bildikleri için kaçıyorlardı. Önce PARA SAHİPLER İ görürdü çünkü. Rusya bomba yağdırıyor, Müslümanlar can veriyor, kaçmayı başarıp sınırı aşanlar boğulmazsa Avrupa'ya doğru yol alıyordu... Bunun üzerine Soros çıkıp "1 milyon mülteci gelirse Avrupa Birliği ayakta kalamaz. Dağılır!" diyordu!
Biri bombalıyor, Müslümanlar'ı yola düşürüyor, gelen mültecilerin Avrupa'yı yıkacak düzeye tırmanacağını görenler de soluğu NEVADA'da alıyordu! RENO'da zaten Rothschildler'e verilmiş büyük FİNANS ŞEHRİ kuruluyordu! İşler tıkır tıkır yürüyordu!Ruslar kötü polis, Amerika iyi polis! O kovuyor, diğeri alıyordu! Olan Avrupa'ya oluyordu! Büyük kıskaç böyle bir şeydi!
Çünkü kıskaç'ı sadece parayı elinde tutanlar biliyordu! Biz daha hangi TÜRKLER 'in paralarını taşıdığını bilmezken çok güçlü bir akım tüm hızıyla devam ediyordu.
Rothschild ailesinin ortağı olduğu İsviçre merkezli Cisa Trust ve Trident Trust Co. da binlerce hesabı Amerika'ya getiriyordu!
Dünyadaki parayı takip edenlerin başında gelen önemli bir isim şunları söylüyordu: "İsviçre'deki gizli hesaplarda, 2 trilyon dolara yakın para çıkış için zamanı bekliyor. Zenginler, paranın ABD'de güvenli olacağını anladı. Zenginler, güvenli liman sever. Bu liman da öyle görünüyor ki, gelecek 20 yıl boyunca Nevada, Wyoming ve Güney Dakota olacak.
Avrupa için zor süreç de paraların ABD'ye gelmesiyle başladı. Kaçış çok hızlı olacak."
Amerika'nın operasyonunu anlayan ilk aile olan Rothschildler yine dört ayak üstüne düştü!
Amerika'ya giden her 1 doların bile kendi üzerlerinden gitmesi için el sıkıştı! Bu operasyon CIA tarafından 2020'de yapılacaktı. Ancak bilinmeyen bir kararla 2016'nın sonuna kadar tamamlanması emri verildi.
İnanılmaz bir hızla Cenevre ve Zürih bitiriliyor! Avrupa acı çekiyor! Bu yazdan sonrayı bekleyenlerin parası ATLANTİK'i geçerken batırılacak.
Tıpkı TİTANİK gibi!
Biz burada neredeyiz!
Türkler'in ne kadar parası olduğunu biliyorum. Kimin nerede ne kadar serveti var, sır değil.
Avrupa'nın teslim alınması Avrupa ile birlikte Türkiye'yi etkiler! Hem de çok! İç ve dış siyaset bambaşka hal alır!
Bu pencereden baktığımızda RUSLAR'ın bu operasyondan ne aldığını bilmemiz gerekiyor! Bunlar DENGEYİ eskiden olduğu gibi yine birlikte kuruyorlar! Kissenger, Moskova'ya gitti. Putin'le defalarca görüştü. Döndü! Hillary Clinton'ı destekledi... Kendince işaret verdi.
Bence gelişmelerden işaret alan ya da işaret bekleyenlerden birisi de Baykal'dı! Baykal"TEZKEREYE HAYIR" dese de bu kendisinin Amerikan politikalarının karşısında olduğunu göstermiyordu! Sadece Amerikan askerlerinin Türk topraklarından İran'a operasyonuna izin vermiyordu! Ama Baykal politik olarak Abdullah Bey'in karşısındaydı.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun da tabii ki!
Şimdi Avrupa'nın desteğiyle sıçramayı ilke olarak kabul edenler içeride de yenilecek demektir!
İsimlere daha fazla girmek istemem ama durum bu! Baykal bunu gördüğü için ve partinin içinden Selin Sayek Böke Hanım'ın da Atlantik'in ötesinde destek bulduğunu bildiği için sahneye erken çıktı... Kemal Bey'in artık kalma şansı hiç yok! Kendisini getirenler gidiyor, o nasıl kalabilsin!
Deniz Bey'in çıkışlarına tepki veren CHP'lilere iyi bakın! Aralarında Amerika ile çok iyi olanlar var!
Avrupa'yı model olarak gören Kemal Bey artık bırakacak.
Denge bu! Yerine Avrupa karşıtı kimin geleceği tartışılacak! Kavga bu!
Deniz Bey'in HALEP'e ve SÜNNİ Müslümanlar'a sahip çıkmasına bu pencereden bakın!
Kemal Bey'in CHP'si Esad'a, Maliki'ye, Sisi'ye giderken Deniz Bey HALEP'ten geçen farklı bir yol öneriyordu! MHP de bu işten payına düşeni alacaktı! Dünya değişirken partiler asla ve kat'a aynı kalamaz!
Kalamayacak da...
Ayrıca Deniz Bey AK PARTİ'nin içindeki güçlü isimlerle temas kuruyordu! Belki sadece kahve içiyorlardı ama temas vardı! Bekleyelim bakalım... 
Çarşı karışacak gibi...


