Dünya çatırdıyor



Dünya depremi, ardından gelen artçı şokları yaşıyor. Yeryüzünün en büyük tsunamisi de yolda. Dev dalgalar kimleri yutacak herkes toto oynuyor.
Depremin merkez üssü Panama. Kara para aklayan bankaların kirli müşteriler listesi milyonlarca belge ile sızdırıldı. Daha belgelerin tamamı açıklanmadan kıyamet koptu. Küçücük liste bile ülkeleri sarsmaya başladı.
İzlanda'da Başbakan istifa etti, şimdi ülkeyi Tarım Bakanı yönetiyor. Çin Komünist Partisi yöneticilerinden Jia Qinglin'in torunu Jasmin henüz 18 yaşından küçük. Ancak onun bile İngiliz kolonisi Virgin Adaları'nda paravan şirketi ortaya çıktı. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in kayınbiraderi de İngiliz adacıklarında Londra ve New York merkezli baronların bankalarını çuvallarla zengin etmiş durumda. İtalya'da FIFA başkanı sorgulanıyor. Arjantin Devlet Başkanı hakkında soruşturma açıldı. En büyük darbeyi ise London of City Finans Merkezi ile trilyonlarca dolarlık kara parayı aklayan bir numaralı suçlu İngiltere yiyecek belki de.
Başbakan Cameron'un babasına ait paravan şirket, İngiliz adacıklarında ortaya çıktı. Yani Başbakanın babası ülkesinden vergi kaçırıyor. Cameron depremin ilk anlarında "Benim o şirket ile ilgim yok" dedi. Daha sonra "Şeyy aslında o şirkette hisselerim vardı ama sattım"diyerek üzerine gelen dev dalgalardan kurtulmaya çalışıyor. Cameron'un koltuğu sallantıda. İngiltere'de 20 şirkete "Panama merkezli Mossack Fonseca ile bir ilişkiniz var mı" diye soru yöneltildi. ABD'de belgeler Hillary Clinton'u da vurdu, seçilmesi tehlikede. Almanya'da gazeteler listenin bir bölümünü yayınlamayacaklarını duyurdu.
Belli ki üst düzey isimler var listede ve korumaya almaya çalışıyorlar. Moskova'da Putin sallanıyor. Panama belgeleri açıklanmadan önce Putin ile rakibi arasında oy dağılımında eşitlik vardı. Eylül'deki seçim öncesinde Putin'in kızının vaftiz babasının bile kara para aklayan adacıklara bavullarla servet taşıdığı ortaya çıktı. Putin'in en yakın arkadaşı müzisyenin bile yurtdışında paravan şirket kurup 2 milyar dolar yatırdığı ortaya çıktı. Bir müzisyende 2 milyar dolar! Putin depremde enkaz altından çıkamayacak belki de. ABD ülke dışına yaptığı yatırımların koordineli biçimde dağılımını sağlamak amacıyla USIAD yani Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansını kurdu. Görüntüde kulağa hoş gelen hedefleri vardı. Ancak USIAD'ın içi CIA ajanları kaynıyordu. Peki perde arkasında ne yapıyordu USIAD?
Bu soruya ulaşmak için Moskova'ya gitmek lazımdı. Rusya 2009'da "USIAD derhal Rusya'yı terk etsin" diye ültimatom veriyordu. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lukaşenko, "USAID, Rusya'daki sivil toplum örgütlerini, siyasi süreci ve belli aşamalarda seçimleri etkilemeye yönelik çalışmalarda bulunuyor. Özellikle Kuzey Kafkasya bölgesini karıştırıyor. Bu konuda ABD'li muhataplarımızı daha önce uyardık" diyordu. "Demokrasi projesi", "Açık Toplum Projesi" adıyla Amerikan Uluslararası Kalkınma Ajansı Rusya'da istihbarat operasyonları yapıyordu. Rusya'yı sıkıştırmak için de Beyaz Rusya, Özbekistan ve Gürcistan'da turuncu devrimler yapıyordu. İşte o dönemde Putin, Soros'un NED ajanlarını Rusya'dan kovuyordu. CIA ve Soros ajanlarınca USIAD çatısı altında oluşturulan sivil toplum örgütlerine karşı da "Nashi"adı altında 3 bin genci eğitip karşı saldırıya geçiyordu Putin. Bu hamle Soros'un Rusya'dan atılmasına kadar gidiyordu. Şimdi kara para aklayanların açıklandığı o Panama Belgeleri'ni işte bu USIAD'ın desteklediği organizasyonun sızdırdığı açıklandı. ABD Dışileri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner'e dün işte bu USIAD operasyonu soruldu. Toner "Belgeleri biz sızdırmadık" diye geçiştirmeye çalışırken ağzından baklayı da çıkardı;
"Tabii ki belgeleri sızdıran organizasyonu destekliyoruz." Evet yeryüzü yeryüzü olalı böyle bir savaş görmedi. Dünya terör örgütlerinin yanı sıra bankalardaki belgelerle yani PARA ile dizayn ediliyor. Rusya'nın yanı sıra, ABD'nin hedef aldığı ve adeta çökertmek için and içtiği Euro bölgesi Avrupa çatırdıyor, hükümetler sarsılıyor.
Ve savaşın boyutları öyle büyüdü ki; ABD bazı AB üyelerine vize koyacağını açıkladı. Avrupa Birliği'nden de hemen cevap geldi; "Biz de ABD'ye vize koyarız" diye. Peki bizim ana muhalefet dünyadaki bu savaşların neresinde? Haberleri izledim... CHP lideri deyimler sözlüğündeki "Önünde yatmak" deyiminin açıklamasını yapıyordu basın toplantısında! Vah vah!


Bekir Hazar

Konsolosluk mahkemeleri


1888 yılında, Osmanlı Devleti'nin Şam vilayetinde jandarmalar bir katil zanlısı ve arkadaşlarını yakalamak isterler. Abdurrahman ismindeki şahıs yakalanır, ancak yanındaki 3 arkadaşı Fransa'nın Şam konsolosluğuna kaçarlar. Zanlılar, yanlarına konsolosluk çalışanlarını da alarak dışarı çıkarlar, hem arkadaşlarını kurtarır, hem de Jandarmaları konsoloslukta alıkoyarak darp ederler. Fransa Konsolosu cinayet zanlılarına sahip çıkar. Hadise, İstanbul ile Paris arasında küçük çaplı bir krize sebebiyet verir. Fransa, konsolosunun haklı olduğunu savunur ve var gücüyle korur.

Bir başka hadise 1905 yılında Muş'ta yaşanır. Jandarmanın, 2 Ermeni şüpheliyi sorguladığını öğrenen Fransa'nın Van Konsolosu Rupen, yetki sınırlarını aşarak, Van dışına çıkarak Muş'a gelir, karakolu basar ve zanlıları alıp dışarı çıkarır. Fransa, Osmanlı Devleti'nin şikayetlerini dikkate almaz, konsolosunun arkasında durur.

Kapitülasyonlarla birlikte Osmanlı vilayetlerindeki konsoloslara sınırsız imtiyazlar sağlanmıştı. Erzurum, Maraş, Elazığ, Van, Diyarbakır, Antep, Adana, Halep, Şam, Beyrut ve daha nice Osmanlı vilayetinde, başta Fransa, İngiltere ve Rusya olmak üzere bir çok ülkenin konsolosları görev yapıyordu. Bu konsoloslar diplomasiyle hiç ilgilenmiyor, tamamen siyasi faaliyet yürütüyorlardı.

Hristiyanların örgütlenmesi, Ermenilerin katolikleştirilmesi, Ermeni çetelerine maddi destek sağlanması, Yahudilerin kayrılması, Dürzilerin öldürülmesi, bazı Arap kabilelerinin isyana teşvik edilmesi konsolosların aleni faaliyetleriydi. Bir yandan istihbarat toplayıp casusluk yapıyor, diğer yandan da Osmanlı halklarını, gerektiğinde açıktan para vererek isyana hazırlıyorlardı.

Bundan daha da vahimi, kapitülasyonlarla, konsoloslara yargılama yetkisinin verilmiş olmasıydı. Yabancıların kendi aralarındaki davalarına konsolosluk mahkemeleri bakıyordu. Ancak bu mahkemeler yetkilerini aşıyor, Osmanlı vatandaşı ile yabancılar arasındaki davalara da bakıyor; hatta Osmanlı vatandaşı, Yahudi, Hristiyan, Ermeni, isyancı Müslüman ise, onu yabancı gibi gösterip davaları sahipleniyorlardı. Bu mahkemelerde elbette Osmanlı Devleti ve Müslümanlar aleyhine kararlar veriliyordu.

Kapitülasyonlar, yani ecnebilere tanınan ticari, siyasi, askeri ve hukuki imtiyazlar 1923 yılında Lozan Antlaşma'sıyla kaldırıldı.

Ya da biz öyle zannettik ve zannediyoruz.

Yaşadıklarımızın nasıl 100-150 yıl öncesiyle tıpa tıp benzeştiğini, kapitülasyoncu müstemleke zihniyetinin, ecnebi diplomatların zihninde nasıl hala diri olduğunu anlamak için Can Dündar vakasına bakmak yeterli.

17/25 Aralık Darbe Girişimi başarılı olsaydı, Tayyip Erdoğan, “Dönemin Başbakanı” olarak yargılanacaktı.

Paralel Yapı, Türkiye'deki yargılamanın yanında, Erdoğan'ı uluslararası bir mahkemeye, Lahey'e de taşımayı planlamıştı. Bunu sağlamak için senaryo yazmak ve düzmece delil üretmek zaten Paralel Yapı'nın uzmanlık alanıydı.

MİT Tırları operasyonu, işte bu kurgu ve düzmece delilleri oluşturmak için planlandı. MİT, Emniyet İstihbarat, Jandarma ve yargı içindeki Haşhaşiler, bu kurgu için harekete geçirildiler. Kurgunun algı operasyonu ise Fetullahçı Cumhuriyet Gazetesi ve onun yöneticilerine ihale edildi.

Erdoğan bu çirkin kumpası bozdu, Haşhaşilerin inlerine girildi; bu kapsamda Fetullahçı Can Dündar da, casusluk gibi son derece ciddi bir suç isnadıyla gözaltına alındı.

İşte tam bu aşamada, kapitülasyonlarda verilen imtiyazlarının devam ettiğini zanneden diplomatlar devreye girdi. Türkiye aleyhine Batı'da başlayan kara kampanyaya, içerde de tam destek sağlandı.

Sözcüler, büyükelçiler, konsoloslar, “adamlarının” serbest bırakılması için, tıpkı kapitülasyonlar dönemi Osmanlısında yaptıkları gibi Türkiye'ye baskı yapmaya başladılar.

Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasa Mahkemesi, tıpkı Twitter kararında olduğu gibi, son derece tartışmalı bir şekilde Can Dündar'ı Muş Jandarma Karakolu'ndan (affedersiniz, hataen yazmışım, düzeltiyorum) Silivri Cezaevi'nden çıkardı.

Tutuksuz yargılanan Can Dündar'ın geçen hafta yapılan ilk duruşması ise ecnebi konsolosların, son derece tabii olarak da CHP ve HDP'nin gövde gösterisine dönüştü.

İnanıyoruz ki mahkeme, Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir mahkemesinin imtiyazlı “Konsolosluk Mahkemesi” olmadığını tüm dünyaya bir kez daha cesaretle ilan edecektir.

Cumhurbaşkanı bunu zaten şu sözleriyle dünyaya hatırlattı:
“Siz kimsiniz ya? Sizin ne işiniz var orada? Burası senin ülken değil, Türkiye. Sen konsolosluk binası ve konsolosluk sınırları içinde hareket edebilirsin. Diğerleri izne tabidir.”

Lozan'la birlikte bir defterin kapanıp yeni bir defterin açıldığına inananlar, gerçekten vahim bir hata yapıyorlar. Siz kapandı deseniz de, Can Dündar vakası da son bir örnek olarak gösteriyor ki, o defter kapanmıyor.

Sykes-Picot Gizli Antlaşması da, Sevr de, Mondros da Türkiye düşmanlarının hayallerini süslemeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, bu hayalleri deşifre ettiği, Türkiye'ye biçilen dar elbiseye itiraz ettiği, müstemlekeci zihniyeti, daha da ileri gidip “Dünya 5'ten Büyüktür” diyerek küresel sistemi sorguladığı için hedef yapılıyor.

Yaşadığımız süreç alelade bir süreç değil, tam anlamıyla bir İstiklal ve İstikbal mücadelesi süreci.

Kendi adamlarına, casuslarına bu kadar aleni ve cüretkar şekilde sahip çıkanlar karşısında en az onlar kadar cesur olmamız gerektiğini bu vesileyle tekrar hatırlatmış olalım.


Aydın Ünal

Malın sahipleri


Malın sahipleri

İngilizler'in Diyarbakır Sur aşkı bitmiyor. Milletvekillerini gönderip tahrik operasyonları yaptılar. Şimdi de gazetecileri Sur'a kamp kurdu. İngiliz Guardian gazetesi, PKK'nın HENDEK projesinde kaybetmesinden dolayı çok üzgün. Bir ağlamadığı kalıyor. Röportajlar yapmış, sayfalarından "AB Sur'daki PKK'lılara sahip çıkmalıydı.
Mülteci akınından korktukları için Kürtleri sattılar, terk ettiler" diye bağırıyor. "AB bizi sattı" diye Guardian'a malzeme olan Sur'da yaşayan bir PKK sempatizanı...
Ne de güzel söylemiş aslında... Evet, adamlar seni gelip kullanırlar...
Çıkarlarına ters düşüyorsa hiç düşünmeden satarlar. PKK, kullanılan ve gerektiğinde satılan bir maşa olduğunu, pazarlık masalarında Türkiye'ye karşı 30 yılı aşkın bir süredir meze yapıldığını biliyor. Kandırdıkları gençlere "Biz kullanılıp satılacak bir örgütüz mü" diyecek halleri yok. Sahipler, çıkarları için analarını bile satarlar. Kuzey Irak petrolleri ve doğalgazını Kürtlerle birlikte dünyaya taşımaya başladığımızdan beri, terörü azıttırıp Ankara'nın üzerine saldılar. Delirdiler Kürtlerle ortak iş yapmamıza. Baltalamak için Türkiye'ye saldırttıkları PKK şimdi de, Kuzey Irak Kürtleri üzerinde katliam yapmak için harekete geçti. Bunu ben söylemiyorum.
Barzani yönetimindeki hükümetin İçişleri Bakanlığı'ndan önceki gün geldi bu açıklama.
O açıklamada "PKK'nın yakında bazı şehirlerimize saldıracağını öğrendik.
Elimizde belgeler var" deniyordu.
Görüldüğü gibi Kuzey Irak Kürtleriyle kolkola verip onların yaşaması ve ayakta kalması için büyük mücadele veren bir Türkiye var ortada.
Yani bu ülkenin bir "KÜRT" sorunu yok.
PKK'nın hem bu ülkedeki Türkler ve Kürtler ile hem de K.Irak'taki Kürtlerle sorunu var.
Sorun; kullanım ihtiyacından kaynaklanıyor.
Şimdi Suriye'de terör örgütünü hem ABD hem de Ruslar kullanıyor. Çok da güzel bir paylaşım yaptılar. Kobani tarafındaki Kürtler Washington'a bağlandı. Doğu'da kalan Afrin bölgesi ise Küçük Moskova oldu.
Putin kendisine kalan Afrin bölgesindeki Kürtleri, Türkmenlerin ve Özgür Suriye Ordusu'nun üzerine sürüyor. Sırf Esad'ın hayatta ve ayakta kalması için Rusçu Kürtler öldürtülüyor. Amerika'da "Haydi bakalım saldırın İŞİD'e ölün" diyerek Kürtlere başka bir alanda mezar açıyor. Washington şu aralar PYD'ye "Rakka'ya girin" diye büyük baskı yapıyor. PYD ise, dibine kadar kullanıldığını bildiği için bu operasyona girmek istemiyor şimdilerde. "Ne işimiz var Rakka'da" diye açıklama yapıyorlar.
Girmezler ve kendilerine açılan mezar çukurlarına uzanmazlarsa sopa gelecek.
Çünkü kullanılanların asla "Satma hakkı" yoktur. Ancak ve ancak kullananlar satma hakkına sahiptir. Son cümleyi "Sahiptir" diye bitirdim. Evet adamlar "SAHİP", sen terörist kölesin. DHKP-C'nin de İstanbul'daki saldırılarına bu açıdan bakmak lazım. Bu terör örgütünü Avrupa kurup, besledi.
Perde arkasında Alman istihbaratı vardı.
Onun için bu örgüt, sık sık Amerikan konsolosluklarına saldırıyordu. Ancak Suriye'deki iç savaş dengeleri değiştirdi.
DHKP-C gitti PYD ve Esad ile ortak oldu, Şam'la birlikte hareket etti. DHKP-C'nin ortağı PYD olunca da otomatikman ABD de örgütle dolaylı yoldan işbirliği çarkının içine girmiş oldu. Terör örgütüyle yola çıkarsan, başkaları da leblebi gibi sana katılır yolculukta. Şu anda bölgede kimin eli kimin cebinde fazlasıyla belli. Adamlar asker göndermeden terör örgütleriyle ülkelere giriyor, dizayn ediyor, pazarlık masalarında piyonları öne sürerek "ŞAH"ı istiyor. Bizim muhalefetin dünyadan haberi yok. İstanbul'da otomatik silahlarla saldıran DHKP-C'li daha önce Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın katıldığı toplantıda pankart açıp hapse mahkum olmuş. O dönemde HDP ve CHP milletvekilleri ayağa kalkıp, teröriste kalkan olup kanat gerdiler. Hele sevgili Gürsel Tekin'in söyledikleri var ki, of aman yani... O sahip çıktıklarının bir terörist olduğunu hissedemeyecek kadar acizler. Polisimize, dolayısıyla Devletimize saldırabileceklerini öngöremeyecek kadar bu ülkeden uzaklar. ABD şimdilerde İran'ı yavaş yavaş koltuğunun altına alıyor. 250 milyon Şii'yi, 1 milyar 250 milyon Sünni'nin üzerine sürerek sopa gösterip, Ortadoğu'yu dizayn edecek. Geçmişte terör örgütü ilan ettikleri Hizbullah'ın başında onlarca İranlı Generalin Suriye'de ölmesine alkış tutuyorlar.
PYD-PKK-DHKP-C, Hizbullah, IŞİD ne varsa hepsi ileride masalarda SATILMAK üzere tezgahlara kondu. Terör tüccarları, malın başında avuç ovuşturuyor.

