Şemsiye



Tarihler 1990'ı gösterirken Irak, Kuveyt'e girdi. Dengeler altüst oldu.
Batı hemen işbaşı yaptı. ÇÖL FIRTINASI kod ismiyle KÖRFEZ HAREKATI başladı. Dünya canlı yayında MÜSLÜMAN bir ülkenin, içinde Müslümanlar'ın da bulunduğu bir koalisyondan nasıl dayak yediğini izledi.
Saddam dersini aldı. Şartları kabul edip çekildi. Savaş için harcanan 60 milyar doların 36'sını Suudi Arabistan veriyordu.
Saddam dayak yedikten sonra ülkesi karıştı. Plan tıkır tıkır işliyordu. Güneyde Şİİ'ler ayaklandı. Gururu kırılmış Irak Ordusu, kuzeydeki güçlerini toplayıp güneye müdahale etti. Bu kez de kuzeydeki KÜRTLER kazan kaldırdı. Bütün gruplar birleşti. Kerkük'ü aldı. Süleymaniye'deki IRAK İSTİHBARAT MERKEZİNDE 1000 kişi kurşuna dizildi.
Ülke karmakarışık bir haldeydi. Irak Ordusu'ndaki önemli askerler kendileri için gelecek göremeyince Saddam'ın etrafında toplandı.
Kenetlendi.
Kürtler püskürtüldü.
İşkenceler, insanlıkdışı vahşetler yaşandı.
Bu bölgenin çocukları ölürken Amerika aslında 1990'da "Şİİ , KÜRT ve SÜNNİ" diye Irak'ı üçe bölüyordu.
Bölgedeki politikası artık buydu. Daha sonra gelen Afganistan ve İKİNCİ IRAK müdahalesi bunun belgesiydi.
İlk müdahaleden sonra KÜRT BÖLGESİ uçuşa yasak bölgelerle korumaya alındı. Oysa Güneydeki Şİİ'ler Irak ordusu tarafından vuruluyor, ancak kimse sesini çıkarmıyordu! Demek ki bütün hesap KÜRTLER üzerine yapılmıştı! Saddam'dan kaçan Kürtler şimdi olduğu gibi yine bize geliyordu. Türkiye de bu insanlara kucağını açıyordu. Böyle bir grup ŞEMDİNLİ 'ye gelip yerleşti.
Yardım aralıksız sürerken ŞEMDİNLİ 'de BRİTANYA KRALİYET DENİZ KUVVETLERİ askerleri ile bizim askerler karşılıklı silah çekti. Mültecilerin olduğu kampa girmek isteyen Kaymakam Erdoğan Ülker İngiliz askerleri tarafından dövüldü ve kampa alınmadı.
Kendi ülkemizde sözümüz geçmiyordu.
İngilizler çekilip gittikten sonra kriz aşıldı! Sınırlarımıza şimdi gelen yüzbinlerce insan için acaba birileri yine bizim ULUSLARARASI KOALİSYONDAN yardım talep etmemizi mi bekliyordu?
Bilemedim...
Bu dalgadan sonra Irak'ın içinde Kürtler'i koruyacak bir organizasyona gidildi. ArtıkÇEKİÇ GÜÇ vardı. Çekiç Güç ve arkasındakiler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin asla ve kat'a KÜRTLER'i SİLAHLA bertaraf etmesini istemiyordu!
Bu dün de böyleydi, bugün de... Amerika iki kez Irak'a KÜRTLER'i koruma altına almak için girdi. ÇEKİÇ GÜÇ! Bakın haritaya, ne göreceksiniz!
Çekiç'in başı Hakkari ve etrafıysa sapı da bugün sorun yaşadığımız güney sınırımızdı!BOYLU BOYUNCA hem de!
Ankara saldırısı tesadüf o ki, 17 ŞUBAT'ta gerçekleşti. Yani Eşref Bitlis Paşa'nın uçağının düşürüldüğü tarihte! Eşref Paşa'ya pekçok Amerikalı subay hayranlık duyardı.
