Yeniden “Güvenli Bölge” Tartışmaları




Geçen hafta Suriye’de “güvenli bölge” tartışmaları yeniden alevlendi. Konunun gündeme gelmesini, Trump’ın ABD ordusuna verdiği DAEŞ’le mücadele için alternatif planların hazırlanması emrinin bir parçası olarak düşünmek gerekir. Plan, aynı zamanda Trump’ın mülteci karşıtlığına çare bulmayı, geldikleri yerlerde tutmayı hedefliyor. Teorik olarak bu fikir Avrupa’da da hatırı sayılır taraftar bulabilir.
Ancak, Suriye’deki askeri, siyasi ve ekonomik tabloya bakınca düşüncenin hayata geçirilmesinin hiç de kolay olmadığı görülüyor. Bu gün sayıları 6.5 milyonu geçen mülteciler için Suriye’de “güvenli bölge/bölgeler” inşa etmenin önünde ciddi zorluklar olduğu açık. Başka bir ifadeyle, önceki yıllarda var olan fırsatlar artık kaçırılmış gibi görünüyor.
Her ne kadar teorik olarak güvenli bölgeler, savaştan kaçan insanlara hayatta kalma imkânı vermeyi amaçlıyor, asgari yaşam koşularını sağlıyor olsa da fiiliyatta sonuç böyle olmayabiliyor. Niyet açıklamaları da buz dağının görünen, kamuoyuna pazarlanan kısmı olarak gündeme geliyor.
En önemli sorun, kimlerin “güvenli bölgelere” dönmeye razı olacağıdır. Doğal olarak, bu yeni bir tartışma başlatacaktır. Birleşmiş Milletler verilerine göre Suriye’ye komşu ülkelere kaçan insanların sayısı bir hayli yüksek. Türkiye’de üç milyon, Lübnan’da 1.5 milyon, Ürdün’de 1.250. 000, Kuzey Irak’ta 250 bin Suriyeli mülteci bulunuyor.
Trump’ın “güvenli bölge” fikrinin hayata geçirilmesi ancak havada ve karada güvenliğin sağlanmasıyla mümkün. Bunun kim/kimler tarafından, kimlere karşı sağlanacağı, cevabının baştan verilmesi gerekiyor. Tabloya baktığımızda, muhtemel hedef kitleler kadar, kriz çıkarabilecek faillerin listesi de bir hayli uzun. Öyle ki bu günlerde yürürlükte olan ateşkese uymayı taahhüt eden grup sayısının binlerle ifade edilmesi işin vahametini gösteriyor. Söz konusu grupların hem mücadele edilecek fail, hem de korunacak kurban olması ise bu tabloda hiç de sürpriz değil. Dahası, meşruiyeti ve siyasi konumu farklı aktörlerin statülerinin değişimi bazı sponsorları memnun etmeyebilir. Örneğin, şimdilerde daha güçlü ve askeri alanda mesafe almış olan Esad rejiminin konumu ne olacak? Belki de tek iyi haber, herkesin DAEŞ’e karşı olması.
Cevabı aranan diğer soru, güvenli bölgelerin kurulacağı sahalar olacaktır. Seçilen bölgeler, aynı zamanda “orta vadeli politik niyetlerin de ilanı” anlamına gelecektir. Mevcut askeri tablo üç bölgede, Türkiye, Ürdün ve Irak sınırı boyunca güvenli bölgelerin inşa edilebileceğini söylüyor. Örneğin, Türkiye sınırı boyunca Suriye topraklarında güvenli bölge ilanı, PKK/PYD merkezli siyasi ve askeri gelişmelere işaret ederken, aynı zamanda Kürtler ve Araplar arası çatışmanın ve rekabetinin de temellerini atacak demektir.
Afganistan’dan Afrika’ya yaşanan tecrübeler “güvenli bölgelerin” askeri yönünün göz ardı edilemeyeceğini söylüyor. Güvenli bölgelerin, iç savaşın ömrünü uzatma etkisi bir gerçek. İç savaşlar, insani yardımların 1/10’nun mültecilere, geri kalanının ise silahlı gruplara gittiği bir eko sistem yaratır. Bunu anlamı, lojistik ve personel sorununu çözmüş silahlı grupların savaşı mümkün olduğunca uzatmalarıdır. Çünkü bu tablo, halkı deniz haline getirirken, gerillaya balık olma imkânı verir.
Trump’ın niyetlerinin/planlarının Rusya, Türkiye, İran ve Esad tarafından kabul görüp görmeyeceğini bilemiyoruz. Trump her alanda olduğu gibi Suriye konusunda da açıklamaları, raftan indireceği yeni planları ve uygulamalarıyla herkesi Suriye’yi askeri, politik ve ideolojik açılardan yeniden okumaya zorluyor.

Barack!


