Dünyanın Terörle İmtihanı Çadırın Altında Kaldı



Terör küresel bir sorun. Sadece kendi ülkenizde aldığınız tedbirlerle çözüme kavuşturamadığınız, belli dönemlerde attığınız adımların diğer dönemlerde sizi garanti altına almadığı, her zaman teröristten bir tık yukarıda düşünmenizi ve ona göre bir strateji kurmanızı gerektiren bir sorun. Bu sorunla yüzleşirken bazı ülkeler diğer ülkeleri de seferber edip terörle toplu mücadele edebilme lüksüne sahipken, Türkiye gibi bazı ülkeler de maalesef terörle kendi imkânlarıyla ve hatta başka ülkelere rağmen mücadele etmek zorundadırlar.

Örneğin ABD, ‘terörle savaş’ adı altında başlattığı felaket kampanyasında Afganistan ve Irak’ı işgal edip, o coğrafyaları tarumar ederken yanına rahatlıkla birçok devleti alabilme lüksüne sahipti. İngiltere gibi bazı ülkeler neredeyse ABD’nin savaşında savaşmak için kraldan çok kralcı oldular. Bir ülkenin ABD’yle ‘terör’ konusunda bilgi paylaşmaması düşünülemezdi bile. Daha ileri gidelim, normal şartlarda ABD cephesinin karşısında yer alan Suriye gibi ülkeler bile ABD’nin bu felaket kampanyasında ABD’ye destek vermek için sıraya girdi. Beşşar’ın eniştesi Asıf Şevket, CIA’ya doğru bilgi akışını yönetti. O sıralarda Brüksel’de örneğin 11 Eylül faillerinden Muhammed Atta’yı kutsayan ve El-Kaide sembollerini barındıran bir çadır kurulsaydı, Belçikalı yetkililer çadırı içindekilerle birlikte konteynerle Guantanamo’ya gönderirlerdi.
PKK ile hatta DAİŞ ile mücadele konusunda Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tam da bunun aksi yönde böyle bir tablo. Maalesef terör bir terbiye etme ve hizaya çekme aracı olarak başka ülkelere karşı olduğu gibi Türkiye’ye karşı da kullanılıyor. PKK, Batı’da iki ihtiyaca sesleniyor. Birincisi, Batı’nın Sykes-Picot’ya dair suçlu bilinçaltını aklamak için bir asır öncesi zihniyete sahip bir terör örgütüne Türkiye’de ve Suriye’de alan açma ve meşruiyet kazandırma peşindeler. İkinci olarak ise kutsalsız bir kiralık katil olan PKK’yı Türkiye’ye karşı yürüttükleri mühendisliğin taşeronu olarak kullanıyorlar. Tam da bu sebepten PKK Belçika’nın ortasında çadır açıp propaganda yapabiliyor. Londra’da yürüyüş yapıp ‘katil devlet’ sloganı atabiliyor. ABD kelime oyunlarıyla PKK’ya Suriye’de askeri destek verebiliyor. Ucunu açık bırakmışlar terör kavramının ve ihtiyaca binaen tanıma maddeler ekleyebiliyorlar. DAİŞ’le savaşmasını PKK’ya destek için bahane kılıp PKK’yı terör parantezinden çıkarabiliyorlar. Buna bir de paralel örgüt gibi PKK içerisine devletin sızdırdığı muhbirleri deşifre eden ve halihazırda PKK’ya operasyonel destek vermesi muhtemel yapıları da eklersek Türkiye’nin terörle bir paket halinde mücadele etmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Bunlar terörle mücadele ederken başka bir mücadeleyi de sürdürmemiz gereken verili bilgiler. Türkiye’nin terörle mücadelesini bu verilere rağmen yürütmesi gerektiğini bilmeli ve stratejilerimizi ona göre belirlemeliyiz. Bir taraftan derli toplu bir söylemle tezlerimizi en azından kamuoyları için anlatmaya devam ederken diğer taraftan da bu ülkelere rağmen terörü yenecek akılcı adımları kendimiz atmalıyız. Teknoloji bu mücadelede öncelikli yatırımlardan birisi olmalı. Buna ek olarak insan sermayesi en uzun dönemli ve etkin çözümümüz. Terörle mücadele için ne kadar akılcı strateji geliştirirsek geliştirelim uygulayıcısı insan ve o havuzda ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Terörü bölgesel bağlantıları üzerinden değerlendirebilecek, tipik bürokratik tepkilerin üstüne çıkan bir uyanıklıkla strateji yürütebilecek, vatansever bir terörle mücadele ekibi kurmazsak terörle mücadelemizin başarıyla yürütülmesi oldukça zor.

http://akademikperspektif.com/2016/05/11/dunyanin-terorle-imtihani-cadirin-altinda-kaldi/

Müslümanların Birliği Ütopya mı?


Dünya gündemini meşgul eden mevzuların en başında terör ve mülteciler meselesi geliyor. Ve bu iki konu direkt olarak İslam ülkelerini ilgilendiriyor. Dünya nüfusunun %23’ünü, 1.6 milyar ile Müslümanlar oluşturuyor. İslam’ın yayılış hızı bu şekilde devam ederse, 2070’de Müslüman nüfusun, şu anda 2.2 milyar olan Hıristiyan nüfusu dahi geride bırakacağı öngörülüyor. Böylesine geniş potansiyele sahip bir dünyadan söz ediyoruz. Fakat ne yazık ki, Müslümanların adının dünya genelinde yan yana geldiği konu terör. Bir avuç radikal ve şiddet yanlısı grup, 1.6 milyar Müslümanın dünyadaki algısını belirliyor. Terör ve İslamofobi dışında İslam ya da Müslüman kelimesinin bu derece sıhrıyet kurduğu başka bir kavram yok.