PKK meselesini Saddam'ın Irak'ıyla yapacağı bir harekatla bitirmeyi amaçlıyordu! Bunun için gerekli tüm hazırlıkları yapmıştı. Rahmetli Özal da bunu biliyordu. Eşref Paşa, Amerika'nın Irak'ın kuzeyinde oluşturmaya çalıştığı Kürt oluşumuna karşıydı. Açık açık bunu söylüyordu. Tehlike olarak görüyordu. 7 Şubat'ta "İncirlik'ten kalkan Amerikan uçakları PKK'ya malzeme yağdırıyor!" dedikten 10 gün sonra, yani 17 Şubat'ta, uçağı buzlanma (!) nedeniyle düştü.
Şehit oldu! Eşref Paşa'nın arkadaşları da teker teker görevi başında öldürüldü!
Zaten 1993 DARBE YILIYDI!
Kimler o yıl gitmedi ki! Özal'dan Uğur Mumcu'ya kadar...
Amerika'nın KÜRT POLİTİKASI o yıllardan beri aynı. Ve asla değişmeyecek.
Bunun, kimin ABD BAŞKANI olduğuyla zerre ilgisi yok. Kim gelirse gelsin bu değişmez! Değiştirilemez!
KÜRT kartı üzerinden bölgenin haritası tekrar çizilecek. Dün PKK'ya yardım edenler şimdi PYD-YPG'ye silah yağdırıyor! Her soruya da "Böyle bilgimiz yok!" deniyor.
Diyecekler de... Çünkü bu sorulara cevap veren sözcülerin yapacağı bir şey yok ki!
Obama'nın yok, onların nasıl olsun!
Washington, gizli ortağı Moskova ile Suriye içindeki MÜSLÜMANLAR 'a bomba yağdırıyor. Milyonlarca insan yollarda. Ya Türkiye'ye geliyor ya da denizden Avrupa'ya geçmek istiyor. Bu göç dalgasıyla ne Avrupa, ne de biz uzun süre baş edebilirdik.
Biz masum insanlara kapı açıyorduk ama Suriye'de bomba yağdıranlar Sur'da, Cizre'de, Silopi'de, İdil'de TERÖR olarak karşımıza çıkıyordu! Bir akıl ısrarla bizi dışarıdanYARDIMA HAZIRLIYORDU! Diğer taraftan da Bağdat ile oturarak SÜNNİ HİLALİ'ni kesmeye çaba gösteriyordu! Kürt meselesi bütün bölgeyi içine alan yakıcı bir konuydu!
Adamlar bu sorunu silahla çözmemizi istemiyordu.
1993'e bakın! Türkiye şimdi kararlılığını ortaya koyunca gelip CANLI BOMBA Ankara'nın ortasında kendini patlattı! Mesaj DEVLETİMİZEYDİ! Türkiye büyük devlet olarak Kürtler'i ve bölgeyi kapsayacak bir planla yoluna devam etmeli. DEVLET olmanın gereği olarak elbette silah bulunmalı bunun içinde!
Ama adamların bizden beklemediğini yapmak sonuç getirir! AKILLI SÜRPRİZ yani! Ankara bunu bulur! Ve gereğini yapar... Sınırımızın hemen aşağısında komşumuz ABD! PYD değil! Eğer Amerikalılar'ın MODELİNİ beğenmiyor ve ret ediyorsak acilen kendi planımızı devreye sokmalıyız... Sonuçta bu bölge bizim. Burada oturup konuşamayacağımız kimse yok! Biz buraların çocuklarıyız.
Ama etrafımızdakiler yabancı. Amerika bilerek ve isteyerek Rusya'yı karşımıza çıkardı. Ruslar da İran'ı alıp Hizbullah'la bölgeye geldi.
Masada bizi sıkıştırmak için büyük baskı var. Amerika asla ve kat'a ARAP ALEMİNİkarşısına alarak gelmez, gelemez! Bunun için Ruslar ve İran işin içinde... Bir de terör üzerinden Tayyip Erdoğan'ı tasfiye etmeye kalkanlar var!
Kürt meselesini kendi yöntemlerimizle çözemediğimiz sürece saldırılar kesilmeyecek...
Büyük bir ŞEMSİYE olarak açılmalıyız... İçeride kalma şansımız hiç yok! Silah kullanmadan, savaşmadan yapacağımız çok şey var!
Oyun sırası bizde! 
Bekleyin...