Terörle mücadele hız kesmeden devam ediyor. Temmuz'dan bu yana 5 bini aşkın terörist etkisiz hale getirildi.
Nusaybin'de pazar günü askeri timin arama için girdiği evde meydana gelen patlama sonucu bina çöktü. 5 asker yaralanırken enkaz altında kalan bir yüzbaşımız da şehit oldu.
Yaklaşık birbuçuk ay önce de aynı olayın benzerini Diyarbakır Sur'da yaşadık.
Güvenlik güçlerimiz bir binaya girdiklerinde tuzaklanmış bir bomba patlayınca çöken evde 3 askerimiz şehit oldu. Ve bu iki olayın aynısı Kobani'de de sık sık yaşanıyor. Mesela bir yıl önce DAEŞ'in Kobani'de ele geçirdiği Mıştenur Hastanesi, aynı yöntemlerle YPG tarafından içindekilerle birlikte havaya uçuruldu.
Yukarıdaki bilgileri alt alta sıralayan Amerika'nın Sesi VOA internet sitesi şu soruyu gündeme getiriyor; "Peki Türkiye'nin Güneydoğu'sunda güvenlik güçleriyle çarpışan PKK'nın gençlik örgütü YPS bu taktikleri nereden öğrendi?" Kobani ile Güneydoğu'da yaşanan olaylar arasında başka benzerlikler de olduğunun altını çiziyor ve şöyle sıralıyor;Sokakların tuzaklanması, keskin nişancılara karşı perdelerin çekilmesi... Bu uygulama DAEŞ'e karşı ilk Kobani'de denendi, kayıplar önlendi. Evlerden evlere geçiş için gedikler açılması, havadan keşfe karşı yatay perdelerin çekilmesi de Kobani yapımı. Amerika'da hükümete yakınlığı ile bilinen bu internet sitesinin sorusu ve açıklamaları adeta itiraf gibi... Tabii durumu kurtarmak için, eğitimin Halep'ten gelen bir grup tarafından Kobani'de verildiğinin altını çizerek "ABD'nin hiç suçu yok" demeye getiriyorlar. Satır aralarında ise Kobani'ye savaşmaya gidenlerin, geri gelerek Sur, Nusaybin, Yüksekova gibi ilçelerde savaştığını ve eğitim verdiğini anlatıyorlar. Yani tuzaklama ve bina çökertip, askerlerimizi şehit etmenin PATENTİ Kobani'ye ait. İşte Amerika'nın anlayıp da trene bakan anlamaz göründüğü nokta bu. Suriye'deki PKK'lıları çok seviyorlar. Suriye tarafına geçip eğitim alan her PKK'lının üniformasına PYD kamuflajı yapıştırıp, "Bizim müttefikimiz" diyorlar. "Görmüyor musunuz, Suriye'ye geçersen adın PYD-YPG oluyor" diye de bir yutturmaca sarmalını öne sürüp aklımızla alay etmeye kalkıyorlar. Güya biz safız ya! Kobani'de eğitim alıp, gelip Sur'da, Nusaybin'de terör estirene de "Aaa ayıp, bizim PYD ile bunların alakası yok" diyecek kadar trene bakan öküz takılıyorlar.
Bakın ne diyor Beyazsaray'a yakın internet sitesi; "YPG'nin IŞİD'e karşı kullandığı taktikleri, şimdi Türkiye'deki YPS güvenlik güçlerine karşı kullanıyor.
Yetkililerin söylediği gibi Türkiye'de çatışanlar Kobani'den gelen YPG'li mi ya da YPG tarafından mı eğitildi?
" Evet, siz ne kadar "Halep'ten gelen bir grup öğretti" diye kılıf bulsanız da, Türk askerini tuzaklanmış evlerde şehit eden bombaların yapımından, kurulmasına kadar tüm eğitim KOBANİ'DE VERİLDİ. Kobani'de kim var?... PKK'nın Suriye kolu PYD-YPG...
Peki o PYD ve YPG ile müttefik olan kim?
Tuzaklanmış bomba, perde germe, hendek açma eğitiminin verildiği Kobani'ye toz kondurmayan Amerika Birleşik Devletleri.
Bak senin internet siten yazıyor Başkan Obama!!! Adamlar Kobani'de tuzaklanmış bomba OKULU kurup, mezun ettiklerinin bir bölümünü Türkiye'ye ihraç etmişler.
Şimdi bize şu soruyu yöneltmek düşmez mi? "Müttefikin Türkiye'ye terör ihracatına mı başladın?" Bize yardımcın Joe Biden'i gönderip, insan hakları ve hukuk dersleri vermeye kalkıyorsun! Peki tuzaklanmış bomba eğitimlerinin verildiği Kobani'deki terör okullarından ülkemize ÖLÜM makineleri gönderen PYD'ye nasıl sahip çıkıyorsun? Bu mudur İnsan hakları ve hukuk? Bak senin siten yazıyor... "Sur ve Nusaybin'de bina çökertip, asker öldürten eğitimler Kobani'de verildi" diye. Hani o çok sevdiğin PYD'nin Kobani'si ha... Sakın şimdi de "Şeyy orası Tel Abyad" demeyin. Bize eski adıyla gelmeyin... Kelimelerle, harflerle "MÜTTEFİKİM" dediğiniz Türk halkını kandıracağınızı mı zannediyorsunuz?
Çünkü komik oluyorsunuz. Gülünecek durumlara düşüyorsunuz. Kobani'deki, o Sur'a, Nusaybin'e, Cizre'ye, Yüksekova'ya saldıranların eğitildiği terör okullarını ABD Savunma Bakanlığı'nın SAVAŞ UÇAKLARI korumuyor mu? Ne diyorsun sayın Obama? Sakın bana "Benim adım Barack" deme!
Barack bu harflerle, teröre branda germe ayaklarını!


Bekir Hazar

Elin Adamları !



Bölgemizdeki sorunların temelinde KÜRTLER'in geleceği yatıyor. Birileri "Kürtler'e ne olacak?" diye sorup buldukları cevabı hayata geçirmeye çalışıyor.
Amerika bu! Bu öyle bir mesele ki hem içeriyi hem dışarıyı karıştırmaya yetiyor. Graham Fuller geçtiğimiz gün televizyondaydı. Önemlidir. İzlenmesi gereken biridir. Birkaç maddede Türkiye'yi uyarıyordu... Açık açık! 
 Türkiye Erdoğan'ın BAŞBAKANLIĞI dönemindeki politikalara dönmeli. Dönmezlerse hem Türkiye hem AK Parti büyük zarar görür. 
 Esad gitmeyecek.
Ankara kendini buna hazırlasa ve bununla yaşamayı bir an önce öğrense iyi olur. 
 Katar'la ilişkiler geriye çekilmeli, azaltılmalı... 
 İran'la karşı karşıya gelinmesin. 
 Moskova ile ilişkiler düzeltilsin. 
 Suriye, Irak ve Türkiye'deki Kürtler'le yakın ilişki kurulmalı...
Öncelikle "Esad gidecek" diye ilk ortaya çıkan Amerika'ydı. İsteyen ve gitmesi gerektiğini söyleyen onlardı. Moskova ile uçak krizine bizi sokan ve ilişkileri bu noktaya getiren de onlardı! Her yerde izleri vardı. İran ile karşı karşıya gelmedik, ne oldu?
David Cohen gelip bankalarımıza girdi. 17-25 Aralık, İran ile kurulan sıcak ve samimi ilişkilerin sonucuydu.
Zaten asıl amacı son mesajdaydı: KÜRTLER'LE YAKIN İLİŞKİ KURULSUN...
Vermek istediği mesajların önüne anlamsız başka unsurlar koyup amacını sona saklıyordu. Graham Fuller, yani CIA, yani PARALEL, bunları söylüyordu. Peki, içeride neler oluyordu? Hatırlayalım... EŞBAŞKAN Figen Yüksekdağ: "Biz sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'ye yaslıyoruz, bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Sırtımızı kime yasladığımızı söylüyoruz, bundan sonra da yaslamaya devam edeceğiz..."
Tabii HDP'deki meydan okuma bu kadarla bitmiyordu!
HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer, Ankara'da 29 kişinin hayatını kaybettiği intihar saldırısını gerçekleştiren teröristin taziyesine gitti. Teröriste sahip çıktı. Meydan okudu. Zaten geçen yıl da 1 polisimizi şehit eden teröristin cenazesinde tabuta omuz vermişti.
Şanlıurfa'daki terörist cenazesine HDP milletvekilleri Dilek Öcalan ile İbrahim Ayhan da katılıyordu. Hassasiyetleri büyüktü yani!
HDP Tunceli vekilleri de bir başka teröristin cenazesine katılmakta hiçbir sakınca görmüyordu. Hatta bir vekil, hastaneden öldürülen teröristlerin cenazelerini almaya geliyor ve polis müdürüyle tartışıyordu. Polis müdürü "Milletvekili değil misin, haddini bil.
Devletten maaş alıyorsun, 5 teröristin cenazesini almaya geliyorsun..." diye tepki gösteriyordu... HDP'de, CHP'de ve MHP'de birileri dışarıdan elini işin içine sokmaya çalışıyordu. Demirtaş tutmayınca işler karışmış ve bir bocalama olmuştu. Sonra üç partiye de el atan, atabilen AKIL devreye girdi. "HDP KAPATILSIN" diye elinden geleni yaptı, yaptırdı.
HDP'li vekiller de verilen görevi eksiksiz yerine getirdi. Normalde defalarca mahkeme salonlarına taşınması gereken olaylar görmezden gelindi. Bu YABANCI AKIL HDP'yi mahkemelere düşürüp yeni MERKEZİ CHP olarak tayin ediyordu. YÜZDE 25'e kilitlenmiş olan CHP'yi gelecek KÜRT oylarıyla yukarıya taşımak isteyeceklerdi. Yani birileri Kürtler'i CHP'ye itiyordu. Partiyi kapattırmak isteyerek hem de! CHP içinde TR: NO...'lu isimler zaten biliniyordu.
HDP'den farklı düşünmüyorlardı.
Geçtiğimiz günlerde yazmıştım. PKK hiçbir zaman PARALEL YAPI ile düşman olmadı, ters düşmedi...
İki taraf da birbirini çok iyi tanırdı.
Mesela devletin giremediği sokaklara ZAMAN GAZETESİ'nin girdiği dönemler vardı. MHP lideri Devlet Bey başından beri paralel yapıya karşıydı. Teslim olmadı. Mücadele etti. Ama şimdi karşısındakiler işin rengini değiştirdi. Parti mahkemeye düştü düşecek. Devlet Bey de teşkilatları kapatarak önlem almaya, muhalefeti durdurmaya çalışıyor.
Devlet Bey'in karşısındaki önemli isim Meral Akşener... Ankara'daki ofisleri ziyaretçi akınına uğruyor resmen. Gelen giden belli değil.
Meral Hanım'ın Amerika'ya yakınlığı ortada! İnkar da etmiyor. Dün Ümit Özdağ da istifa ederek parti içindeki mücadeleyi iyice alevlendirdi. Diğer muhalif isimler ise belli. CHP'de ise fol yok yumurta yokken Deniz Bey ortaya çıktı. Aslında Deniz Bey de çok önceleri KÜRT RAPORU ile Güneydoğu meselesini çözmek isteyen bir isimdi. 1989'da hazırlanan raporla yerleşik DEVLETİN karşısına geçen bir siyasetçiydi. Kürt'e "KÜRT!" diyen ilk simalardandı.
Ankara'nın anlayışını değiştirmek için çalıştı ve doğru tespitler yaptı. Ama İKLİM müsait değildi...
AK Parti içinde de MHP'li muhalifler gibi, CHP'li muhalifler gibi hatta HDP'liler gibi düşünenler vardı. Mesela son günlerde tartışma meydana getiren açıklamalar yapan Bülent Arınç Bey Amerika'daki bir toplantıda "Sayın Öcalan demek suç olmaktan çıktı. PKK'nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan'ın posterini taşımak suç olmaktan çıktı. Hatta Türkiye'nin sistemi böyle olmalıdır, Türkiye'de eyaletler, demokratik özerklikler falan filan...
Bunların hiçbirisi artık suç değil..." gibi sözlerle KÜRT meselesine bakışını ortaya koymuştu. Şivan Perwer'e "Gel bizim Mevlanamız ol!" diyen de oydu... Bu konuda çok ama çok şey yazılabilir.
Ama bizler yani sıradan insanlar, farklı partilerin, farklı siyasilerin ARADAKİ farkları temsil ettiğini düşünürüz. Hiç böyle bir şey yoktur. Siyasete soyunan insanların pek çoğu bir merkeze yakın olmak durumundadır. Bu böyledir. Deniz Baykal Bey ile Bülent Arınç Bey'inKÜRT MESELESİ'ndeki görüş farkı yok denecek kadar azdır.
HDP ile Meral Akşener "yan yana gelemeyecek" gibi dursa da KÜRT KARTI konusunda fırsat olursa aynı düşündüklerini görürüz! Yaşayışları, tarzları birbirine benzemese de partileri çok uzak olsa da SİYASETLERİ birdir! Bunu atlarız biz! Bu nedenle aldatılırız!DEVLETLER bunu sağlar!
1990'a kadar RUSLAR pek çok kişi için tehlikeliydi. Sonuçta "Komünist"ti! Gorbaçov geldi, sınırları kaldırdı. İki milletin nasıl da kaynaştığı ortaya çıkıverdi. Antalya Ruslar'ın merkezi oluverdi! Demek ki birileri ALGI ile oynayıp düşüncelerimizi belirliyordu. Bize ait olmayanlara bizim gibi sahip çıkıyorduk! Böyledir!
Oyundur.
PYD-YPG konusunda Erdoğan tamamen yalnızlaştırılmak isteniyordu. İsimlere daha fazla girmek istemiyorum. Ama pek çok kişi Erdoğan'ın siyasetinin karşısında!
İmzacı akademisyenlerden İlhan Selçuk'un gazetesine kadar!
Ama DÜŞÜNCENİN asıl SAHİBİ yazının başındaki kişi! Yani GRAHAM! Biz içerideki fikirlere sarılıp giderken YABANCIYI bulmayı pek istemeyiz. Sevmeyiz. Erdoğan CUMHURBAŞKANI olarak Washington'a sert tepki gösterdiği için birileri ortaya çıktı ve başkaları da işaret bekliyor. Burası Türkiye.
Kendi KOD'ları var. Ankara'da pek çok ofiste hareket yaşanıyor. Bazı işadamlarının öncülüğünde toplantılar yapılıyor. Ama Atlantik'in ötesinden net işaret alamadıkları için çırpınıyorlar.
ABD'nin Kürt meselesine bakışını Türkiye'de taşıyacak insanlara, gruplara, partilere, sermayeye, siyasilere ihtiyaç vardı. Tıpkı İngilizler'in modelini taşıyanlar olduğu gibi... Tabii Ankara arada kaynar giderdi! Düne kadar... MİT TIR'ları olayı da aslında buydu. Tutuklananlar da bu kavganın sonucuydu. Biden'in gelip konuştuğu isimlere bakın! Biz sadece TÜRK İSİMLERİ, TÜRK VATANDAŞLARI üzerinden KÜRESEL bir mücadeleye tanıklık ediyorduk. Kimi Amerikalı gibi, kimi de Avrupalı gibi düşünüyordu.
Kavga buydu! Ülkenin gerilimden kurtulmamasının arkasında bu vardı!
Yapılacak şey belliydi. Birlik ve bütünlük içinde "SEN-BEN" demeden birbirimize sarılmak!
KARDEŞLİK temelinde kendi modelimizi kurmak! Washington'dan esecek rüzgara göre yön belirleyecek çok ismin gözü telefonda! Gelecek HAYIRLI bir haberde! Büyük dengeleri bilerek kendi yolumuzu seçmek en akıllıca olanıydı. Bir yerden RÜZGAR bekleneceğineFIRTINA olmayı bilmeliydik.
Bakıyorum kolayı seçip, gözünü dışarıya dikenler çok! Türkiye burası!
Bir anda değişmiyor hemen!
Amerika, PYD ve YPG'nin yanında yer alınca birileri durumdan vazife çıkardı. Partilerin içi karıştı.
Daha da karışacak. Adamlar kendi çizgilerini buluncaya kadar ELLERİ burada kalacak. Çıkan ve çıkması muhtemel isimlere bu mercekle bakın!
Kim hangi SİYASETİ tercih ediyor! ŞİFRE bu! Dikkat edin! Kimin nereye 
yakın olduğunu bulmak zor değil! Hiç!