Ergün Diler

Suriye’de İnsanlık Ölürken



2011 yılında başlayan halk ayaklanmasından bu yana Suriye’de 300.000’den fazla insan hayatını kaybetti, 10 milyondan fazla insan evinden barkından oldu, 4 milyona yakın kişi ise ülkeyi terk ederek mülteci konumuna düştü. Suriye’de yaşananlar artık, Tunus, Libya ve Mısır’daki halk ayaklanması örneklerinden daha çok, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan insanlık dramını hatırlatıyor. Beşar Esed ise Bosna’da ırk temelli katliam gerçekleştiren kanlı Sırp lider Slobodan Miloseviç’e benziyor. Tek farkı, Esed’in mezhep temelli kıyım yapması ve katletmeye giriştiği grubun ülkede nüfus olarak üçte iki çoğunluğa sahip olması.

BATI KATLİAMA ORTAK OLUYOR
1990’ların başında çatışmaya müdahale etmeden önce yıllarca Bosnalı Müslümanların katledilmesini izleyen dünya kamuoyu, şimdi de Suriye’de yaşanan felakete göz yumuyor. Hatta bir de üstüne üstlük izlediği yanlış politikalarla ülke içindeki durumu daha da karmaşıklaştırarak ve Esed yönetiminin ömrünü uzatarak, yaşanan katliama ortak oluyor. Kimyasal silah kullanımı gibi konularda önce kırmızı çizgiler çizip, sonra o çizgileri yok sayarak, Esed rejimine ve destekçilerine bütün insanlık dışı uygulamalarına devam etmeleri için cesaret veriyor. Avrupa, kapısına dayanan göçmenlerin sorunlarıyla değil, bu göçmenlerin kendi başına açabileceği muhtemel sorunlarla ilgileniyor. Bütün batı ülkeleri rahat koltuklarında ekranlardan izlediği savaşın gerçek hayatlar üzerindeki yıkıcı etkisini görmemek için kafalarını başka tarafa çeviriyor ve sınır kapılarını kilitliyor.
RUSYA SURİYE KRİZİNİ ÇIKMAZA SOKTU
Son olarak bir de Rusya’nın doğrudan rejim muhalifi grupları hedef aldığı askeri müdahalesiyle, Suriye krizi iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale geldi. Rusya aslında başından beri Esed rejimine askeri ve siyasi destek sağlıyordu. Fakat Rusya’nın son dönemde Tartus Deniz Üssü ve Lazkiye’deki Bassel El-Esed Hava Üssü başta olmak üzere Suriye’nin batısında konuşlandırdığı askeri varlığı, olaya yepyeni bir boyut kazandırdı. Önce Rus parlamentosunun üst kanadı olan Rusya Federasyon Konseyi, Rus askerlerin yurt dışında görev yapmasını onayladı. Sonrasında ise Rus Ortodoks Patriği, garip bir şekilde