Ergün Diler

Vahşi Batı, Gamsız Doğu!


Vahşi Batı evvela, Irak’ı işgal etmişti. 10 yıl sonra işgalini tekrarladı. Nükleer silah aranıyordu. BM, gözlemcileri, “Irak’ta nükleer silah yok” dediler. O, raporlara rağmen Irak’a girdi. Maksat petroldü. Vahşi Batı, petrolüne kavuştu. Ama Iraklı öldü, göçmen oldu. Bağdat ve diğer Irak şehirleri yıkıldı. Bugün bile Irak’ta intihar saldırıları olmakta, her gün patlamalar yaşanmakta, düzinelerce insan, hayatını kaybetmekte.
Irak, bir BOP projesiydi. Vahşi Batı, BOP’u dünyaya süsleyip sunarken birden ondan vazgeçerek “Arap Baharı” diye bir projeyi gündeme taşıdı. Vahşi Batı, Arap Baharı’nda da yalnız değildi. “Uluslarası güç”, “uluslararası koalisyon” adı altında emperyal yayılmacılığını bütün dünya arkasındaymış algısıyla hayata geçiriyordu. Tunus’tan başlayarak bütün Arap ülkelerine demokrasi gelecek, diktatörlükler yıkılacaktı. Arap halkları sevinç gösterilerine başladılar. Her ülkenin başında 30-40 yıldır aynı diktatör ve ekipleri vardı. Vatandaşlar, sefalet içindeyken diktatör ve adamları, lüks ve refah yaşıyordu. Tunus’ta, Libya’da Mısır’da demokrasi ve insan hakları için sokağa dökülen halkı resmî kuvvetler ezmeye kalkıştı. İki taraftan da ölenler oldu. Tunus, Libya, Mısır, Yemen diktatörleri gitti.
Derken “Arap Baharı” Suriye’de görülüyor, Suudi Arabistan’da da açması bekleniyordu. O sırada Türkiye ile Suriye’nin arası son 50 senede görülmediği kadar iyiydi. Bahar getirme iddiasındakiler, Baas zulmünü hedef almıştı. Halk, vaadlere dört elle sarıldı. Ama bu arada şaşırtan bir gelişme oldu. Vahşi Batı, 180 derecelik dönüş yaptı. Mısır’da seçimle iş başına gelmiş Muhammed Mursi iktidarına karşı cuntacıları destekledi. Mursi hapse atıldı, katliamlar oldu, diktatör Hüsnü Mübarek, tahliye edilerek evine gönderildi, darbeci Abdülfettah Sisi, cumhurbaşkanlığına getirildi. Suriye baharı askıya alındı, Esad’ın üzerine gitmekten, onu devirmekten vazgeçildi. Hem Suriyeli muhalifler ve hem de Türkiye, yarı yolda bırakılmıştı.
Vahşi Batı, birden bire şu kanaate varıyordu: Türkiye’de sünni bir iktidar vardı. Mısır’da da sünni bir iktidar kurulmuştu. Esad devrilince Suriye’de de sünni iktidar olacaktı. Böylece Akdeniz Sünni Gölü olmaktaydı. Bunun üzerine Beşar Esad’la gizli görüşmeler yapıldı. Esad, kadın-çocuk demeden öz vatandaşlarını en zalim silah ve bombalarla vurmaya devam ediyordu. Eli güçlenince vurmalar, şiddetlendi, yaygınlaştı. Bu arada, bölgeye dair hesapları olan Moskova, Tahran ve Pekin de Suriye zaliminin yanındaydılar.
Neticede Suriye de Irak’ın akıbetine uğradı. Suriyeliler, katledildi, göçmen oldu, mülteci oldu, Suriye mahvoldu, Suriyeli kahroldu, Akdeniz mezarları oldu. Suriyeli dilenmek zorunda kaldı. Suriyeli, Vahşi Batı tarafından insan muamelesi görmedi. AB şehirlerinin kapılarından geri çevrildi. İki milyon mülteciyi barındıran Türkiye’ye destek verilmedi. Suriyelinin yaşadıkları bugün insanlığın ortak ayıbı. Milyonlarca insan yollarda, kamplarda, sokaklarda, denizlerde, Vahşi Batı’nın kapılarında.
Vahşi Batı, denizde boğulan Aylan Kürdi, Galip Kürdi adlı 3 ve 4 yaşındaki çocukların fotoğraflarıyla insanlığını hatırlamaya çalışıyor. Bazı AB devletleri, kapılarını nihayet mültecilere açıyor. Onlardan ne kadarını alacaklar? Ne güne kadar alacaklar belli değil. Şüphe olmasın ki şu rüzgâr dinince kapılar yine kapanır. Aldıklarına da kilise operasyonu yaparlar.
Yukarıdaki satırlar, Vahşi Batı’yla Mazlum Orta Doğu’nun hikâyesi.
Şu var ki tek suçlu Vahşi Batı değil.
Çok daha büyük suçlular var.
Batılı, ayrı dinden, ayrı kültürden, ayrı coğrafyadan. Afganistanlı, Iraklı, Suriyeli bu zulümleri perişanlıkları yaşarken Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, petrolle dolar milyarderi olmuşlar, keyfinde, âleminde, Avrupa, Amerika sahillerinde tatilde. Onların Suriyeli, Iraklı vs diye bir dertleri yok. Onlar, gamsız-kedersiz insanlar. Bu sebeple bu dramda “Gamsız Doğu” da görülmeli.
Aylan bebek ilk değil. Bu coğrafya 1948’den bu yana binlerce Aylan bebek, Galip bebek, Ahmet bebek, Hasan bebek.. hikâye ve fotoğrafıyla dolu. Babasının kucağında İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef olan Filistinli çocuk, kumsalda oynarken İsrail bombalarıyla bombalanan Filistinli çocuklar onlardan bazılarıdır. Eğer; onlar unutulmuşsa yarın Aylanlar, Galipler, Ahmetler de unutulacaktır.
Şüphe edilmesin ki Vahşi Batı ve Gamsız Doğu unutacaktır.
Dünya, hiç bu çağdaki kadar vahşi; dünya, hiç bu çağdaki kadar gamsız olmadı.