Ergün Diler

Şemsiye



Tarihler 1990'ı gösterirken Irak, Kuveyt'e girdi. Dengeler altüst oldu.
Batı hemen işbaşı yaptı. ÇÖL FIRTINASI kod ismiyle KÖRFEZ HAREKATI başladı. Dünya canlı yayında MÜSLÜMAN bir ülkenin, içinde Müslümanlar'ın da bulunduğu bir koalisyondan nasıl dayak yediğini izledi.
Saddam dersini aldı. Şartları kabul edip çekildi. Savaş için harcanan 60 milyar doların 36'sını Suudi Arabistan veriyordu.
Saddam dayak yedikten sonra ülkesi karıştı. Plan tıkır tıkır işliyordu. Güneyde Şİİ'ler ayaklandı. Gururu kırılmış Irak Ordusu, kuzeydeki güçlerini toplayıp güneye müdahale etti. Bu kez de kuzeydeki KÜRTLER kazan kaldırdı. Bütün gruplar birleşti. Kerkük'ü aldı. Süleymaniye'deki IRAK İSTİHBARAT MERKEZİNDE 1000 kişi kurşuna dizildi.
Ülke karmakarışık bir haldeydi. Irak Ordusu'ndaki önemli askerler kendileri için gelecek göremeyince Saddam'ın etrafında toplandı.
Kenetlendi.
Kürtler püskürtüldü.
İşkenceler, insanlıkdışı vahşetler yaşandı.
Bu bölgenin çocukları ölürken Amerika aslında 1990'da "Şİİ , KÜRT ve SÜNNİ" diye Irak'ı üçe bölüyordu.
Bölgedeki politikası artık buydu. Daha sonra gelen Afganistan ve İKİNCİ IRAK müdahalesi bunun belgesiydi.
İlk müdahaleden sonra KÜRT BÖLGESİ uçuşa yasak bölgelerle korumaya alındı. Oysa Güneydeki Şİİ'ler Irak ordusu tarafından vuruluyor, ancak kimse sesini çıkarmıyordu! Demek ki bütün hesap KÜRTLER üzerine yapılmıştı! Saddam'dan kaçan Kürtler şimdi olduğu gibi yine bize geliyordu. Türkiye de bu insanlara kucağını açıyordu. Böyle bir grup ŞEMDİNLİ 'ye gelip yerleşti.
Yardım aralıksız sürerken ŞEMDİNLİ 'de BRİTANYA KRALİYET DENİZ KUVVETLERİ askerleri ile bizim askerler karşılıklı silah çekti. Mültecilerin olduğu kampa girmek isteyen Kaymakam Erdoğan Ülker İngiliz askerleri tarafından dövüldü ve kampa alınmadı.
Kendi ülkemizde sözümüz geçmiyordu.
İngilizler çekilip gittikten sonra kriz aşıldı! Sınırlarımıza şimdi gelen yüzbinlerce insan için acaba birileri yine bizim ULUSLARARASI KOALİSYONDAN yardım talep etmemizi mi bekliyordu?
Bilemedim...
Bu dalgadan sonra Irak'ın içinde Kürtler'i koruyacak bir organizasyona gidildi. ArtıkÇEKİÇ GÜÇ vardı. Çekiç Güç ve arkasındakiler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin asla ve kat'a KÜRTLER'i SİLAHLA bertaraf etmesini istemiyordu!
Bu dün de böyleydi, bugün de... Amerika iki kez Irak'a KÜRTLER'i koruma altına almak için girdi. ÇEKİÇ GÜÇ! Bakın haritaya, ne göreceksiniz!
Çekiç'in başı Hakkari ve etrafıysa sapı da bugün sorun yaşadığımız güney sınırımızdı!BOYLU BOYUNCA hem de!
Ankara saldırısı tesadüf o ki, 17 ŞUBAT'ta gerçekleşti. Yani Eşref Bitlis Paşa'nın uçağının düşürüldüğü tarihte! Eşref Paşa'ya pekçok Amerikalı subay hayranlık duyardı.
PKK meselesini Saddam'ın Irak'ıyla yapacağı bir harekatla bitirmeyi amaçlıyordu! Bunun için gerekli tüm hazırlıkları yapmıştı. Rahmetli Özal da bunu biliyordu. Eşref Paşa, Amerika'nın Irak'ın kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı Kürt oluşumuna karşıydı. Açık açık bunu söylüyordu. Tehlike olarak görüyordu. 7 Şubat'ta "İncirlik'ten kalkan Amerikan uçakları PKK'ya malzeme yağdırıyor!" dedikten 10 gün sonra, yani 17 Şubat'ta, uçağı buzlanma (!) nedeniyle düştü.
Şehit oldu! Eşref Paşa'nın arkadaşları da teker teker görevi başında öldürüldü!
Zaten 1993 DARBE YILIYDI!
Kimler o yıl gitmedi ki! Özal'dan Uğur Mumcu'ya kadar...
Amerika'nın KÜRT POLİTİKASI o yıllardan beri aynı. Ve asla değişmeyecek.
Bunun, kimin ABD BAŞKANI olduğuyla zerre ilgisi yok. Kim gelirse gelsin bu değişmez! Değiştirilemez!
KÜRT kartı üzerinden bölgenin haritası tekrar çizilecek. Dün PKK'ya yardım edenler şimdi PYD-YPG'ye silah yağdırıyor! Her soruya da "Böyle bilgimiz yok!" deniyor.
Diyecekler de... Çünkü bu sorulara cevap veren sözcülerin yapacağı bir şey yok ki!
Obama'nın yok, onların nasıl olsun!
Washington, gizli ortağı Moskova ile Suriye içindeki MÜSLÜMANLAR 'a bomba yağdırıyor. Milyonlarca insan yollarda. Ya Türkiye'ye geliyor ya da denizden Avrupa'ya geçmek istiyor. Bu göç dalgasıyla ne Avrupa, ne de biz uzun süre baş edebilirdik.
Biz masum insanlara kapı açıyorduk ama Suriye'de bomba yağdıranlar Sur'da, Cizre'de, Silopi'de, İdil'de TERÖR olarak karşımıza çıkıyordu! Bir akıl ısrarla bizi dışarıdanYARDIMA HAZIRLIYORDU! Diğer taraftan da Bağdat ile oturarak SÜNNİ HİLALİ'ni kesmeye çaba gösteriyordu! Kürt meselesi bütün bölgeyi içine alan yakıcı bir konuydu!
Adamlar bu sorunu silahla çözmemizi istemiyordu.
1993'e bakın! Türkiye şimdi kararlılığını ortaya koyunca gelip CANLI BOMBA Ankara'nın ortasında kendini patlattı! Mesaj DEVLETİMİZEYDİ! Türkiye büyük devlet olarak Kürtler'i ve bölgeyi kapsayacak bir planla yoluna devam etmeli. DEVLET olmanın gereği olarak elbette silah bulunmalı bunun içinde!
Ama adamların bizden beklemediğini yapmak sonuç getirir! AKILLI SÜRPRİZ yani! Ankara bunu bulur! Ve gereğini yapar... Sınırımızın hemen aşağısında komşumuz ABD! PYD değil! Eğer Amerikalılar'ın MODELİNİ beğenmiyor ve ret ediyorsak acilen kendi planımızı devreye sokmalıyız... Sonuçta bu bölge bizim. Burada oturup konuşamayacağımız kimse yok! Biz buraların çocuklarıyız.
Ama etrafımızdakiler yabancı. Amerika bilerek ve isteyerek Rusya'yı karşımıza çıkardı. Ruslar da İran'ı alıp Hizbullah'la bölgeye geldi.
Masada bizi sıkıştırmak için büyük baskı var. Amerika asla ve kat'a ARAP ALEMİNİkarşısına alarak gelmez, gelemez! Bunun için Ruslar ve İran işin içinde... Bir de terör üzerinden Tayyip Erdoğan'ı tasfiye etmeye kalkanlar var!
Kürt meselesini kendi yöntemlerimizle çözemediğimiz sürece saldırılar kesilmeyecek...
Büyük bir ŞEMSİYE olarak açılmalıyız... İçeride kalma şansımız hiç yok! Silah kullanmadan, savaşmadan yapacağımız çok şey var!
Oyun sırası bizde! 
Bekleyin...