Rusya’nın Suriye’de gerçekleştireceği askeri saldırıların kendileri için bir “kutsal savaş” olduğunu açıkladı. Böylelikle İran, Hizbullah ve IŞİD gibi aktörlerden sonra Rusya da Suriye’de mukaddes(!) savaş yürüten aktörler arasına katılmış oldu. PYD de Rusya’nın askeri müdahalesini sevinçle karşıladı. Rusya’nın askeri yardım teklifine balıklama atlamakla kalmayıp, “Biji Obama” sloganından “Biji Putin” sloganına hızlı bir geçiş yaptı.
IŞİD’İ DEĞİL SİVİLLERİ VURUYOR
Şu ana kadar ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülke, Rusya’nın hava operasyonlarının IŞİD yerine, Suriyeli sivilleri ve Esed yönetimi ile mücadele eden Özgür Suriye Ordusunu hedef aldığını açıkladı. İngiliz Savunma Bakanı Michael Fallon, Rusya’nın gerçekleştirdiği ilk 21 hava saldırısından sadece bir tanesinin IŞİD ile alakalı bir bölgeye yapıldığını belirtti. Ülkedeki birçok yerel aktör de benzer gözlemler ifade etti. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanı Halid Hoca, Rusya’nın hava saldırılarında birçok sivilin hayatını kaybettiğini açıkladı.
İNSANLIK CAN ÇEKİŞİYOR
Rusya, ne iddia ettiği gibi IŞİD’le mücadele etmeyi önemsiyor ne de Suriye halkının çıkarlarını düşünüyor. Zaten şu anda Suriye’deki çatışmaya müdahil olan aktörlerin önemli bir kısmının en son önemsediği şey Suriyelilerin hayatı ve refahı. Açık kapı politikası izleyerek iki milyondan fazla göçmene kucağını açan, hiç çekinmeden onlar için milyarlarca lira harcayan ve benimsediği insani yaklaşımla diğer aktörlerin samimiyetsizliklerini yüzüne vuran Türkiye ise maalesef terör ve istikrarsızlık gibi sopalar kullanılarak kendi iç sorunlarına hapsedilmek isteniyor. Rusya’nın da doğrudan askeri müdahalesiyle birlikte şu an Suriye’de durum her zamankinden daha karmaşık ve karanlık görünüyor. Suriye’de patlayan bombaların altında sadece cansız bedenler kalmıyor aslında; insanlığın vicdanı da o yıkıntılar arasında bir yerlerde can çekişiyor.
http://akademikperspektif.com/2015/10/14/suriyede-insanlik-olurken/

Aylan’ın Cesedi ve Avrupa’nın Vicdanı…


Bodrum sahillerine vuran 3 yaşındaki minik Aylan El Kurdi’nin cansız bedeni, bütün dünyaya dalga dalga yayılan bir vicdani isyan ve tepkiye yol açtı. Ancak kararmış vicdanlar hâlâ ilgisiz ve duyarsız!