http://akademikperspektif.com/2015/10/16/vahsi-bati-gamsiz-dogu/

Irak’ta Türk İşçilerinin Kaçırılması



İki hafta önce yıllardır Irak’ta inşaat işleri yapmakta olan bir Türk firmasında çalışan 18 işçimiz Bağdat’taki şantiye alanından kaçırılmıştı. İşçilerimizin görüntüleri geçtiğimiz cuma günü “Ölüm Mangaları” ismindeki bir terör örgütü tarafından basına servis edildi. Kaçırılma haberinin duyulmasından sonra yapılan yorumların çoğunda Türk işçilerinin büyük ihtimalle Türkiye’den fidye almak için hedef seçildiği görüşü öne çıkmaktaydı. Fakat görüntülerin yayınlanmasıyla birlikte bazı haber ajansları “Ölüm Mangaları” terör örgütünün fidye istemediği, Türkiye’den siyasi talepleri bulunduğu bilgisini paylaştılar.

Haberlere göre, söz konusu örgüt Suriye’de Baas güçlerine karşı mücadele yürüten Fetih Ordusu’nun Fua ve Kafrayya kasabalarındaki kuşatmaları kaldırmasını, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’tan tamamen çekilmesini ve en önemlisi Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Türkiye üzerinden petrol sevkiyatını durdurmasını talep ediyor.
Klasik dedektiflik kuralıdır: Bir adli vakada, suçluyu ortaya çıkarmakla görevli dedektif evvela söz konusu olayın gerçekleşmesinden kimin ya da kimlerin fayda sağlayacağı sorusunu kendisine sorar. Ardından da araştırmasını tamamen bu sorulara bulduğu cevaplar üzerine yoğunlaştırır. Aslına bakarsanız Türk işçilerinin kaçırılma olayının mahiyetinin tam olarak ortaya çıkarılması için de, bu kurala uygun hareket edilmesi gerekiyor.
Adı sanı daha önce pek duyulmamış, Irak’ın içinde veya dışında herhangi bir kayda değer eylem gerçekleştirmemiş “Ölüm Mangaları” eğer fidye talebinde bulunmuyor da, siyasi bir takım istekler ileri sürüyorsa, bu örgütün –diğer birçok terör örgütü gibi- bir maşadan ibaret olduğu yorumunu yapmak için terörizm uzmanı olmaya gerek yok.
Şayet “Ölüm Mangaları”nın maşa ya da taşeron olduğuna kanaat getirdiysek o zaman, kimin adına çalıştıkları sorusuna cevap bulmalıyız. Bunun için de taleplerinin mahiyetini tahlil etmeliyiz.
Esad rejimine karşı mücadele eden Fetih Ordusu’nun operasyonlarını durdurması elbette Suriye rejiminin işine gelir. Ama buradan hareketle, Suriye istihbaratının Irak’ın başkentinde bir eylem gerçekleştirme kapasitesine ve kabiliyetine sahip olduğu sonucuna ulaşmak çok kolay değil. Diğer iki isteğe bakalım.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’tan çekilmesinden kasıt herhalde “sıcak takip” kapsamında bölücü terör örgütüne karşı yürütülen hava ve kara harekâtlarının sona erdirilmesi. Bundan Esad rejiminin herhangi bir fayda sağlaması söz konusu değil. Peki Türkiye’nin Kuzey Irak’ta, eğer bölücü terör eylemleri daha da tırmanırsa, belki de uzun süreli bir sınır ötesi harekâta girişmesi hatta gelecek kış orada kalıcı olması kimin işine gelmez? Hemen akla gelen iki unsur Bağdat yönetimi ve onun yakın destekçisi “Batı dünyasının yükselen gözdesi” İran.