Ergün Diler

Büyükelçilere verilen dosyada neler var?



28 kişinin hayatını kaybettiği Ankara'daki canlı bomba eyleminden sonra 7 ülkenin büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına çağrılarak bilgilendirilmişti. Büyükelçilere sunulan dosyada PKK-PYD arasındaki hiyerarşik ilişki ve Ankara'daki canlı bomba eyleminde yaptıkları işbirliği yer aldı.

Büyükelçilere, İngilizce olarak hazırlanan ve 49 sayfadan oluşan kapsamlı bir dosya sunuldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Başkan Obama ile görüşmesinde, “Bu konudaki bilgileri Ankara'daki büyükelçinize aktardık dediği dosya.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın PKK-PYD ilişkisine dair sözlerinin yer aldığı dosyada PYD'de yönetici konumunda yer alan 109 PKK'lıyla ilgili mahkeme kararları yer alıyor. Çeşitli tarihlerde PKK terör örgütünün eylemleriyle ilgili olarak Türkiye'deki mahkemelerde açılan davalardan karar örneklerine yer veriliyor. PKK kadrolarında çeşitli kademelerde yönetici pozisyonunda olup, PYD'de görev alan 109 isim arasında Suriyeli ve İran uyruklu teröristler de var. Bunlar daha çok PKK'da sözde eyalet komutanı olarak görev yapan militanlar. Suriye'deki çatışmalarda PYD'lileri sevk ve idare ettiler. Bunlardan 9'u Avrupa'da PKK adına faaliyette bulunurken Suriye'ye gelen isimler. Daha çok PYD'nin dış ilişkilerinde rol üstlenmişler. Bunlardan ayrı olarak Kandil'in Arapça dış ilişkilerini yürüten militan da şu anda PYD'nin yönetim kademelerinde görev yapıyor. PYD'de görev üstlenen PKK'lılardan 27'si Suriyeli, 16'sı ise İranlı. Geri kalanı, Türkiye vatandaşı olan ve PKK saflarında terör eylemlerine katıldıkları mahkeme kararları ile sabit olan isimler. Bunların bir kısmı PYD'nin kontrolündeki kantonların güvenlik ve istihbarat birimlerinin başında bulunuyorlar. Dırbasiye, Afrin, Cizre, Kamışlı'da güvenlik ve istihbarat birimlerinin başında Türkiye'den giden PKK'lılar bulunuyor. Büyükelçilere sunulan dosyada bunların isimleri ve görevleri tek tek sıralanıyor. Ayrıca PKK'nın çatı örgütlenmesi olan 53 kişilik KCK yönetiminden 17'si bir süredir Suriye'de. PYD'nin örgütlenmesi, Esed rejimi, İran, Rusya ve ABD ile ilişkilerde karar merciinde yer alıyorlar. Mustafa Karasu, Sofi Nurettin ve Behoz Erdal en tepedeki üç isim. Bir süredir paylaşmaya çalışıyorum. Özellikle Mustafa Karasu ve Sofi Nurettin Şengal'de ikinci Kandil kurulması çalışmasını yürütüyorlar. ABD hemen Şengal'in dibinde El Hacer'deki havaalanı pistini bir buçuk kilometre uzattı, orada kendine savaş uçaklarının iniş kalkış yapabileceği bir hava üssü kurmanın peşinde. PKK'yı Şengal'e yerleştirerek Barzani'nin Peşmergelerine ve daha ileri aşamada DEAŞ'a karşı tampon bölge oluşturuyor.

Suriye'de kanton yönetimlerinin oluşmasıyla birlikte PKK ve PYD'nin önünde, Kandil, Şengal ve Kuzey Suriye gerçeği oluştu. ABD ve Rusya'nın katkıları, Esed rejimi ve İran'ın akıl hocalığı ve alan açmasıyla.

Büyükelçilere verilen dosyada yer alan ve PKK ile PYD arasındaki organik ilişkiyi ortaya koyan bir başka kanıt ise, PKK kamplarında PYD'ye, PYD kantonlarında ise PKK'ya açılan eğitim üssüyle ilgili.Derik ve Dırbasiye'de PKK'ya ait silahlı eğitim kampı bulunuyor. Türkiye'den götürülen militanlar burada, “şehir savaşları” eğitiminden geçiriliyor. Suriye'deki iç savaşta pratik yapıyor, ustalaştıktan sonra Sur'da, Cizre'de, Silopi'de, Nusaybin'de,İdil'deki çatışma alanlarına sevk ediliyorlar.

PKK ve YPG yönetimlerinde ortak isimler yer alıyor. Eylem kararları birlikte alınıyor. Bölgesel aktörlerle ilişkiler birlikte yürütülüyor. Burada karar mercii konumunda elbette ki PKK var.

PKK kamplarında da YPG'nin eğitim üsleri var. En önemlisi PKK'nın en eski kamplarından biri olan Hakurk kampında, YPG yöneticilerine eğitim verilen üs.

PKK ile YPG zamanla Rus Matruşkasına döndü. PKK'nın içini açıyorsun YPG çıkıyor. YPG'nin içini açıyorsun PKK çıkıyor. YPG, Suriyeli bir örgüt olmasına rağmen esas patron PKK…

Büyükelçilere sunulan dosyada yer alan ilişki ağını sadece biz bilmiyoruz. Dosyayı sunduğumuz büyükelçilerde bu ilişkiye dair daha çok bilgi olduğundan adım gibi eminim. Ama uluslararası ilişkiler böyle yürüyor.

Ankara'daki patlamadan sonra PYD'li Salih Neccar'ın kimliği belirlendiği ve PKK-PYD ilişkisine dair kapsamlı dosya kendileriyle paylaşıldığı halde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kirby, “Kimin yaptığı bizim için karanlık” demedi mi? Karanlık olan Kirby'nin açıklaması değil, karanlık olan ABD ile PKK ve PYD arasındaki ilişki.

Bakın AB Türkiye raportörü Kati Piri, 28 vatandaşımızın hayatını kaybettiği canlı bomba eyleminden bir gün sonra Türkiye'ye geliyor.

Ankara'ya uğrayıp en azından acımızı paylaşması gerekirken Diyarbakır'a gitmeyi tercih ediyor. Sonra PKK'nın çözüm sürecine son verip şehir savaşları konseptine geçtiği bir süreçte, Sur'da çatışmaların sürdüğü bir dönemde bir rapor hazırlıyor. Raporda PKK'dan terör örgütü olarak dahi söz edilmiyor. Oysa PKK, AB'nin terör örgütleri listesinde en başta yer alıyor. PKK'ya terör örgütü denilemezse dünyada hiçbir örgüte terör örgütü denilmez.

2 Ay önce Brüksel'deydim. Otellerin içinde, sinemaların önünde, alışveriş merkezlerinin kapısında silahlı askerler nöbet tutuyor. Brüksel'in meydanlarında zırhlı askeri araçlar duruyor. Belçika'nın Sur, Cizre, Silopi, İdil, Nusaybin ilçelerinde çatışmalar mı sürüyor? Yok. Sadece Paris'teki saldırıdan sonra tedbir almışlar. Biz burada tedbiri geçtik, 300'e yakın şehit vererek bir mücadele yürütüyoruz.

Brüksel'de 28 kişinin hayatını kaybettiği canlı bomba eylemi olsa, 81 Belçika vatandaşı yaralansa, Belçika'nın bazı yerleşim alanlarında terör saldırıları nedeniyle çatışmalar devam etse Piri aynı raporu düzenler miydi?

Ya da Başkan Obama ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşmesinden sonra ortak açıklamada YPG yer alırken, daha sonra Türkiye'den habersiz olarak bu ibare metinden çıkarılır mı?

Niye yapıyorlar?

Çünkü niyetleri bozuk.

Çünkü suçu ortak işliyorlar.


Abdülkadir Selvi

Ankara'ya "Suriye'den uzak dur" mesajı - ANALİZ

Türkiye 40 yıldır terörle mücadele ediyor. Ancak Temmuz 2015'ten bu yana terör saldırılarında ciddi artış var. Saldırıların dikkat çekici yanı ise, farklı terör örgütleri tarafından yapılması… Nasıl oluyor da birbirlerine düşman gibi görünen terör örgütlerinin ortak hedefi Türkiye oluyor? Terörle mücadele ettiğini ileri süren küresel güç odaklarıyla terör örgütleri arasında nasıl bir ilişki var? Türkiye hangi çarklara çomak soktu? İşte bu soruların cevapları.
20 Temmuz 2015'te Suruç'ta,
10 Ekim 2015'te Ankara'da,
12 Ocak 2016'da İstanbul Sultanahmet'te,
14 Ocak'ta Diyarbakır Çınar'da ve
17 Şubat 2016'da Ankara'da terör saldırıları gerçekleşti.

İçişleri Bakanı Efkan Ala, "Türkiye'nin güneyinde Suriye'de, Irak'ta bölgede ve Yunanistan'daki istikrarsızlıklar Türkiye'ye yansıyor. Hele hele Suriye'de birçok terör örgütünün faaliyette bulunuyor olması, ittifaklar yapması Türkiye'nin hedef olduğu terör örgütlerinde başkalaşım oldu" demişti.

İşte bu sözleri doğrularcasına yerine göre DAEŞ, duruma göre PKK ve YPG harekete geçiyor. Türkiye, Temmuz 2015'ten bu yana terör saldırılarının hedefinde. Bu saldırılarda yüzlerce vatan evladı can verdi, bir o kadarı da yaralandı. Peki, Türkiye neden hedefte? Tüm örgütler aynı anda nasıl harekete geçti? 
Suriye ve Irak ile birlikte Türkiye'nin yakın çevresindeki siyasi istikrarsızlıklar, PKK, PYD ve DAEŞ gibi acımasız terör örgütlerine alan açtı. 

Ülkelerin paravan güç olarak kullandığı illegal yapılara silah desteği vermesi de terör örgütlerinin aradığı fırsat oldu. 

Kamuoyu önünde terörle mücadele yürüttüklerini savunan devletlerin gerçekte terör örgütlerine destek vermelerinin birçok nedeni var. 

Bir bölgenin istikrarını bozmak, bir başka devlete mesaj vermek artık terör örgütleri devreye sokularak yapılıyor. 

Terör örgütleri kullanıldığı için de hem düşman ülkeyle karşı karşıya gelinmiyor hem de askeri ve mali açıdan daha az kayıpla hedefe ulaşılabiliyor. Yani ateşi kendileri değil maşalarına tutturuyorlar. 

Türkiye'nin, Suriye konusunda bağımsız ve dik duruş sergilemesi birçok ülkenin işine gelmiyor. Bu yüzden Ankara'ya mesaj terör belasıyla veriliyor. 

Irak, Suriye, Mısır, Libya ve bölgede istikrarı bozulan çok sayıda devlet var. İstikrarsızlıklar, yüzyıl önce kurulan Sykes-Picot düzeni yerine yeni bir düzenin hayata geçirilmesi için kullanılıyor. 

DAEŞ, PYD ve PKK gibi eli kanlı terör örgütleri yüzyıllık düzenin değiştirilmesi amacıyla vekalet savaşlarında taşeron olarak kullanılıyor. 

Bölge ülkelerini merkeze alan bir düzenin savunucu olan Türkiye ise terörün ortak hedefi.. 

Peki, Türkiye'nin bu dik duruşundan kim neden rahatsız? Bölge ülkesi olmasına rağmen İran, Türkiye'nin yürüttüğü çözüm süreci ve Esad karşıtı dış politikadan en çok rahatsız olan ülke konumunda. 

Suriye rejimini korumak ve Ankara'nın bölgesel etkisini kırmak amacıyla Türkiye'yi doğrudan hedef almak yerine PKK, PYD ve YPG'yi destekliyor.

Türkiye'ye karşı terör üzerinden vekalet savaşı veren bir diğer ülke ise Rusya... Hava sahasını ihlal eden Rus uçağının düşürülmesi sonrası Moskova'nın düşmanca tutumu her geçen gün arttı ama asıl sorun uçak değil Suriye… 

Çünkü Rusya müttefiki olan Esad rejimini Suriye'de tutmak istiyor. Esad'ı kullanarak Akdeniz'e inen Rusya, Suriye'de adı konulmamış bir işgal süreci yürütüyor. 

Baas rejimini kendi çıkarı için kullanan Moskova, sivil asker gözetmeden önüne çıkan herkesi yok ederken kirli amacına ulaşmak için hem Esad'a hem de terör örgütü DAEŞ, PKK ve PYD'ye her tür desteği veriyor. 
ANKARA'YA "UZAK DUR" MESAJI

Peki, Ortadoğu'daki en büyük aktör ABD, müttefiki ve stratejik ortağı Türkiye'nin yanında mı?

Bir yandan terörle mücadelede Ankara'nın yanında olduğunu söyleyen Washington, diğer yandan PYD'yi açıktan destekliyor. 

Yan yana gelmesi mümkün görünmeyen ABD-Rusya ve İran'ın terör örgütü PYD konusunda birlikte hareket etmesi, Türkiye'ye zarar veren adımlar atmaları Ankara'ya "Suriye'den uzak dur" mesajı olarak yorumlanıyor. 

Devletlerin terör örgütleriyle ilişkileri, kanlı örgütler arasında artan geçişkenlik ve bütün bu tehditlerin hedefinde bir ülke olarak Türkiye... 