İslam ülkelerinin çoğu, geri kalmışlıklar, antidemokratik uygulamalar ve baskıcı rejimlerle kuşatılmış durumda. Önemli bir kısmı kadim medeniyet havzaları ve zengin yeraltı kaynakları üzerinde bulunmasına rağmen, bunları temsil etme ve yönetme kabiliyetinden yoksun. Çoğu, fikren ve fiilen Batı’ya teslim olmuş durumda.
Yöneticilerinin bir bölümü, halkla mesafeli elitler olarak saltanatlarını sürdürüyor. Çoğu küresel güçlere bağımlı liderler. Ülkelerini adeta sömürgeci bir mantıkla yönetmeye devam ediyorlar.
Böyle bir ortamda, Müslümanlar arasındaki dayanışma ve işbirliği de minimum düzeyde. Intra-faith, yani inanç içi dayanışma konusundaki çaba yeterli değil. Dinlerarası diyalog çalışmalarının yaygın olduğu bir dünyada aynı dinin mensupları arasında sağlam bir diyalogun, işbirliğinin olmaması, bu yönüyle bir akıde problemine de işaret ediyor. Zira “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin (Hucurat/10)” şeklinde bir buyruğun muhatabı Müslümanlar. 1.6 milyar insan, “Mü’minin mü’mine karşı durumu yekpare bir binayı meydana getiren, perçinlenmiş kayaların birbirlerine karşı durumu gibidir” diyen ve dayanışmayı öğütleyen bir Peygamber’in takipçisiyken, sorunlara çözüm üreten, etkin bir mekanizma yok.
İslam dünyasını ilgilendiren sorunlar karşısında bir araya gelebilen en büyük kuruluş, 1969 yılında ihdas edilmiş olan İslam İşbirliği Teşkilatı. Dünyada Birleşmiş Milletler’den sonra en fazla üyeye sahip olan topluluk. Teşkilatın resmi amacı ‘İslam dünyasının hak ve çıkarlarını korumak, üye devletler arasında işbirliği ve dayanışmayı güçlendirmek’. 57 üyesi olan kuruluş, Arap, Asya ve Afrika coğrafyalarında dönüşümlü olarak üç yılda bir devlet ve hükümet başkanları düzeyinde toplanıyor.
Bu yıl da 14-15 Nisan tarihlerinde İstanbul’da toplanacak. Böylece İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığı iki yıl boyunca Türkiye’ye geçecek. Türkiye’nin dünya Müslümanlarının sorunları karşısındaki proaktif tutumunun, teşkilatın önümüzdeki iki yıllık faaliyetlerini de etkilemesi bekleniyor. İslamofobi başta olmak üzere pek çok konuda yeni yaklaşımlar, yeni çözüm önerileri gerekiyor. Türkiye mevcut yapıyı iyi çalıştırır, etkili bir vizyon ortaya koyarsa bu büyük bir imkan. Ki, zaten Türkiye’den de bu bekleniyor.
Müslümanlar her namazlarında İslam ümmetinin birlik ve beraberliği için dua ediyorlar. Camiler bu niyazlarla inliyor. Fakat bu kavli duanın fiili duayla desteklenmesi asıl önemli olan. Müslümanların birliği ancak İslam ülkelerinin güçlü bir irade koymasıyla mümkün olur. Aksi halde bir ütopya… Elbette bu birkaç nesli kapsayan uzun vadeli bir hedef. Fakat ilk adımın atılması ve özellikle gençliğin bu hedefe kilitlenmesi önemli. Türkiye’nin dönem başkanlığı, tüm bu grupları harekete geçirmek bakımından bir şans.

H. HÜMEYRA ŞAHİNhttp://akademikperspektif.com/2016/04/13/muslumanlarin-birligi-utopya-mi/

Sur ve Terörün Tutsak Ettikleri



Terörün toplumları nasıl tutsak hale getirebileceğini anlamak için Sur örneğine bakmak yeterli olabilir.

Sur’un terör ve şiddete maruz kalan altı mahallesi, bundan bir yıl önceki yer değil. Ne yol kalmış, ne barınak, ne de yaşam emaresi. Kurtarılmış bölge yaratmak için yola çıkan PKK terör örgütü, Sur’da yaşayan, iş yeri olan binlerce ailenin her şeyini kaybetmesine yol açmış. İnsanların evlerini, sanayi tipi tüplere eklenen şeker ve gübre gibi maddelerle yaptıkları tahribat gücü yüksek bombalarla yıkmışlar. Yıkmışlar ki, hepsi birer barikat olsun ve güvenlik güçleri buralara giremesin diye.
Bugün güvenlik güçleri, girilmesi istenmeyen yere girmiş durumda. Giremeselerdi bile, zaten o bölgede kimse kalmamış olduğundan PKK mücadeleyi adına sürdürdüğü bir kitle bulamayacaktı. Sadece savaşanların kaldığı, evsiz barksız kalan ailelerin kendilerini yakınlarının ya da devletin sağladığı yerlere attığı ölü bir bölge var. Kısaca PKK Sur’da, adına savaştığını iddia ettiği Kürtleri tutsak almış. Sokağa çıkma yasakları, çatışmalar, bombalar, delik deşik olan yollar Diyarbakır’ın diğer mahallelerinde fazla iz bırakmamış; çoklukla Sur’da yaşayanlar mağdur olmuş. Ayrıca, Sur’da yaşayanların gelir düzeyi düşünülürse, belki de en fazla fakirlerin mağdur olduğunu söylemek mümkün.
Tepkilerin tutsak edilmesi
Terörün zihinleri de tutsak aldığına şüphe yok. Sur’da çatışmalar sürerken, bombalar patlayıp mermiler uçuşurken Diyarbakır’da hayat fazla bir şey yok gibi devam etmiş. Kahveler dolu, iş yerleri açık, alışveriş merkezleri kapalı değil, çocuklar parklarda oynuyor.
Sur, PKK ile güvenlik güçleri arasındaki bir mesele gibi algılanmış. Şehrin çoğunluğu yaşam koşullarından, bazı ufak lükslerinden, kendi sokağının sükunetinden, işinden ve gücünden vaz geçmek zorunda kalmamak için seyirci kalmayı tercih etmiş. Kimse, Madrid’de yaşanan terör eyleminden sonra 1 milyon insanın el ele tutuşup protesto yaptığı gibi bir sivil terör protestosu yapmaya cesaret edememiş. Muhtemelen bir kısmı PKK’dan fena korkmuş. Sur’da olanlara içi yansa da, olanları hiç onaylamasa da, buna tepki gösterdiklerinde PKK’nın kendilerine de zarar vereceğini, ya da kendilerine zarar verilmesine yol açacak işleri başlatacağını düşünmüş.
Diyarbakır’da yaşamayan bizlerin de aklına Sur’un etrafını çevirecek el ele oluşturulmuş bir halka yaratmak gelmemiş. Terör, hepimizi tutsak almış. Yaşanan tüm olaylar, zihinlerde devlet-terör örgütü ikilisi içine hapsolmuş; iki hat arasına sıkışmış, bu sıkışmadan bunalmış kesimlerin ruh hallerine pek de bakılmamış.
Zihinlerin tutsak edilmesi
Terörün yarattığı tutsaklık, dile de yansımış. PKK, kazandığı her boş sokağı zafer sayarken güvenlik güçleri de o sokakları geri almayı  başarı olarak kaydetmiş. Bubi tuzaklarını sökerken kullanılan “temizleme” kelimesi, genel bir kullanım haline gelivermiş. Ölüme duyarsızlık, PKK adına vuruşan çocukta da, yanı başında silah arkadaşını yitiren güvenlik görevlisinde de gözlemlenir olmuş.
PKK, ölüme duyarsızlaşmış bir kesimle bağımsız bir alan kurabilir mi, bu onların sorunu. Ancak gözlemlenen o ki, çatışmaların yaşandığı her yerde ailelerin, güvenlik güçlerinin, işini-aşını kaybedenlerin, hatta hiç bir şeyini yitirmeyenlerin yeniden ölüme duyarlı hale gelmelerini sağlayacak bir rehabilitasyon sürecine ihtiyaç bulunuyor.
Sur, örneklerden sadece bir tanesi. Bu tür çok katmanlı sorunlar da, sadece bir bölgede yaşayanların veya şu ya da bu partinin sorunu değil. Terörün bizleri tutsak almasına izin vermemek için belki de sadece sokağı dinlemek ve sorunların hepimizin sorunu olduğunu hatırlamak yeterli.

Prof. Dr. BERİL DEDEOĞLU
Galatasaray Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
http://akademikperspektif.com/2016/03/21/sur-ve-terorun-tutsak-ettikleri/

Gençleri Teröre Teslim Etmemek



Üniversite gençliğini, terör örgütlerinin kıskacından kurtarmak, ailelerin, üniversite yönetimlerinin ve sorumlu sosyal girişimlerin önceliği olmalı. Ne yazık ki, son Ankara saldırısının bir ‘üniversite öğrencisi’ tarafından gerçekleştirildiği ilan edildi. Ailesi, 2013 yılında üniversiteye gönderdikleri kızlarından bir daha haber alamadıklarını söylüyor. Keza her gün onlarca öğrencinin, terör örgütlerinin ve uzantılarının ağına düştüğü biliniyor.

Onlarca masum kişinin ölümüne yol açan böylesine hain bir saldırıyı yapana insan demek mümkün değilken, üniversite öğrencisi diyerek, ilim yuvalarının itibarını düşürmemek lazım elbette. Fakat üzücü bir gerçek var; ailelerin binbir zahmetle bilmedikleri şehirlere gönderdikleri evlatlarının, üniversitelerde tezgâh kuran mihrakların ağlarına düşüyor olmaları…
Biz inanıyoruz ki, ‘her insan günahsız doğar’. Zaman içinde çevresi onu farklı mecralara kaydırır. Masum gençlerin, ilim için geldikleri yerlerde insanlıktan nasıl bu kadar uzaklaştıklarının hesabını toplum olarak hepimiz vermek durumundayız. Gençliği ‘demokratik mücadele’ adı altında şiddete sevk eden her türlü zararlı unsuru afişe etmek, gençleri PKK, IŞID gibi terör örgütlerinin ve bağlantılarının sosyal sermayesi olmaktan kurtarmak zorundayız.
Gençlerin, hayatlarının en verimli döneminde, ilim öğrenmek, meslek edinmek yanında sosyal organizasyonlarda yer alarak, tecrübe kazanmak gibi amaçlar edinmesi elbette çok önemli. Zira sivil toplum önemli bir sosyal tecrübe alanı. STK’lar, teorik bilginin eyleme dönüştüğü, sosyal muhitlerin oluştuğu yerler… Fakat doğru adresleri bulmak önemli. Dünyada ve Türkiye’de olup bitenleri doğru bir perspektiften yorumlayacak, gençleri öz değerleriyle barışık ama aynı zamanda küresel bir vizyona davet edecek sosyal oluşumlar, gençler için adres olmalı.
Yurtdışı tecrübesi, son yıllarda gençler için gözde bir hedef. Artık imkânlar da arttı. Eskiden olduğu gibi belli sosyo-kültürel sınıfların işi olmaktan çıktı, yurtdışına öğrenci göndermek. Fakat yurtdışına giderken de, doğru adreslerin rehberliği gerekiyor.
Balzac’ın ifadesiyle ‘uluslarüstü olmak istiyorsan, önce kendi ulusundan söz et’ ilkesi gereği, genç yaşta yurtdışına giden öğrencilerin, önce milli bir bilinçle kuşanması, sağlam bir fikri altyapıyla donanması gerekiyor ki, özgüvenli bir uluslar üstü perspektif kazanabilsinler. Aksi halde, küresel alanda yüz yüze gelecekleri karşı taarruzlara dair bir direnç noktası oluşturulamaz. Bu anlamda gençlerin, demokratik, şeffaf, ülke menfaatlerini önceleyen kişi ve kurumların rehberliğinde yola çıkmaları hayati önem taşıyor. Şiddet, hainlik ve hukuk dışı talep içermeyen, çoğulcu, şeffaf oluşumlar her zaman güvenli limanlar… Bu vesileyle, Ankara’daki terör saldırısında hayatını kaybeden tüm yurttaşlarımıza rahmet diliyor, ailelerine ve ülkemize başsağlığı diliyorum. Ancak birlik ve beraberlik şuuruyla üstesinden gelebileceğimiz teröre karşı direnmek durumundayız. Gençleri yoldan çıkararak geleceği yok etmeye çalışanlara geçit veremeyiz. Allah Türkiye’yi korusun!

H. HÜMEYRA ŞAHİNUniversity of London, The School of Oriental and African Studieshttp://akademikperspektif.com/2016/03/22/gencleri-terore-teslim-etmemek/

Korku oyunu!