Şimdi son talebe bakalım. Kuzey Irak petrolünün Türkiye üzerinden uluslararası pazarlara sevk edilmesinden bugüne kadar en fazla rahatsızlık duyanlar kimler? Yine karşımıza çıkan Bağdat ve Tahran.
“Ölüm Mangaları”nın Şii bir örgüt olduğu gerçeği de yukarıdakilere eklenince, şu veya bu şekilde Şam-Bağdat-Tahran hattında oluşan Türkiye karşıtı çıkar birlikteliğinin bir ürünü olarak faaliyet gösterdiği sonucuna kolayca ulaşabiliriz.
Elbette Bağdat ve Tahran yönetimleri hiçbir hal ve şartta Türk işçilerinin kaçırılması eylemine sahip çıkacak değiller. Ama Türk istihbarat birimlerinin ve az çok bölge dinamiklerini bilen herkesin, olayın gerçekleştiği ilk günden itibaren bu bağlantıyı kurmuş olduklarını tahmin ediyorum.
Diğer yandan, bu tür olaylarda “olağan şüphelilerin” yanı sıra, ilk anda uzak ihtimal gibi görünen bazı hususları da yapılacak analizlere dahil etmek beyin jimnastiği açısından faydalı olabilir. Eğer bir Türk inşaat firmasında çalışan işçilerin kaçırılmasının, Irak’ta faaliyet gösteren Türk firmalarının tamamında büyük bir endişeye sebep olduğunu, bazı firmalarda çalışanların Türkiye’ye geri döndüğünü, Irak’ta iş almak isteyen bazı firmaların ise artan güvenlik sıkıntıları gerekçesiyle girişimlerini gözden geçirmeye başladıklarını düşünürsek, belki de bu eylemin, “Ölüm Mangaları” terör örgütünün taleplerinin gerçekleşmesi için değil, Türkiye’yi Irak pazarının tamamen dışına itmek için yapıldığı çıkarımında da bulunabiliriz. O halde de, Türk iş adamlarının Irak’tan çıkmasının kimlerin işine yarayacağı sorusunu kendimize sormalıyız. Eminim bir çırpıda çok sayıda ülke ismi sayabiliyorsunuzdur.
Hangi amaçlara ulaşmak için, kimler tarafından yaptırılmış olursa olsun bugün itibariyle 18 vatandaşımızın bir terör örgütünün elinde rehin tutulması büyük bir problem olarak önümüzde duruyor. İşçilerimizin aileleri Ankara’dan gelecek olumlu bir açıklamayı alabilmek için televizyonlarının başından ayrılmıyorlar. Dolayısıyla 18 canın kurtarılması bugün için öncelikli meseledir. Olayın gerçek müsebbipleriyle hesaplaşmak daha ileriki bir tarihe bırakılabilir.

Prof. Dr. ÇAĞRI ERHAN
Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü