Home »
Posts filed under islamiyet

Rusya, Müslüman coğrafyanın sinir uçlarını harekete geçirdi. Bugüne kadar ABD işgallerini, İsrail zulümlerini, Avrupa tahakkümlerini hedef alan “Müslüman öfkesi" bir süre sonra Rusya'ya ve Rusya'nın çıkar alanlarına yönelecektir. Bu yüzden, Rusya'nın Müslümanlarla ilişkilerinin kesiştiği her nokta çatışma alanına, kriz alanına dönüşecektir.
Tarihte ilk kez bir dinin mensuplarını topyekun hedef alan Rusya, bu “akılsız" çıkışıyla, belki de Rus tarihinin en ağır bunalımlarından birini yaşayacaktır. Böyle bir stratejik hata belki de, Sovyetler'den sonra ikinci dağılma sürecini bugüne kadar erteleyebilen Rusya'ya kurulan en büyük tuzak olacaktır. Böyle giderse Moskova imparatorluğunu oldukça kanlı sınırlar bekliyor olacak, savaş Rusya'nın içlerine kadar servis edilecektir.
“İslam'la savaş" ihalesi neden Rusya'ya verildi!
“İslam'la savaş" doktrininin yeni ihalesini almış görünen Putinve ekibi, İran'la yakınlığı ile bu düşmanlığın örtülemeyeceğini görecek ve söz konusu ihalenin aslında bir lütuf, ortaklık için değil, Rusya'yı hırpalamaya dönük bir akıl tarafından üretildiğini görecektir.
Bu “hırpalama"dan sonra Rusya büyük oranda saldırılara açık hale gelecek, işte o zaman Rusya'nın denetlediği ve dünyanın iştahını kabartan kaynaklar savaşı başka bir hal alacaktır.
“Müslüman öfkesi" kavramını hiçbir şekilde kabul etmiyorum ama burada özellikle ifade ettim. Çünkü bu “öfke" uzunca bir süredir küresel güç hesaplaşmaları, merkez güçlerin iktidar çatışmaları için en elverişli argüman veya silah olarak kullanıldı, kullanılıyor.
Soğuk Savaş'tan hemen sonra başlayan; “İslam'la uzlaşarak mı, savaşarak mı" tartışmasını, İsrail aşırı sağının baskın telkinleriyle“savaşarak" tezini savunanlar kazandı. Bu tarihten itibaren de“Müslüman öfkesi" yeryüzünün bütün kırılma alanlarında kullanıldı.
“Müslüman öfkesi" hiç yerli olamadı
Dikkat ederseniz, yükselen İslam dalgasını Batı medeniyeti için tehdit görüp ona küresel ölçekte savaş ilan edenlerin aynı zamanda “Müslüman öfkesi" üzerinden olağanüstü kazanımlar da elde ettiğini göreceksiniz.
Tehdidi tanımlayanlar kendileri olduğu gibi, tehdide karşı savaşı da kendileri yürütüyor. Ama aynı zamanda bu tehdidi kullanarak dünyayı belli şartlara zorlayanlar ve tehdidi büyük kazanca dönüştürenler de kendileri.
Müslüman öfkesi hiçbir zaman yerlileşemedi. Büyük oranda Batı'nın küresel hakimiyet tezlerine göre biçimlendi, silahla örgütler çoğu zaman onların hedef alanlarını genişletmek için kullanıldı. Hedefe ulaştıkları anda ise onları imha etmekte tereddüt bile edilmedi.
Putin'in kibri ve zaafı Rusya'yı tehdit ediyor
Aynı öfke bu sefer Rusya ile savaşa hazırlanıyor. Daha doğrusu Moskova, bile isteye bu öfkeyi karşısına alıyor, bunun için olağanüstü bir gönüllülük örneği sergiliyor. Suriye'ye girmesiyle de oyunun ilk sahnesini kaybetti, tuzağa düşmüş oldu.
Bence “akılsızlık" burada.
Bu dönemde Rusya, büyük çıkar çatışmaları yaşadığı Batı ile “İslam ve tehdit" konusunda hep aynı mevzide hareket etti. Baltık'tan Kafkaslara ve Orta Asya'ya kadar Batı'nın sert müdahalelerini zayıflatmaya çalışan Moskova, belki ikinci dağılma sürecini İslam'a karşı ortaklık kurarak bir şekilde erteledi.
Vladimir Putin yönetimindeki yeni Rus Haçlı aklı, hızını alamamış olacak ki, İslam'la savaşı kızıştırdı, Müslüman topraklarında işgallere girişti. Tiyatronun ilk sahnesi belki Moskova açısından gerçekçi olabilir. Ama ikinci sahne, Putin'in açgözlülüğünün ve güç sarhoşluğunun oluşturduğu zaaflara göre biçimlendirilmiş gibi duruyor. En büyük zafiyet özgüven ve Putin'in kibridir. Rus halkı işte bunun bedelini ödeme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Burada bir tuhaflık yok mu?
Putin'in jeopolitik okumaları ne kadar sağlam temellere dayanır, ABD ve Avrupa'nın karar mekanizmalarındaki belirsizlikten ne kadar yararlanabilir, bilemiyorum ama bu iş Rusya Federasyonu'nun çözülmesine dönük ilk adımlar olarak tarihe geçecektir.
Putin'in savaş gücü, öfkesi, Soğuk Savaş mantığı, jeopolitik hayalleri ülkesinin herkesle kriz yaşama lüksü olduğu anlamına gelmez. Sovyetlerin silahı çözülmeyi durduramadığı gibi Putin'in savaş gücü de ikinci çözülmeyi durduramayabilir.Batı'nın Rusya'ya karşı en büyük savaş gücü bizzat Putin'in kendisidir, kendi zaaflarıdır.
Ukrayna'ya saldırdı, ciddi direnç görmedi. Gürcistan'a saldırdı, ciddi direnç görmedi. Baltık bölgesinde NATO'yu ve Avrupa'yı taciz ediyor, ciddi direnç görmüyor. Bütün askeri gücüyle Ortadoğu'ya girdi, yine direnç görmedi.
Burada bir tuhaflık yok mu? Dünya sanki Rusya'nın birçok bölgede cephe açmasını kolaylaştırıyor gibi. Bildiğimiz kadarıyla, bütün bunları saygıyla karşılayacak bir dünya söz konusu değil. Öyleyse biraz karmaşık düşünmekte, Müslüman öfkesinin Rusya'ya yöneltilmesinin sonuçlarına kafa yormakta fayda var.
Ruslar yalnız bir millettir!
Yarın Karadeniz'in kuzeyi, Baltık bölgesi, Güney Kafkaslar, Kuzey Kafkaslar ardı ardına patlarsa, ki bu muhtemeldir, Moskova'nın birçok cephede savaşması bir zorunluluk haline gelecektir.
Üstelik Rusya, sadece Müslüman öfkesiyle değil, Türk öfkesiyle de mücadele etmek zorunda kalacaktır. Türkiye ile yaşadığı krizi tırmandırması, adeta savaş boyutuna yükseltmek için çabalaması cepheyi daha da genişletmesi anlamına geliyor.
Unutmayalım ki Ruslar yalnız bir millettir. Batı'da sevilmezler, ilişkileri hep sorunlu olmuştur. Bugün bile İngiltere ile, NATO ülkeleri ile, Kuzey Avrupa ülkeleri ile, Baltık ülkeleri ile ilişkileri hızla gerilmektedir.
“Türk öfkesi"ne dikkat
Türk dünyası ile ilişkileri istilalar üzerine kuruludur ve kötü bir tarihe sahiptir. Sadece Osmanlı-Rus ilişkileri değil, Kafkaslardan Orta Asya'nın derinliklerine kadar bir Rus sömürge geçmişi söz konusudur. Müslüman dünya ile ilişkileri gerilmektedir ve bu dünya oldukça geniştir. Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez bütün bu geniş coğrafyanın tepkilerini üstüne çekme tehlikesiyle yüz yüzedir.
Müslüman öfkesini Rusya'ya yönlendirip Moskova'yı “daha büyük hesaplar öncesinde" hırpalamaya çalışanların Türkiye-Rusya krizini de besliyor olma ihtimalleri güçlüdür.
Rusya bu tuzağı görmeli derken Türkiye'nin de “Türk öfkesi"konusunda biraz daha dikkatli hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Tuzak sadece Rusya'ya değil, Türkiye'ye de kuruluyor olabilir endişesini taşıyorum.
Rusya küçültülecek, kaynak paylaşılacak
İşin özeti, bugünün “İstilacı Putin"i Rusya'ya karşı en etkili silah olarak kullanılacaktır. Hedef Suriye değil, Rusya'nın kendisidir ve asıl hesaplaşma, hem de küresel hesaplaşma Rusya'ya yönelecektir. Zafer naraları atan Putin aslında tehdit altındadır. Ülkesi de öyle.
Kim bilir, belki Putin bunu öngördü ve erken hareket ediyor ve tehlikeyi boşa çıkarmaya çalışıyor. Öyle olsa bile Rusya'ya karşı büyük savaş kapıdadır. Rusya küçültülecek, kaynakları paylaşılacaktır. Putin bunu öngörmüş olsa bile potansiyel müttefiklerini kendi elleriyle yok etmektedir. Belki de ikinci tuzak budur!

Türkiye, çok yönlü kuşatma, alan daraltma, direnç düşürme hatta küçültme senaryolarıyla karşı karşıya. Geleneksel müttefikleri ve geleneksel düşmanlarının ortak taarruzu altında. İçeriden Kürt milliyetçiliği eksenli terör, dışarıdan çokuluslu koalisyonun tehditleri hatta saldırıları altında. İstiklal Savaşı'ndan bu yana ilk kez bu kadar büyük bir hesaplaşma ile yüz yüze gelen Türkiye iddialarının, coğrafyayı ayağa kaldırma çabalarının, yüz yıllıkvesayeti yok etme mücadelesinin kurbanı yapılmak istenmektedir.
Irak işgaliyle başlayan, Suriye ile devam eden parçalama projeleri artık ülkemizin sınırlarına dayanmış, hatta sınırlarımızın içlerine servis edilmiştir. Yıkım hesapları bir süre sonra Basra Körfeziülkelerine ve Suudi Arabistan'a yönelecektir. Çok yakın bir gelecekte belki Lübnan Suriye savaşının içine çekilecektir.
İntikam saldırısı, ve şehir savaşları
Biz coğrafyamızda ulusüstü yapılar inşa etmeye çalışırken, sınırları belirsizleştirip ortak tarih ve ortak kültürden yeni bir zenginlik üretmeye çalışırken, coğrafyaya kadermiş gibi dayatılan sömürge yöntemlerine son vermeye çalışırken varolan ülke sınırları tartışmalı hale getirilmektedir.
Bu bir intikam saldırısıdır. Öyleyse intikam saldırılarına “acımasız direniş”le karşılık bulacaksınız.
Biz ekonomik entegrasyon, demokrasi ve özgürlüklerin yaygınlaşması, ortak savunma ve dayanışma arayışlarını zorlarken, coğrafya liflerine ayrılmakta, şehir savaşlarına hazırlanmakta, bütün ülkeler için parçalama planları yapılmakta, bütün kimliklersavaş gerekçesine dönüştürülmektedir.
Bir süre sonra iç savaşlar değil, ülkeler arası savaş değil, işgaller de değil, şehir savaşlarıyla yüzleşmek zorunda bırakılabiliriz. Öyle uğursuz, öyle alçakça planlar uygulanıyor ki, ülkelerimiz kadar, yüzlerce yıl birarada yaşayan insanlarımızın zihinleri ve kalpleri bölünüyor, yüzlerce yıllık ayrılıkların temelleri atılıyor.
Ya kazanacağız ya küçüleceğiz
Bu proje hiçbir ülkeye has değildir. Küresel ölçeklidir veAtlantik'ten Pasifik kıyılarına kadar, Müslüman toplumların yaşadığı o büyük haritanın tamamını hedef almaktadır. Hiçbirahlaki kriteri olmayan, hiçbir ittifak ilişkisinin etkileyemeyeceği birüst senaryo adım adım uygulanmaktadır.
Coğrafyamızın talihsizliği, krizin ülkelerle sınırlı olduğunun sanılmasıdır. Her ülke özelliğine göre gerekçeler üretilirken,yalanlarla zihinlerimizin rehin alınmasıdır. Bizlere, o yalanların kendi gerçeklerimiz olduğunun dayatılması ve bizlerin bu dayatmalara zaman zaman yenilmemizdir.
Yüzyıllık kurtuluş savaşının son aşamasını yaşıyoruz. Birinci Dünya Savaşı daha bitmedi ve biz yirminci yüzyılı kaybetmeden, daha da güç kazanarak kapatmak istiyoruz. Mücadele bu yüzden çok keskindir, çok yıkıcıdır. Ya kazanacağız ya parçalanacağız. Ya büyüyerek varolacağız ya küçülerek. Hiçbir şekilde, bugünkü durumda kalmamıza izin vermeyecekler. Ya şehirlerimiz harabeye dönecek, Anadolu alev alev yanacak ya da bütün bu uğursuzrüzgarı tersine çevirip büyük hesaplaşmayı kazanacağız ve tarihin akışını değiştireceğiz.
Biz bu topraklara kaç imparatorluk gömdük
Bu öyle büyük bir kırılma ki, başardığımız takdirde sadece ülkemizin değil, coğrafyanın hatta dünya tarihinin seyrini değiştirecektir.
Anadolu, bin yıllık tarihin en büyük direnişlerinden birine daha sahne olacak. Bir kez daha Haçlı ordularını bu topraklardan uzak tutacağız. Asla umutsuz değiliz, bir kez daha dünya savaşı trajedisini yaşamayacağız. Bütün şehirlerimiz, köylerimiz, tek tek bütün vatansever insanlarımız birer kale olup bu coğrafyadan yeni bir yükseliş dönemi başlatacaktır.
Geçmişimizdeki buhran dönemlerine bakın. Her buhrandan büyük bir güç olarak çıkmayı bilen bir siyasi kültürün, ferasetin, zenginliğin ve dayanışmasının mirasçılarıyız. İmparatorlukların yok olduğu, orduların mahvolduğu bir coğrafyanın insanlarıyız. Sadece Bağdat, sadece Şam kaç imparatorluk gömdü tarihe!
İnsanlık tarihi boyunca küresel ölçekte iktidar arayan bütün imparatorluklar bu coğrafyaya hükmetmeye çalıştı ve coğrafya bu imparatorlukların tamamını yok etti. Yine öyle olacak. Tarih ve medeniyet yine bu coğrafyanın, Anadolu insanının iradesine göre,direncine göre biçimlenecek ve biz bir kez daha bu çıkışın öncüsü olacağız. Hiçbir güç, hiçbir yerel unsur, Türkiye'nin acziyeti üzerine kurduğu hesabı tutturamayacaktır.
Müttefiklerimiz sattı, öz savunma başladı
Ama tek tek alacağımız notlar var. Bu kriz atlatıldıktan sonra Türkiye ittifak ilişkilerini, bölgesel ilişkilerini, tehdit değerlendirmelerini, siyasi ve ekonomik önceliklerini sıfırdan yeniden dizayn etmek zorundadır. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana içinde bulunduğumuz ittifak halkaları bize ihanetetmiş, Türkiye düşmanlarıyla ortaklık kurmuş, Türkiye'yi savunması gerekenler bize kurşun atar olmuşlardır.
Transatlantik ittifakı bunun merkezindedir. ABD bunun merkezindedir. Avrupalı geleneksel ortaklarımız bunun merkezindedir. Onlar, Türkiye ile stratejik ortaklığı coğrafyada biçimlendirdikleri terör gruplarına kurban etmiştir.
Hepsi, bir terör örgütüne Türkiye'yi satmıştır. Hepsi Kuzey Suriye Koridoru için Türkiye'yi satmıştır. Hepsi bir boru hattı projesine Türkiye'yi satmıştır. Onlarca yıldır Avrupa'yı koruyan, Atlantik merkezli tehdit algılamalarına göre pozisyon alan Türkiye, bütün tehditlere açık hale getirilmiş, bu tehditler bize karşı özellikle desteklenir olmuştur.
O bizim “dostlarımız” bugünlerde bizi köşeye sıkıştırmaya, Anadolu haritasını bile değiştirmeye dönük kirli planların ortakları olmuşlardır. Türkiye kamuoyu, bu yönde çok ağır bir hayal kırıklığı yaşamakta, ABD ve Avrupa'ya güveni ağır yara almaktadır. Toplumsalhafıza yeni tehditleri tanımlamış ve derin bir öz savunma refleksiyle hareket eder olmuştur. Bu güvensizlik bunalımı çok uzun yıllar giderilemeyecektir.
PYD 'ortak' İhvan terörist öyle mi?
Bu yüzden, bize ait her şeyi düşman bilip, ona savaş açan bu yaklaşımı yargılayacağız, kendi içimizde mahkum edeceğiz ve geleceğimizi bu gerçeklere göre yeniden düşüneceğiz. PKK'nın Suriye kolu YPG'nin Türkiye'ye saldırılarını, ülke içindeki terör eylemlerini destekleyen, bu örgütü “ortak” ilan eden ve silahlandıranların Ortadoğu'nun tek demokratik yapısı Müslüman Kardeşleri terörist örgütler listesine alma yolunda çalışmalara başlaması bu yönde çarpıcı bir suçüstü halidir.
Mısır tarihinin ilk demokratik başarısını darbe ile yok eden, binlerce insanın özgürlük arayışına kurşunla karşılık veren zihniyetin hesabının ne olduğuna dair artık hiçbir kuşku kalmamıştır.
Yerel olan, onurlu olan, İslam'la bağlantılı olan ne varsahepsine savaş açanların bizleri toptan imha etmeye dönük zihinlerindeki kirli hedefler deşifre olmuştur.
Artık onların hiçbir güvenlik stratejisine, terör söylemine, demokrasi ve özgürlük nutuklarına inanmayacağız. İşte bunu bildiğimiz için, yirmi yıldır bu süreci izlediğimiz için “topyekün saldırı altındayız” ifadesini kullanıyoruz.
Ülke ülke, şehir şehir, sokak sokak, fert fert
Öyleyse kendimizi yeniden kuracağız. Ülkemizi teyakkuzda tutacağız.Siyasi aklımızı bugünkü haliyle muhafaza edeceğiz. Ürkmeyecek, yılgınlığa düşmeyeceğiz. Anadolu topraklarından bir karış bile koparılmasına izcin vermeyeceğiz. Gerileme dönemi çoktan bitmiştir. Bir daha hiçbir güç, bizi öyle bir trajediyle yüzleştiremeyecek.
Öyle süslü cümlelerle vakit geçirmeyeceğiz. Dolambaçlı yollar arasında kaybolmayacağız. Harita hiç bu kadar netleşmemişti. İster terör üzerinden gelsin, ister “ezberletilmiş söylemler”üzerinden gelsin, içerideki ihanetle de, dışarıdan gelen tehdit dalgalarıyla da yüzleşmeyi bileceğiz.
Ülke ülke, şehir şehir, sokak sokak, fert fert mücadele edip bubüyük istilayı boşa çıkaracağız. Onlar Türkiye'yi sadece Kuzey Suriye'den ve Güneydoğu'dan vurabileceklerini sanıyorlar.Oysa biz o kadar büyük bir haritayız ki, yeri geldiğinde her sokağın bir kaleye dönüşeceğini göreceklerdir.
Oyun ne kadar büyük olursa olsun, Anadolu'da bozulur! Bu hep böyle olmuştur!
İbrahim Karagül

Sovyet Rus imparatorluğu çöktüğünde en büyük korku yeni bir Türk imparatorluğunun ortaya çıkmasıydı. Türk dünyasının yakınlaşması, Ortadoğu-Orta Asya hattında güçlü ve kuşatıcı bir gücün ortaya çıkması ve yeni küresel sistem planlarını zorlaması endişe kaynağı oldu. “Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" söylemi bu dönemde ortaya atıldı.
Söylemin kaynağı biz değil Batı idi. Bizler bunu heyecan verici bir arayış sandık ama söylemin bu kadar güçlü biçimde tartışmaya açılmasının, muhtemel bir yakınlaşmayı sulandırma, sabote etme planı olduğunu geç anladık. Bir süre sonra bu söylemle biz biledalga geçer olduk.
İlk korku böyle başladı
Soğuk Savaş'ı kazanan, Rusya'yı devre dışı bırakan Batı, tarihin akışına müdahale ediyor, muhtemel bir güç yapılanmasının kendisi için oluşturacağı tehdidi önceden okuyup boşa çıkarıyordu. Bizlere işin hamaseti kalmıştı ve süreci sadece seyirci olarak izleyebildik.
Bir zamanlar Hindistan'dan Kuzey Afrika'ya, Avrupa'nın kalbine yolculuk yapan “Türk tehlikesi" böylece bertaraf edilmiş oldu. 21. yüzyılın en büyük çıkışlarından biri başlamadan bitirildi. Ekonomik ve siyasi güçsüzlüğüne rağmen Türkiye'nin Batı için yeni bir tehdit olabileceğine dair ilk korku bu dönemde başladı.
İslam tehlikesi ile hesaplaşma
“Türk tehlikesi"nden hemen sonra “İslam tehlikesi" Batı'yı paniğe sevketti. Atlantik kıyısından Pasifik kıyılarına uzanan, yeryüzünün ana eksenini oluşturan, kara ve deniz ticaret yollarını barındıran, enerji kaynakları ve enerji koridorlarına ev sahipliği yapan, en önemlisi de küresel sisteme başkaldırı söylemlerini besleyen İslam kuşağı harekete geçmişti.
Müthiş bir açlıkla, ekonomik refah, özgürlük ve güç arzusukitleleri harekete geçiriyor, Batı'nın sömürge rejimleri sallanıyordu.“Türk tehlikesi"nden çok daha büyük bir tehdit, Batı ile hesaplaşma yönünde güç kazanıyordu. Endonezya'dan Fas'a kadar olağanüstü bir direnç harekete geçiyor, ortak bir siyasi dilyaygınlaşıyordu. İşte tam bu dönemde İslam-terör eşleştirmesi icad edildi ve bu, küresel bir siyasi doktrine dönüştürüldü.
ABD ve Avrupa'nın güvenlik stratejileri bu yeni tehdide göre topyekün yenilendi. Batı'nın Sovyetler'i yendiği gibi İslam'ı da yeneceğine dair Avrupalı liderler ateşli konuşmalar yapmaya başladı. Müslüman ülkelerde terörle mücadele merkezlerikuruldu. Daha sonra da terör gerekçesiyle işgaller, iç savaşlarbaşlatıldı. Müslüman dünyadaki her arayış terör olarak tanımlanıp mahkum edildi, tasfiye edildi.
Türkiye'nin yükselişi
Türk tehlikesini bertaraf eden Batı, ondan çok daha büyük İslam tehlikesine karşı dünya genelinde bir tür Haçlı savaşları başlattı. Müslüman coğrafyanın yakınlaşmasına, kendine gelmesine, adalet ve özgürlük arayışına karşı büyük bir tasfiyeye girişildi.
Türkiye, bu iki büyük dalganın da merkezindeki ülke oldu. Adriyatik'ten Çin Seddi'ne söylemi Türk dünyasının yakınlaşmasını sabote ederken Türkiye ilk kez tehlikeli bir güç olarak hissediliroldu. Osmanlı korkusuyla şekillenmiş Batılı hafıza, Türkiye'nin vesayetten kurtulma çabalarını hissetmiş, bir şeylerin geldiğini anlamıştı.
Osmanlı sonrası Türkiye'nin kabuğunu kırma hamleleriydi bunlar. Başaramamıştı ama bir hamle yapmış, bir hareket kazanmış, kendine ve çevresine yeni bir bakış geliştirmeye başlamıştı.
Haritayı kim değiştirecek
Türk kuşağından sonra Türkiye'nin giderek İslamlaştığına, devletin İslam'la kavgasını yumuşattığına, dış politikadan iç toplumsal söyleme kadar yeni bir dil geliştirdiğine bu dönemde tanık oluyoruz.
Türkiye İslamlaştıkça İslam kuşağındaki hareketlerin merkezindeki alanını genişletiyordu. Bu yüzden Arap Baharı dalgasının en büyük destekçisi oldu. Özellikle Mısır'daki devrimin baş destekçisi olmaktan hiç çekinmedi. Hem içeride hem de dışarıda İslami dinamizmi harekete geçiren Türkiye, tehdit olarak tanımlanır oldu. Arap Baharı'nın en büyük motivasyonuydu ama asıl içeride birTürkiye devrimi yaşanıyordu.
Bu devrimin başarılı olması halinde nasıl bir Ortadoğu şekilleneceğini kimse tahmin edemezdi. Kuzey Afrika'dan Hindistan'a kadar bütün güç haritası değişecekti, Türkiye'nin vesayetten kurtulması birçok ülkeyi de vesayetten kurtaracaktı. Oysa Batı, coğrafyamızı yüz yıl sonra bir kez daha biçimlendiriyor, yeni haritalar üzerinde çalışıyordu. Türkiye'nin Müslüman kitlelerin gücünü harekete geçirmesi bütün harita çalışmalarını sıfırlayacak, dünyaya yeni bir siyasi ve güç haritası dayatacaktı.
Batı için tehlike çok büyüktü.
İran İslam'la savaşa sokuldu
Arap Baharı sabote edildi, özgürlük arayışları eskisinden daha beter bir diktatörlüğe ya da iç savaşlara dönüştürüldü. “İslam iç savaşı"bütün coğrafyayı rehin aldı. Artık devletler, aşiretler, şehirlersavaşıyordu. Etnik ve mezhep öncelikli olmak üzere bütün kimliklersavaş aracı haline getirildi. Yeni sömürge dalgası olağanüstü biristilaya dönüşüyordu. Belki yüzyıllık savaşlara kapı aralanıyordu.
Belki Arap Baharı ile bir Arap devrimi dalgası başlayacaktı ama başlamadan durduruldu. Böylece, Türk birleşmesi, İslam birleşmesi dışında Arap birleşmesi de sabote edildi.
Tam bu dönemde, İslam iç savaşı için İran yeniden keşfedildi. Batı'nın Tahran'la yaşadığı sorular bir kenara bırakıldı ve Müslüman dünyanın iki keskin kampa ayrılması için İran sistemin içine çekildi. Sadece Suriye'de değil, Kızıldeniz'den Basra Körfezi'ne ve Akdeniz'e kadar İran üzerinden cepheler inşa edildi. Tahran bu yüzyıllık savaşta Batı adına İslam dünyasıyla savaşa giriyordu.
İran dışarıdan, PKK içeriden..
Ancak İran'ın en önemli görevlerinden biri Türkiye'nin alanını daraltması olarak belirlendi. Kürt milliyetçiliği üzerinden de terör dalgasıyla Türkiye'yi içeriden vurmaya başladılar. Yani Türkiye, dışarıdan/bölgeden İran üzerinden, içeriden/sınırının sıfır noktasından terör üzerinden sıkıştırılır oldu.
“Türk tehlikesi" söz konusu olduğunda Batı Türkiye'yi sistemin içinde tutarak etkisizleştirmeyi, yönetmeyi, tehdidi boşa çıkarmayı bildi. Ama “İslam tehlikesi" dalgası başladığında Türkiye'nin sistem içinde tutulamayacağı, bu şekilde kontrol altına alınamayacağı anlaşıldı. Çünkü Türkiye hem kendini dönüştürüyor, hem de İslam kuşağıyla çok güçlü temeller atıyor, bir şeylere hazırlanıyordu. Geriye tek bir seçenek kalmıştı, açık savaş!
İşte bu yüzden bugün içinde bulunduğumuz şey, açık savaş dönemidir. Bu yüzden içinde bulunduğumuz ittifaklar bir anlam ifade etmemektedir. Bu yüzden müttefiklerimizle eski düşmanlarımız aynı safta yer almaktadır. Bu yüzden hem İran üzerinden hem de Kürt milliyetçiliği üzerinden Türkiye'ye karşı savaş başlatılmıştır.
Türkiye, köklü bir stratejik dönüşüm geçiriyor. İçeride ve çevrede devrimci adımlar atıyor ve büyük bir geleceğe hazırlanıyor. Birinci dalga, yani Türklerin yakınlaştırılması sabote edildi ama Türkiye ciddi hasar almadı. İkinci dalga, yani Müslümanların yakınlaştırılması çok daha büyük sarsıntıya yol açtı. Şimdi bu dalganın merkezinde yer almanın bedelini ödetiyorlar. Dolayısıyla bütün çatışma görüntüleriTürkiye'yi daraltmaya, diz çöktürmeye ayarlıdır. Son üç yılda üç darbe girişimi bu yüzdendir.
“Türkiye tehlikesi" paniği yaşanıyor
Nereden bakarsanız bakın, Türkiye bir devrim dalgasının merkezindedir ve hesaplaşma çok büyüktür. Çok çetin bir mücadele yaşanmaktadır. “Türkler birleşmesin, Müslümanlar birleşmesin, haritalar yeniden çizilsin, kime ne kadar pay düşecek biz belirleyelim…" Bütün mesele budur. Türkiye ikinci büyük dalganın öncüsü oldu ve bu yüzden ana hedef haline geldi.Oyun bozucu rolümüz paniğe neden oldu.
Artık Batı için bir “Türkiye tehlikesi" vardır ve bu Osmanlı tehlikesi ile eşanlamlı kullanılmaktadır. Tezler, güvenlik stratejileri, coğrafyaya yönelik müdahaleler bu korku ile biçimlendirilmektedir.
İlk bakışta kötü gibi görünen bu manzara biraz dikkatli bakıncamüthiş bir gücün yükselişi görüntüsü vermektedir. Bu son eşiğin geçileceğinden, Türkiye'yi çevreleme ve sıkıştırma projelerinin başarısız olacağından eminiz.
Türkiye doğru yoldadır ve geleceğe yatırım yapmaktadır. Zor bir süreç yaşanacak ama bu kritik eşik geçildikten sonra bir daha geri dönüş olmayacaktır. Türkiye bir tür Haçlı saldırıları tehdidi altındadır. Hesaplaşma, bu yüzden kaçınılmazdır.
İbrahim Karagül