GELİN bugün de bölgede tur atalım. Barzani gariptir, Moskova'dan silah alıyor! Bu yardım. Irak merkezle bağlarını iyice kopardı. "Bağımsızlık için daha fazla bekleme şansımız yok!" diyor.
Irak'ın kuzeyinde Barzani bunları söylerken, terör örgütü Ankara'da üçüncü kez bomba patlattı. Saldırıdan sonra "Eğer bunları PKK yapıyorsa Türkiye'nin içinde TÜRK-KÜRT çatışması kaçınılmaz olur" diye de ekliyordu... Aşağıdan bu sesler yükselirken Almanlar, okullarını, temsilciliklerini TERÖR SALDIRISI için uyarıyordu. Diğer Avrupa ülkeleri de bu rüzgara kapıldı. Herkes uyarı üstüne uyarı yolluyordu! Garip!
Çünkü Türkiye sınırları içinde PKK TERÖRÜNÜ, vatandaşlarını uyararak kabul eden AVRUPA, BRÜKSEL'in göbeğinde PKK'nın ÇADIR kurmasına izin veriyordu! Oyunu anlayın.
Bir el "TÜRKİYE KARIŞACAK" fikrini satılığa çıkardı. İsteyen istediği yerden tutuyor. İç savaş modelini dillendirerek Ankara'yı panik ve korku ile köşeye sıkıştırmak istiyorlar. Oysa Selahattin Demirtaş YÜZDE 88 aldığı Silvan'a gitti. Daha dün. 15 kişi karşıladı.
Pazar kuruldu. Bin yıldır kardeşçe yaşayanların, gidip oradan alışveriş yapması isteniyor. Tezgah bu!
Oyunu kuranlar ve bizi istedikleri role razı etmeye çalışanlar YABANCI. Tabii içeride destekçileri var. Hiç eksik olmadı zaten.
Anlamamız gereken bu.
Gelin size güzel bir örnek üzerinden oyunu anlatayım...
Hatırlayın, IŞİD'in bir CIA operasyonu olduğunu ilk biz yazdık. Kimin tarafından, nasıl kurulduğunu tekrar anlatamaya gerek yok. IŞİD, en güçlü dönemini 2014-2015 arasında yaşadı. Peki bu tarihler arasında ne oldu?
Anlatalım... 
Balkanlar'da özel adamlar bulundu.
CIA bunu daha önce de yapmıştı.
Kosova'da 4 SIRP GENERALİ ile buluşuldu. Bu generallerin stratejik plan yapma kabiliyeti üst düzeydeydi.
CIA ekibiyle generaller masa başında toplandı. CIA, IŞİD'i yönetmek için bu generallerin desteğini istiyordu. Onların savaş bilgisi BÖLGENİN kaderini derinden etkileyecekti. Ayrıca her SIRP bir eliyle de Rusya'ya tutunurdu!
Neyse!
Generaller operasyonun büyüklüğünü ve önemini anlayacak kadar zekiydiler.
Net konuştular. Hatta CIA bu kadar açık bir toplantı beklemiyordu. Askerler "Aylık 60 bin dolar maaş isteriz. Yıl bitimlerinde de 250 bin dolar prim..." dedi. Şartları buydu. CIA ekibi mutlu olmuştu. Zaten IŞİD içindeki pek çok özel isme, PARA veriliyordu. Belli hesaplardan, belli noktalarda. Generallerin parayı öne sürmesi, işi kabul edeceğini gösteriyordu. Ajanlar gülümsediler ve pazarlık yapılıyormuş hissi vermek için, "Size son teklifimizi yapıyoruz!"şeklinde cevap verdiler: ADAM BAŞI YILLIK 970 BİN DOLAR! Generaller de belki bunu beklemiyordu.
Toplantı bitmişti. Ölecek olan Müslüman, öldürecek olan Müslüman, emir verecek olan ise CIA güdümlü SIRP'tı... El sıkışıldı ve iş başı yapıldı...
4 komutan BÖLGEYE geldikten sonra IŞİD coştu! En çok toprak bu dönemde kazanıldı. 3 farklı koldan ilerleyen IŞİD'in Suriye'deki toprakları 80 bin kilometrekareyi aştı. 4 Sırp sayesinde...
Bazıları PKK'nın Güneydoğu'da kullandığı SIRP KESKİN NİŞANCILAR için "nereden çıktı bunlar! Yok öyle bir şey" dediklerini hatırlıyorum da...
Devam... 
4 Sırp asker, CIA ile bağlantıyı en üst seviyede götürüyordu. KOALİSYONUN nereleri vuracağına, SIRPLAR karar veriyordu. Uçaklar da gelip gösterilen yerlere bomba yağdırarak sözde IŞİD'i temizliyordu. Yapılan basitti. IŞİD'in önü açılıyordu. Tıpkı PYD'de olduğu gibi... Ne zaman koalisyon bombalasa, IŞİD toprak kazanıyordu! Garip değil mi! Zaten görevi kabul eden 4 Sırp'tan, ikisinin Amerikan vatandaşı olduğu ortaya çıkacaktı! Kim diyor bunları? Amerikalılar! Kim anlatıyor bunları? Amerikalılar! Ben sadece aracıyım. Aktarıyorum...
Bölgede durum bu olunca, içerideki bazı odaklar hareketlenmeye başladı.
Özellikle KIBRIS'ta çok özel toplantıların sayısı arttı!
İsim vermek istemem ama BAZI SERMAYE SAHİPLERİ YUMUŞAK BİR DARBE için oturup tartışıyorlar.
İçlerinde tanıdığınız çok isim var. Hele bazıları, yakın zamanda canı yananlardan!
Ama bildikleri yoldan devam ediyorlar. "Can çıkar huy çıkmaz" derler ya...
Kıbrıs öyle özel bir yer haline dönüştü ki ESAD'a bağlı istihbarat da orada merkez kurdu!HATAY ve ŞAM arasında mekik dokuyorlar. İlginç olan bütün YABANCILARIN içeriden destek buluyor olması!
İçeride Avrupa'ya ve Amerika'ya yakın ekipler, para sahipleri etki sahipleri, ilişki sahipleri ayrı ayrı oturuyor. Herkes kendi planı için çaba harcıyor. TERÖR'ü kim kullanıyorsa içeride de hesap yapan o!
PKK ya da TAK tabelası altında geliyorlar, ANKARA'nın kontrolünü ele geçirmek istiyorlardı. Psikolojik olarak da medya-sosyal medya üzerinden ilerliyorlardı. KORKU'yu hakim kıldıkları an masada istediklerinin olacağını düşünüyorlar.
Biz içeride PKK ile patlamalarla uğraşırken, onlar sınırlarımız dışındaki bütün KÜRTLER'ibir çatı altına toplayacaklar. Amaç bu! Hepsini bir araya getirdikten sonra GÜNEYDOĞU'yu konuşmak için pazarlığa oturacaklar.
Türkiye'den başka KÜRTLER'i kapsayacak tek bir ülke dahi yok! Bunu en iyi onlar bilir. Ama korkumuzla gelecekler. BÖLÜNMEYİ göstererek sarsacaklar.
İçerideki terör de bu nedenle durmayacak!
Türkiye'nin sınırları içinde nasıl kalacağına ya da sınırları dışına nasıl taşacağına onlar karar vermek istiyor!
Ama biz HANCIYIZ onlar YOLCU! Bunu biliyorlar. Zayıflatarak korkutarak KABUL etmemizi bekliyorlar!
Oyunu birlik bozar! Birbirinize sarılın!
Beklentileri KAVGA etmemiz. Etmezsek kazanan TÜRK-KÜRT olur! Bakın içimizdeki KAVGAkonu olunca hepsi karşımızda! Bunu görmemek için kör olmak lazım. Ankara hem bizim için hem bölge için son ADRES! Akıllı olalım.
Duygularımıza yenilmeyelim...

NOT: Çin'in sahip olduğu uzay silahları, artık ABD için en büyük tehditlerden biri... ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD Ulusal Güvenlik Konseyi eski çalışanı Ashley Tellis, Çin'in ABD uydularını yok edebilecek teknolojiye sahip olduğunu açıkladı. Ancak yapılan bu açıklamanın, Çin'in ABD uydularını kör ettikten sonra yapıldığı ortaya çıktı. ABD de Çin'e karşılık verdi. ABD bir savaş gemisinden ateşlenen SM- 3 taktik füzesiyle Büyük Okyanus'ta yaklaşık 250 kilometre irtifadaki Çin uydusunu düşürdü. Çin, Washington yönetimine tepki gösterse de beklediği cevabı alamadı. Çin, Rusya ile birlikte sadece bir yıl içinde 9 Amerikan uydusunu uzayda kör etmeyi başardı. Bunları kim söylüyor? Amerikalılar! Adamlar uzaya bakarken, biz yanı başımızda olanları görmezsek ayıp olur!
Bize yakışanı yapmalıyız...

Yedi düvel de gelse, dimdik ayaktayız biz!


Türkiye, bir kez daha “çokuluslu terör” saldırısına maruz bırakılmıştır. Güneydoğu'daki ilçelerimizden başlatılan, Anadolu içlerine servis edilen, terör kapsamının çok ötesine taşınan bir tür savaş hali görüntüsü sistematik olarak güçlendirilmektedir. Devletin iktidar merkezlerini, ülkenin başkentini hedef alan bu tür bir saldırı, terör değil, Türkiye'ye açık saldırıdır.


Bu saldırı PKK tarafından, onun Suriye kolu PYD/YPG tarafından yapılmıştır. Daha doğrusu ona ihale edilmiştir. Kuzey Suriye'den Türkiye'ye karşı başlatılan savaşın alanı genişletilmektedir. Örgütler üzerinden ülkemize karşı bir tür vekalet savaşı yürütülmektedir. Türkiye dizginlenmeye, susturulmaya, uysallaştırılmaya çalışılmaktadır.

Bize diz çökün, teslim olun diyorlar!

Bize “diz çökün, teslim olun, yönetilebilir alanda durun, kafanızı kaldırmayın, vesayete direnmeyin, size ihale edilen rollerin dışına taşmayın, coğrafya ile ilgilenmeyin, Anadolu içine hapsolun, biz izin vermedikçe nefes bile almayın” diyorlar! “Yoksa etnik savaşlarla, mezhep savaşlarıyla, iç savaşla yüzleşirsiniz, yoksa parçalanırsınız, yoksa Suriye olursunuz” diyorlar.

Yüz yıllık uykudan uyanmak da ne demek, yüz yıllık kurtuluş savaşı ne demek, yüz yıllık vesayetin sonu ne demek, yeni Türkiye ne demek, Türkiye devrimi ne demek, Birinci Dünya Savaşı şimdi bitti ne demek” diyorlar.

Coğrafya yeniden biçimlendirilirken, haritalar yeniden çizilirken, bölgenin güç haritası yeniden şekillendirilirken, Türkiye dahil bir çok ülke için parçalanma senaryoları belli bir aşamaya gelmişken, “siz kendinizi ne sanıyorsunuz da ayağa kalkıyorsunuz, yumruklarınızı sıkıyorsunuz, tarihsel bir hesaplaşma içine giriyorsunuz” diyorlar.

Bu nasıl bir terör ortaklığı

Müttefiklerimiz harekete geçiyor, tarihi rakiplerimiz harekete geçiyor, bize çok yakın bildiklerimiz karşı safa geçiyor, bölgedeki bütün terör unsurları harekete geçiriliyor, hepsi biraraya toplanıyor, bir çatı oluşturuluyor, hepsine talimatlar veriliyor, hedefleri seçiliyor.

Türkiye, müttefiklerinin silahlarıyla vuruluyorABD'nin verdiği silahlarla, Rusya'nın aktardığı silahlarla, İran'ın sevkettiği silahlarla vuruluyor. Bize “IŞİD'le savaşın” diyorlar, onlar IŞİD'i koruyor. Bize YPG ile savaşmayın, onlar müttefikimiz” diyorlar, YPG teröristlerini Ankara'ya kadar gönderip terör saldırıları yaptırıyorlar. 20. yüzyılı terörle mücadele yüzyılı ilan edenler, terör üzerinden ülkeler parçalıyor, katliamlar/kıyımlar yapıyor, ülkeleri istikrarsızlaştırmaya çalışıyor.

İran, sana çok daha kötüsünü yapacaklar

Şimdi biz, İran'ın PYD'ye gönderdiği silahlar için ne diyeceğiz? “Tahran sen teröristsin” mi diyeceğiz? Tahran bu silahları sen YPG'ye vermedin mi? Bunları bilmeyen mi kaldı? Kandil'e gidip “sakın silah bırakmayın” diyen, Kuzey Suriye'dekilerle Türkiye'ye karşı cephe kurmaya çalışan Tahran, senin etnik zaafların bu coğrafyada her ülkeden daha kırılgan, bunların kat kat fazlasını sana da yapacaklar, asla unutma!

PYD'yi müttefik ilan eden, YPG'yi kara gücü kabul eden, aylardır bu örgüte silah yağdıran ABD'ye ne diyeceğiz, ne demeliyiz? “Barak Obama, Ankara'daki saldırıları senin adamların yaptı” mı diyeceğiz? “Obama bu saldırıda sizin de imzanız var mı” diyeceğiz?

“Onları sizin adamlarınız eğitiyor” mu diyeceğiz? Artık gizlemeye bile gerek duymadığınız, “müttefik” dediklerinize karşı bu ortaklığınız için hangi cümleleri kullanacağız?

Bunlar senin adamların Putin

Suriye'de muhalifleri ezen, zalim bir yönetimi ayakta tutma adına Suriye halkının özgürlük umutlarını boğan, aylardır ağır hava saldırılarıyla sivil katliamlar yapan, hastaneleri ve okulları bombalayan Putin, haftalardır Afrin'e silah yığdığını, YPG'ye her alanda askeri destek verdiğini, Rusya'dan kargo uçaklarıyla ağır silahlar gönderdiğini, bu terör unsurlarıyla ortaklık kurduğunu bilmeyen mi kaldı?

Kalkmış “teröre karşı ortak hareket edelim” çağrısı yapıyorsunuz? Ankara'yı siz vurdunuz, bu ülkenin tarihine bu böyle kaydedilecek. Türkiye kamuoyu, toplumsal hafızası bunu asla unutmayacak, Rusya'nın terör örgütleriyle ortaklığını hiç unutmayacak. Moskova'nın Türkiye'ye karşı açık savaş yürüttüğünü herkes bilecek.

Biz sadece Türkiye değiliz!

Bu saldırılar, bu kirli ortaklıklar, bu Türkiye'yi zayıflatma girişimleri bizi korkutmaz. Biz hiç korkan bir millet olmadık. Sinen,pısırıklaşan, kolay pes eden bir toplum hiç olmadık. Olmayacağız, olamayız da. Bunu bir kez daha göreceksiniz, bütün dünya görecek.Sabırlıyız, temkinliyiz, dayanıklıyız ama asla boynumuzu bükme geleneğimiz olmamıştır.

Biraz tarih okuduysanız bu ülkenin sadece Türkiye olmadığını, bu devletin sadece doksan üç yıllık olmadığını, bu milletin hafızasının sadece modern Türkiye olmadığını, coğrafyamızın sadece Anadolu olmadığını biliyor olmalısınız. Bilmiyorsanız öğreneceksiniz. Tarih size bunu bir kez daha öğretecek.

Haçlı koalisyonundan, Moğol istilasından, Birinci Dünya Savaşı'ndan daha büyük değilsiniz. Bütün bu buhranlarınüstesinden gelme geleneğini birazcık merak ederseniz, nasıl birdirençle yüzleşeceğinizi de göreceksiniz.

Öfkemiz çok büyük

Öfkemiz çok büyükyumruklarımız sımsıkı. Ama sabrımız ve merhametimiz de çok güçlü. Bu ülkenin, bu şehirlerin, bu sokakların insanları, ülkemizin nerelere sürüklenmek istendiğinin farkında. Coğrafyada ne tür bir hesap yapıldığının farkında. Türkiye'ye nasıl bir tuzak kurulduğunun farkında.

Doğru yerde durduk, sağlam zeminde duruyoruz, sözlerimiz ve bakışımız ahlaki bir olgunluktan besleniyor. Bu işin üstesinden geleceğiz. İnadına mücadele edecek, yirminci yüzyıl parantezini kapatacak, yüzyıllık direnişi zafere erdireceğiz.

Bu yolda acıya da, zora da hazırız. Bu yolda çok şeyi göze aldık. Çünkü bir yirminci yüzyıl daha asla yaşamayacağız. O zillete bir daha izin vermeyeceğiz.

Fert fert, hepimiz bir Türkiye olacağız

Cizre'de, Silopi'de, İdil'de sizin silahlarınız olsa da, örgütleriniz olsa da, bizi Kamışlı'dan, Kobani'den vurmaya devam etseniz de, bu rüzgarı tersine çevirmeyi bileceğiz. Fert fert, köy köy bu bilinci aşılayacak, bu idrakle harekete geçecek, bu ülkedeki her ferdin bir Anodu direncine dönüşmesi için seferber olacağız.

Asla umutsuz değiliz, asla gözümüz korkmuş değil. Bizden böyle bir şey beklemeyin. Bu milleti asla diz çöktüremeyeceksiniz, böyle bir hesaba girişmeyin. Bu ülkenin siyasi aklını asla bulandıramayacaksınız, böyle bir çaba içine girmeyin.

Tam tersine biz zafer hesabı yapıyoruz. Biz o ışığa çok az zaman kaldığını düşünüyoruz. Biz, Türkiye'nin yeni yükseliş döneminin başladığına ve durdurulamayacağına inanıyoruz. Zaman geçtikçe yürüyüşümüz çok daha sağlam adımlarla, çok daha hızlanarak devam edecektir. Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana biriktirdiğimizazmimizin, enerjimizin nasıl patlayacağına, coğrafyanın nasıl sarsılacağına tanık olacaksınız.

Selçuklu'yuz, Osmanlı'yız

Dimdik ayaktayız, hep birlikteyiz, omuz omuzayız. İçerideki ortaklarınızın bırakın etkisini, itibarı bile kalmadı. Ellerine ne kadar senaryo tutuşturursanız tutuşturun, artık işe yaramayacaktır.