Ankara sürdürdüğü bağımsız ve ilkeli Suriye politikasıyla başta Rusya, İran ve ABD olmak üzere küresel güç odaklarının çıkarları için açık tehdit. 

Türkiye'nin politikalarının geçerlilik kazanmasıyla önce bölge ülkeleri kazanacak. Aksi durumda ise bölge bir asır daha küresel güçlerin hegemonyasında kalacak. 

Utanacaklar



Suriye'de hemen sınırımızın dibinde al-gülüm, ver-gülüm savaşı yaşanıyor.
DAEŞ'i kurarak onun üzerinden bölgeye gelen güçler harita oluşturmak için birlikte ter döküyor.
Sınırımızda yakalanan Kanada, İngiliz ajanlarının DAEŞ'e militan taşırken yakalanması çok çabuk unutuldu. Bir diktatörlüğe karşı başlayan özgürlük mücadelesi, fırsatçıların ve akbabaların hücumu ile bugün toplu mezarlar ve ölümden toplu kaçışları ortaya çıkaran bir trajediye dönüştü.
CIA-KGB-MI6-MOSSAD, İran istihbaratı, Alman BND, Avrupa'dan, Kanada'dan istihbaratçılar hemen yanımızda kol geziyor.
ABD, Suriye'de var gözüküyor ama yok.
Rusya'yı adeta davet ederek yaşanan yangına adeta körük oldular. Moskova, Washington ile yaptığı mutabakatla bölgedeki terör örgütlerini cesaretlendirdi.
Terörist gruplar "Yaşasın ABD, Yaşasın Rusya" diye sloganlar atıyor. İki ülkeden aldıkları silahlarla Türkiye'ye saldıran teröristlere Ana kucağı olan ülkeler var bugün. "PYD terör örgütü değil" diyerek uzun süredir PKK güdümündeki katillere kol-kanat geren ABD bölgede her geçen gün daha da saçmalıyor.
Öptükleri PYD-YPG bugün Halep'te ABD'nin desteklediği muhalifleri öldürüyor.
Washington "Halep'e saldıran PYD bizimki değil. O başka PYD " diyerek komik duruma düşüyor, aklımızla alay ediyor. Yanlış kararlar, teröristlerden medet ummalar işi öyle hale getirdi ki, hem mezhep savaşlarını körükleyen, hem de Ortadoğu ülkelerini karşı karşıya getiren, Rusya ile bölge ülkelerini gerginliğe taşıyan, kanlı bir tablo ortaya çıktı. Olayların çıkılmaz noktaya gelmesinde ABD'nin ürkekliği, teröristlerle işbirliği ve Rusya'ya çıkardığı davetiye başrol oynadı. Dünya basını dün "ABD'nin Suriye politikası İÇLER ACISI duruma geldi" diye yazıyor. Milyonlarca insan ölümden Türkiye'ye kaçıyor. O milyonlar Avrupa'ya geçmek için fırsat kolluyor. Bugün mülteci sorunuyla karşı karşıya kalıp "Çöküyoruz" diye panik yapan Avrupa, Suriye'deki savaşı yıllardır öküzün trene baktığı gibi seyrettiği için, sınırımızın dibinde ortaya çıkan bataklığın bir başka sorumlusu.
Moskova ve Washington güdümündeki teröristler, "Durumdan nasıl bir devlet" çıkarabiliriz diye avuç ovuşturuyor, önüne gelene saldırıyor, savaşı Türkiye'ye taşımak için kendini yırtıyor. Türk askerine, polise, sivillere, şehirlere saldırıyor. Böyle bir ortamda içimizden birileri çıkıyor, terörden ve Suriye'deki kaostan medet umuyor.
Acaba Ankara düşer mi diye hayaller kuruyor. Terör örgütlerine sahip çıkanlar, sosyal medyada bir alkışlamadıkları kalanlar... Her terörist saldırısında şehitlerle yüreği yanan bir halkın Devlet'ine sırf siyasi görüşleri ve ideolojileri uğuruna saldıranlar...
Her terör bombası sonrası kendi Devleti'ne karşı imza kampanyası toplayanlar...
Müthiş bir gözü dönmüşlük var ortada...
Terör örgütlerini Kürt halklarının haklarını savunuyor diye övecek duruma geldiler.
Etrafımızda olanların hiçbirinin farkında değiller. Kürt halkının haklarını savunuyor diye gördükleri o PKK ve PYD bakın ne yapıyor; Kuzey Irak'ta Kürtlere saldırıyor.
IKYB parlamentosu Enerji komisyonu Başkanı Cevdet dün "Kuzey Irak'taki petrol boru hattını PKK vurdu. Bunu Rusya aşkına yaptı" diyor. O petrol boru hattı Türkiye'ye geliyor, Kuzey Irak petrolleri bu şekilde pazarlanıyor. Kuzey Irak'taki Kürtler, DAEŞ'e karşı savaşıyor. Ve bu savaşta maaşları bile ödemekte zorlanırken, cepheye giden mermiden ekmeğe kadar tüm masraflar o petrol boru hattından sağlanıyor. Ancak ABD ve Rusya'nın çok sevdiği PKK-PYD teröristleri, Kuzey Irak'ta Kürt petrollerini vurarak Türkiye'ye zarar vereceklerini zannediyor. Aslında en büyük zararı Kuzey Irak Kürtlerine verip, adeta DAEŞ'e çalışıyor. Ortada Kürt haklarını koruma diye bir şey yok. Bu koca bir yalan. Tek gerçek var o da uluslararası güçlerin tasma takarak sınırımızın dininde dolaştırdığı teröristlerin PİYONLUK aşkı...
Nereye çekerlerse oraya gidip azgınca saldırıyorlar. Ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu azgınlara, bu ülke topraklarında yaşayıp sahip çıkan aydın görünümlü karanlıklar çıkıyor. Kim ne yaparsa yapsın...
Kim teröre kalkan olup Devleti'ne saldırırsa saldırsın, Türkiye taşeronlara ve onların ardındaki GÜÇLERE asla boyun eğecek bir ülke değil. Ve birgün bölgemizdeki bu hain emellere hizmet eden savaş bitecek. İşte o gün teröre arka çıkanlar utanacak!

Operasyon Üstüne Operasyon



Çok değer verdiğim bir dostuma ulaştım.
Ankara'daki patlama ile ilgili sorularım oldu. Çok şey bilirdi.
Türkiye'yi de çok yakından tanır ve takip ederdi. Pek çok şeyi önceden haber verdiği olmuştur.
Bazılarını yazamasam da GERÇEKLEŞTİĞİNDE aklıma hemen o sözler gelmiştir...
Ankara olayı hakkında yakında gerçekten ilginç şeyler yazabilirim. Biraz daha çalışmam gerekiyor. Ama zaman da hızla akıp gidiyor. Bu aşamada ne olduğunu öğrenmek için dostuma ulaştım.
Sorularımı peş peşe sıraladım.
Bazılarına "Erken" diyerek cevap vermedi. Ama sözünü sakınmadığı noktalar önemliydi. İşte o sözler... 

 Ankara'da ne oldu? Olayın arkasında PYD-YPG mi var?Olaydan sonra Ortadoğu'da Müslüman olmayan ülke ile temas kurdum. Onların söyleyecekleri önemliydi. 