Henüz üç yaşındaydı… Kendisinden sadece bir yaş büyük kardeşi Galip’le birlikte, anne ve babası daha iyi bir hayat ümidiyle sonu karanlık bir yolculuğa çıkmıştı. Fakat ümitleri çabuk söndü. Günlerdir bütün dünyada konuşulan minik Aylan ile kardeşi Galip ve anneleri, bir gece Akdeniz’de karanlık sulara gömüldü!.. Ertesi gün Bodrum sahiline vuran minik Aylan’ın cansız bedeni, bir anda bütün dünyadaki milyonlarca mültecinin yaşadığı dramların, en çarpıcı sembolü hâline geldi. Aylan’ın büyük kardeşi Galip ve anneleri artık yaşamıyordu… Kanada’da yaşayan kız kardeşinin gönderdiği harçlıkla, ölüm yolculuğuna çıkan ailenin reisi Abdullah, memleketleri Kobani’ye üç tane tabutla döndü!..
Son üç gündür bu yürek paralayıcı hikâye ile yatıp kalkıyoruz. Minik Aylan’ın o sahile vurmuş cansız bedenini görüp de ürpermeyen, dehşete düşmeyen, kanı donmayan normal bir insan olamaz. Bu yüzden dünyanın en ücra köşelerinde bile, Aylan ve ailesinin uğradığı korkunç felaket, gündemin baş sırasına oturdu. Hemen her gün, yeryüzünün farklı bir parçasında; mültecilerin yaşadığı benzer facialara duyarsız kalan çevreler de, nihayet tutumlarını gözden geçirmek mecburiyetini hissetti…
Ancak bu demek değildir ki, Batılı egemen çevreler; acınası durumundaki milyonlarca sığınmacıya karşı, artık insani ve vicdani bir yaklaşım içine girecekler. Hayır. Batı yine aynı batı… Sadece biraz rol yapıyorlar. Mesela Macaristan Başbakanı Orban şöyle diyor; “Müslüman göçmenler Avrupa’daki Hıristiyan kökleri tehdit ediyor.” Ve Suriyeli sığınmacılara hitaben şöyle devam ediyor Orban: “Türkiye’de kalın. Avrupa’ya niye geliyorsunuz?..” Budapeşte’de bir Arap ailenin tren rayları üzerinde nasıl bir muameleye tabi tutulduğunu bütün dünya izledi. Böyle bir olay Avrupa dışında cereyan etse, dünyayı ayağa kaldırırlar. Fakat Avrupa söz konusu olunca, kimsenin gıkı çıkmıyor… Sığınmacıları taşıyan bir treni, Macaristan göçmen kamplarına göndermek için, polis ve jandarmalar nezaretinde ablukada bekletiyor… El Kurdi ailesine giriş vizesi vermeyen Kanada Başbakanı, yüzüne yapmacık bir hüzün yerleştirerek, minik Aylan’ın bu şekilde ölümünden çok etkilendiklerini ve artık istenen vizeyi vereceklerini söylüyor utanmadan… Koskoca Amerika Birleşik Devletleri de 2015 yılında şimdiye kadar 1500 kişiye sığınma hakkı tanıdıklarını, buna 300 kişiyi daha ekleyeceklerini büyük bir olay gibi duyuruyor! 10 milyon km2’lik, kıta genişliğinde ve dünyanın en büyük ekonomisi Amerika… Üstelik kabul edeceği sığınmacıların yedi sülalesinin sicilini didik didik ederek, toplam 1800 kişiye kapılarını açacak. İşte Batı’nın vicdanı ve güya insani yüzü bu!
Fransa Devlet Başkanı Hollande da, yasak savma kabilinden bir şeyler söyledi. İngiliz Başbakanı Cameron, bir baba olarak minik Aylan’ın görüntülerinden çok etkilendiğini ifade etti. Ve daha yeni aklı başına gelmiş gibi, bütün bunların sorumlusunun Beşar Esad olduğunu dile getirdi. Oysa kısıtlı imkânlarına rağmen, iki milyonu aşkın kişiye kucak açmış bulunan Türkiye; tam dört buçuk yıldan beri, Suriye’de yaşanan felakete dünyanın dikkatini çekmeye çalışıyor. Tuzu kuru hiçbir Avrupa ülkesinin hiç kılı kıpırdamadı. Merkel’den bahsetmiyorum bile… İngiliz Başbakanı, birkaç bin mülteciyi topraklarına kabul edeceklerini bir müjde gibi sunuyor iyi mi! Oysa Suriye’de yerini yurdunu terk etmiş bulunan 7.6 milyon insan var. Bunların dört milyonu dışarıya kaçtı ki, yarısı Türkiye’de… Şunu bilelim ki, minik Aylan ve onun gibi kimyasal silahlarla hayatları söndürülmüş; binlerce başka çocuğun kör gözlere dahi batan cesetleri, Batı’nın mühürlü ve kararmış vicdanlarının yola gelmesi için yeterli olmayacak. Batı yine hinliğine devam edecektir!..
http://akademikperspektif.com/2015/10/06/aylanin-cesedi-ve-avrupanin-vicdani/