Unutmayın; sizin varsa bizim de harita çalışmalarımız var. Bizim de bir coğrafya algımız var. Bizim de hesaplarımız var. Ve o hesaplar içeriye değil, dışarıya dönüktür. Çünkü gerileme dönemi çoktan bitmiştir, yüz yıllık durgunluk dönemi bitmiştir, yeni biryükseliş dönemi başlamıştır. Tarihin akışı değişmiştir ve yüzyıllarca bu böyle devam edecektir.

Tekrar hatırlatayım; biz Selçuklu'yuz, Osmanlı'yız, Türkiye'yiz. Sadece Türkiye kadar değiliz, coğrafyamız da sadece Anadolu değildir. Siz bizi terör örgütleriyle hizaya sokacağınız hesaplarını yaparken bizim hesaplarımızı da bir yere not edin.

En büyük hayal kırıklığınız şu olacaktır: Asla pes etmeyeceğiz!


İbrahim Karagül

Cizre'deki Bodrum Krizinin Çözümü



Cizre'de bir bina kompleksinde mahsur kalan PKK'lılarla ilgili tartışmalar devam ediyor. HDP'li milletvekilleri her gün Meclis'te, bu evden yaptıkları telefon bağlantılarıyla ortalığı ayağa kaldırıyorlar. Bazı gazetelerde ve televizyonlarda da, o binada sivil yaralıların bulunduğu ve devletin bu yaralıları almak için ambulans bile göndermediği propagandası yapılıyor.
Hükümet yetkilileri ve yerel yetkililerse, söz konusu yere defalarca ambulans gönderdiklerini ancak sağlık ekiplerinin evden ve bölgeye konuşlu binalardan ateş açılması sonucu geri dönmek zorunda kaldıklarını belirtiyorlar. Doğru, bölge kapalı kutu ve sağlıklı bilgi akışı yok. Ne var ki, bu noktaya kadar hükümetten gelen açıklamaların doğru olduğunu kabul etmemiz için elimizde pek çok veri var.
Birincisi bu ev ve civarından açılan keskin nişancı ateşi sonucu askerlerin ve polislerin şehit olduğunu biliyoruz. Dahası her gün, güvenlik güçlerinin Cizre'deki çatışmalar nedeniyle mahsur kalan vatandaşları hayatlarını tehlikeye atarak ilçeden kurtardığına dair görüntüleri izliyoruz, sivillerin canlı tanıklıklarını dinliyoruz.
Tezvirat sürerken, ATV'deki Kahvaltı Haberleri'nin içerik editörü Merve Topaloğlu PKK'ya yakın bir televizyon kanalından bir programın görüntülerini yakaladı. Programa Cizre'deki o evden telefonla bağlanan ve Cizre Halk Meclisi Başkanı titrini kullanan Mehmet Tunçisimli şahıs "Asla teslim olmayacaklarını" söylüyor. Tunç, "direneceğiz" diyor! Siz bugüne değin ambulans bekleyen ve ağır yaralı olan bir vatandaşın "direneceğiz" dediğini duydunuz mu?
Evet, mevzu ortada. Bölgede Sur ve birkaç mahallede günlerdir sürdürülen kalkışmanın komuta merkezi bu ev. İçeride, bölgedeki çatışmaları yönetmek üzere Kobani ve Kandil'den gönderilen üst düzey teröristler var. Ayrıca şehirlerde pek çok sivilin ve güvenlik görevlisinin ölümüne neden olan bombaların, mayınların, el yapımı patlayıcıların haritaları da yine bu üste.
Güvenlik güçlerinin günlerdir yürüttüğü operasyonlarda çember daralınca, PKK yöneticileri aylar öncesinden yapıldığı belirtilen Cizre'deki bu binaya sığındılar. Çevrede alınan güvenlik tedbirleri nedeniyle çıkamayacaklarını, yakalanacaklarını anlayınca da siyasi temsilcileri ve medya aracılığıyla yalana sarıldılar.
HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş bu kumpas tutmayınca dün "velev ki sivil değiller, PKK'lılar..." demeye başladı. Demirtaş haklı. Ancak şu an ortadaki sorun bu kişilere sivil olmadıkları için ambulans gönderilememesi değil ki. Zaten aksi olsa, sivillerin neredeyse tamamen tahliye edildiği bu karargâh yerle bir edilir ya da askerler binaya operasyon düzenlerdi.
Mevzu, Sırp keskin nişancılarla korunan bu karargâhtaki PKK yöneticilerinin yargı sürecine tabi olmadan özel bir formül bulunarak evden tahliye edilmeleri talebi. Demirtaş ve silah arkadaşları eğer bir kez olsun insanlık adına iş yapmak istiyorlarsa binada bulunan teröristleri teslim olmak için ikna etmekle uğraşmalılar. Bu durumda, basın mensupları olarak hepimiz bu kişilerin tedavileri yapıldıktan sonra sağ salim yargıya teslim edilmelerinin, sürecin takipçisi oluruz.
Ancak bölgede bunca acının sorumlusu olan teröristlerin hiçbir şey olmamış gibi ellerini kollarını sallayarak sınır dışına çıkmaları teklifini ne hukuk ne de vicdan kaldırabilir.


Melih Altınok

Teröre karşı iki yüzlü muhalefet

Teröre karşı iki yüzlü muhalefet

MHP-HDP-CHP ittifakının karşı çıktığı İç Güvenlik Yasası, 6 ayda terörle mücadelede görülmemiş başarı getirdi. Yasa ile binlerce çocuk PKK’lı olmaktan, Türkiye ise bir uçurumdan kurtarıldı.


Türkiye bugün DAEŞ ve PKK saldırılarının hedefi olurken, muhalefet partileri devleti ve hükümeti terörle mücadelede yeteri kadar aktif olmamakla suçluyor.
Ama terörle mücadelede hayati bir rol oynayan İç Güvenlik Yasası’na karşı tüm muhalefet partileri ittifak yapmıştı. Hatta, varlıkları birbirlerine olan düşmanlık üzerine kurulu MHP ve HDP, TBMM’de bazen bozkurt ve zafer işaretleri eşliğinde birlikte hareket etmişti.
YASA ÖNCESİ KARANLIK
İç Güvenlik Yasası’nın 4 Nisan’da yürürlüğe girmesinin üzerinden 6 ay geçti. Peki ama 2 aylık tartışmayla kabul edilen bu yasa ile Türkiye’de terörle mücadelede ne değişti? Rakamlar, PKK’ya karşı yürütülen operasyonlarda 31 yıldır görülmemiş bir başarıyı işaret ediyor. Güvenlik görevlilerine göre bu yasa olmasaydı, 7 Haziran  sonrasında özerklik ilan eden terör örgütü PKK’nın beli kırılamayabilirdi. 
6-7 Ekim ve 2 Kasım 2014’te HDP Merkez Yürütme Kurulu, Kobani bahanesiyle “Sokağa çıkma” çağrısında bulundu. Şiddet olaylarında 31 kişi hayatını kaybetti, 2 polis şehit oldu ve 221 vatandaşla 139 polis yaralandı. PKK’nın son bir yıldaki saldırılarında 79 sivil hayatını kaybetti, 469 kişi yaralandı ve 2 bin iş yeri ve araç hasar gördü.
POLİS VE ASKERE YETKİ
PKK’nın 7 Haziran sonrası ‘Özerklik ilan edeceği’ ortaya çıkınca devlet, PKK’yla mücadele için yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duydu ve ardından İç Güvenlik Yasası kabul edildi. Yasaya göre güvenlik güçlerine; toplu işlenen suçlarda 48 saate kadar gözaltı yetkisi, üst, eşya ve araç arama ve riskli durumlarda daha fazla silah kullanma yetkisi verildi. En önemlisi, güvenlik güçleri, arkalarında devlet desteği olduğunu gördü ve ‘yargılanma korkusu’ olmadan kararlı bir şekilde terörle mücadele etti.
GÖRÜLMEMİŞ BAŞARI
İç Güvenlik Yasası’nın verdiği yetkiler, PKK’nın özerklik planını hayata geçirmesine fırsat vermedi. Yasanın verdiği yetkiyle büyük bölümü PKK ve gençlik yapılanması üyesi 2 bin 799 kişi, eylem hazırlığında veya eylemde gözaltına alındı ve 772’si tutuklandı. Yurtiçinde 204 PKK’lı etkisiz hale getirildi, 123 terörist yakalandı. 22 Temmuz sonrasıda PKK’ya yönelik yurtiçi ve dışında gerçekleştirdiği operasyonlarla bin 480 terörist etkisiz hale getirildi. Güvenlik güçlerinin 31 yıllık mücadelesindeyse 23 bin 766 terörist etkisiz hale getirildi, bin 591 terörist yakalandı. İç Güvenlik Yasası terörle mücadelede görülmemiş başarı sağladı.
ÇOCUKLAR EVLERİNDE
Sadece Diyarbakır’dan bir örnek: Olaylara karışan bin 132 çocuğun ailelerine 232 TL ceza kesince, sadece 77’i ikinci kez olaya karıştı. 91’i de 12 yaş altı çocuklar olması ve PKK’nın son iki yılda iki bin çocuğu dağa götürerek örgüt mensubu yaptığı da düşünülürse, yasanın faydaları açısından dikkat çekici.
TERÖRÜN SORUMLUSU DEVLET’
İÇ Güvenlik Yasası’yla PKK’nın büyük darbe alacağını bilen HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş “Bütün toplumun bu yasaya karşı çıkması lazım. Bütün vekillere sesleniyorum. Aylarca konuşalım tek bir madde bile geçiremesinler” demişti ve bu çağrısı MHP ve CHP’de de karşılık bulmuştu. Demirtaş, Ankara’daki bombalı saldırı sonrasında ise “Nereden gelmiş olursa olsunlar siyasi sorumluluk hükümettedir. Devlet içinde IŞİD’i koruyan kollayan bir yapı var” demişti.
PKK ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISIYMIŞ
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bile İç Güvenlik Yasası görüşmeleri sırasında MHP ve HDP’nin birlikte hareket etmesine şaşırmış, “İlk kez belki HDP, MHP, CHP, üçümüz de (İç Güvenlik Yasası’na) karşıyız” sözleriyle dile getirmişti. İç Güvenlik Yasası öncesi terörle mücadele için daha fazla yetki veren bu yasayı engellemek için “Biz üzerimize düşeni yaparız” diyerek MHP ile birlikte yasayı 2 ay geciktiren Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerdeyse “Gerçekçi olalım, PKK silah bırakmaz. IŞID ile çarpışıyor” ve (Dağlıca’daki PKK’nın hain pusu ardından, Hürriyet haberine inanarak PKK değil Cumhurbaşkanını  suçlayarak) “Uğruna ülkeyi kan gölüne çevirdin” demişti. Kılıçdaroğlu (Sosyalist Enternasyonel’de imza attığı sonuç bildirgesinde) “PKK’lılar Filistinliler gibi özgürlük savaşçısıdır” bile demişti.
‘İÇ GÜVENLİĞE KARŞIYIZ’
Bugün yaşanan olaylarda terör örgütleri yerine hükümeti ve devleti PKK’yla yeteri kadar mücadele edilmediği gerekçesiyle eleştiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, altı ay önce karşı çıktıkları İç Güvenlik Yasası’nın başarısı karşısında sessizliğini koruyor. MHP’li milletvekillerinin HDP’li vekillerle hükümete karşı TBMM’de birlikte hareket ettiklerini gösteren fotoğraflar, bugün hala milliyetçi vatandaşlarda tepkiyle karşılanıyor. Ama 4 Nisan’da yürürlüğe giren yasaya karşı çıkan MHP lideri Bahçeli, buna gerekçe olarak da “Milliyetçi Hareket Partisi, İç Güvenlik Yasa tasarısının çok tehlikeli sonuçlara meydan vereceğini gördüğünden esastan itiraz etmektedir” demişti. Hükümetin teröre karşı önlemleri artırmasına karşı çıkan Bahçeli, Ankara’da 102 kişinin ölümüyle sonuçlanan Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı sonrasında “İnsanlarımız ölüyor sen hala oy hesabı yapıyorsun. Bombalar patlıyor, bu AKP’ye yarıyorsa o zaman azmettiren bellidir” demekten de geri durmamıştı.