 Ne dediler? "PYD-YGP ittifakı görünse de olayın arkasında başka bir DEVLET var..." diyorlar... Bence Ankara da Batı da bunu biliyor. Ama şimdilik YPG üzerinden gidilmesi gerekiyor sanırım.
Hedefi göstermemek için olabilir. Ama arkada bir ÜLKENİN İSTİHBARATI var! Kesin ve net! Ve sanırım eylemler devam edecek. Hazırlık içinde oldukları biliniyor. 

 Amerika, Kürtler'e neden bu kadar sarıldı?Belki gözden kaçırdın ama Amerika, Suriye karışmadan önce oradaki Kürtler'i örgütledi. PYD ve PKK'daki kadrolar basının yazdığı gibi değildir.
Çok iyi eğitimli kadrolardan oluşurlar.
Hepsi tecrübelidir. Suriye'de bulunan KÜRT GRUPLARI daha önce Irak'taydı. Bazıları Amerika'ya gitti, bazıları da Amerika'dan gelip destek verdi... 

 Paralel ile PKK ve HDP nasıl yanyana geldi? Paralel Yapı'yı en iyi Öcalan bilir. Tarihlerinde hiç karşı karşıya gelmediler. Daima iyi geçindiler. Bugün Paralel ile HDP yanyana dost gibi duruyorlarsa eski çalışmaların ürünüdür bu! Unutma HDP yokken PKK vardı. Şu an Paralel'e "Gizlenin olduğunuz yerde.
Makamlarınızı terk etmeyin. AK Partili görünün!" talimatı gitti. Hepsi bunun gereğini yapıyor. Amerika'daki bir kanat ile hükümeti yıpratmak için start verdiler. Bunu daha net göreceksin yakında... 

 Asker Suriye'ye girmeli mi?Tartışmaları izliyorum. Kısır buluyorum. 

 Neden? Türk askeri oraya girdiği zaman karşısında kimi bulacak? PYD'yi mi? YPG'yi mi? ÖZEL KUVVETLERİ mi? Bilmiyoruz. Hatırla eski günleri!
Türk askeri defalarca Irak'a girdi.
Operasyon üzerine operasyon yaptı:
PKK bitti mi? Hayır! Masada savaşı kazanmamız gerekiyor. PYD içinde çok sayıda KİRALIK ASKER var! Hepsi yabancı! Oradaki oyunu tam olarak anladığımızı düşünmüyorum. Bizi oraya çekmek istedikleri ortada! Kendi oyunumuzu kurmalıyız!
Dostum çok daha ileri şeyler paylaştı ama şimdilik bu kadar...
Bakalım neler göreceğiz! 
Devam... Bir DIŞ OPERASYON da Avrupa'dan mı gelecek? Bu sandığınız gibi değil! Banka sahibi bir ailenin operasyonuyla karşı karşıya mı kalacağız! Daha önce kısaca yazmıştım.DEMİRBANK! Bu dosya gerçekten çok ilginç! Bankayı HSBC istiyor. Halit Cıngıllıoğlu ve aile satış için el sıkışıyor ama bu gerçekleşmiyor. Banka, yani DEMİRBANK, BDDK'ya "Bu krizden şu şekilde kurtulabiliriz?" diye rapor sunuyor. Ancak o gün görevde bulunanlar finansal destekle çok rahat kurtarabilecekleri bankayı tasfiye ediyor. 13 gün içinde hem de... Yerli iki bankanın meydana getirdiği yapay türbülansla sarsılan DEMİRBANK'a el konuyor. Görevliler KAMUNUN ZARARI önledik diyerek fotoğrafın büyüğünü gizliyor. Bankanın YÜZDE 27 HİSSESİ halka açık. Cıngıllıoğlu ailesi kalan YÜZDE 73'ü yönetiyordu.
Abla SEMA, ortanca kardeş HALİT, küçük kardeş ALİ ve anneleri hisseleri kontrol ediyordu. Banka, el konulduktan sonra 350 milyon dolara HSBC'ye satıldı. El sıkışılan fiyattan satılsaydı hem aile hem de küçük yatırımcılar kazanacaktı. Daha önce aile "YÜZDE 80'ini 1.2 milyar dolara satmak için anlaşmıştı" diye yazmıştım. Muhtemelen bu daha büyük rakamdı! Bunu da birazdan anlatacağım...
Eğer banka el sıkışıldığı gibi 1 milyar doların üzerinde satılsaydı AİLE YÜZDE 73 hissenin gereği olarak ortada KAR olduğu için KDV ve Kurumlar Vergisi ödeyecekti. Daha sonra ortaklar hisselerini çekmek istedikleri zaman da VERGİ ödemek zorunda kalacaklardı. Banka çok daha fazla paraya satılacakken 350 milyon dolara el değiştirdi!
Ve bunlar yeteri kadar incelenmedi...
Derken aile son dönemde devlet ile görüşmeye başladı. Çünkü aile AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ'ne gitti. Burada kendilerinin mağdur olduğu yönünde karar çıkarttı.İşte burası çok ilginç!
Aileden ya da aile adına kim orada kulis yaptı? Kimlerle oturup kalktı? Kimlerle yakınlık kuruldu?
Nasıl bir ilişki geliştirildi? 
Bu soruların cevabını çok bilen kimse yok!
Ama o kararın öyle çıkması için ÖZEL GAYRET gerekiyordu!
Karar çıktı. HSBC ile burada el sıkıştığı söylenen rakamdan çok daha fazla PARA İSTENECEKTİ DEVLETTEN! Bunu da çok kişi bilmiyor. BOL SIFIRLI bir bedel devlete dayatılacaktı. Sanırım Sema Hanım geçtiğimiz günlerde yetkililerle bir araya geldi. Devlet"Size bir banka verelim. Bu işi çözelim!" teklifi yaptı. Ama Sema Hanım "Yukarıya sormadan cevap veremeyiz" karşılığını verdi. Belli ki aile AVRUPA'dan gelecek BOL SIFIRLImüjdeyi bekliyordu! Yukarıda kimler vardı acaba? Avrupa'daki yukarısı nasıl bir yerdi?
Kaynaklarım AVRUPA'da ailenin harıl harıl bu kararı çıkartmak için uğraştığını söylüyor. Zaten dışarıda da bankaları var. Başka bankalarda da büyük miktarda paraları mevcut.
Bankan batıyor, haksızlığa uğruyorsun ama YÜRÜTMEYİ DURDURMA DAVASI açmıyorsun!
Milyar doların gidiyor ama sesin çıkmıyor. İşlem tamamlanınca AVRUPA'yı devreye sokuyorsun...
Şunu söylemek istiyorum!
Avrupa'daki şatolarında TEKVİN isimli tabloyu barındıran aile orada resmen devletle savaşıyor. Hakkı ise savaşsın ve hakkını alsın! Kimsenin buna itirazı olamaz. Ama ya operasyonla banka gittiyse ve perde arkasında başka şeyler olduysa! Devam edeceğim... Özellikle AVRUPA ayağındaki ilişkilere...
Gerçeklerin zamanla ortaya çıkma gibi kötü bir özelliği vardır... 
Bakalım ne olacak!


Ergün Diler