Bekir Hazar

Osmanlı ruhu



2 Kasım 1994... Paris'te tören yapılıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, karşısındaki yazara "Simone de Beauvoir Ödülü" veriyor. Yazarı bu ödüle götüren, İslam dinine yaptığı hakaretler ve saldırılar oluyor. 104 yıl önce ise Paris'te bir başka tören... Büyükelçimiz Esad Paşa elindeki Osmanlı Devlet Nişanını, Fransa Cumhurbaşkanı Carnot'a takıyor. Paris'te Peygamber Efendimize (SAV) ve eşi Hz. Hatice validemize hakaret eden bir piyes sahneye konmak üzere...
Osmanlı Cihan Padişahı Sultan Abdülhamid Han "Kaldırın bu piyesi" diyor. Fransa Cumhurbaşkanı Carnot, derhal kaldırıyor.
Tüm dünya Müslümanlar'ı, coşkuyla İstanbul'a tebrik yağdırıyor. Avrupa'dan Asya'ya her yerde Osmanlı İmparatorluğu'na teşekkür mitingleri yapılıyor. İngiliz idaresindeki Hindistan Müslümanlar'ı dahi meydanlara çıkıyor, İstanbul'a bağlılık mesajları yağıyor.
O dönemde Osmanlı tüm dünyadaki Müslümanlar'ın HAMİSİ... Onun için Asya'dan, Afrika'ya her yerden insanlar oluk oluk Çanakkale'ye şehadet şerbeti içmeye koşuyor. O zamanların süper gücü ve en büyük sömürücüsü İngiltere, Osmanlı'yı yıkmak için varını yoğunu ortaya koydu.
Dünya Müslümanlarının İstanbul'a olan bağlılığını yıkmak için harekete geçti. İslam coğrafyasında fitneleri ve çatışmaları zirveye çıkararak işe başladı. Bugün Afganistan'dan, Ortadoğu'ya kadar ne oluyorsa, 100 yıl önce de aynısı yaşanıyordu. Fitne tohumları ile Müslümanlar, Müslümanlar'a saldırtılıyordu.
Bugün dünya medyasına baktığımızda hergün bıkmadan usanmadan Türkiye'ye saldırıyorlar. Ankara'sız birgün dahi yok sayfalarında. Çünkü Yeni Türkiye rahatsız ediyor onları. Suriye'yi yangın yerine çevirip, Türkiye'nin müdahalesi karşısında öfkeleniyor, teröristlerle bile ittifaklar kuracak noktaya geliyorlar. Ateşkesten bahsediyorlar ama bunu sadece Türkiye'nin teröristlere yaptığı topçu atışını durdurmasını isteyen bir tabloya dönüştürüyorlar. Zulümleri ve döktükleri kan o kadar arttı ki, tüm bölge halkları Osmanlı'nın adaletini ve gücünü hasretle bekler oldu. Bugün bölgede şer gibi gözüken olaylar, hiç merak etmeyin en kısa zamanda "HAYRA" dönüşecek.
34 ülke Ankara'nın "Tek bir ordu" projesine bu yüzden hemen "Evet" dedi.
Osmanlı Ordusu da 34 ülkeden gelenlerden kuruluydu. Rusya düşen uçağına karşılık, Suriye'ye geçecek Türk uçaklarını vurmak için fırsat kolluyor. Oraya bizim dışımızdaki 33 ülkenin uçakları ile girip caydırıcı olursak ne yapabilir? Ve dahası 33 ülkenin uçaklarını Türk pilotları kullanırsa ne olur? Moskova ve Washington'da şimdi bu soruya cevap aranıyor. Tüm zulümler bölgeyi daha hızlı bir şekilde Ankara'ya bağlıyor. Çünkü sadece Ankara, tüm İslam coğrafyasında zulüm çeken, öldürülen, yakılan, aç bırakılan herkesin yanına koşuyor. Sevgili dostum Sadık Albayrak'ın "Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar" adlı kitabında 100 yıl önce Türkiye'ye yapılan yadım çağrılarını belgelerle gündeme getiriyor. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Bolşevik Devrimi sonrasında çok zor durumda kalan Rusya'daki Müslümanlar'a bile nasıl "UN" gönderdiğimizi anlatıyor. Bugün gazımızı kesen Rusya'daki Müslümanlara "UN" gönderen Türkiye, milyonlarca mülteciden tutun Arakan'da yakılarak öldürülen ve can havliyle dağlara kaçan Müslümanlara bile "EKMEK" taşıyor. Arakan'da katillerden kaçan 677 müslüman bir gemiyle Tayland açıklarına gelmiş ancak içeri alınmamıştı.
Tam iki ay Tayland açıklarında gemide su ile beslenerek açlıkla mücadele eden 677 kişi Türkiye'nin girişimiyle ölümden kurtarılmıştı.
677 Müslüman'a "Gemide ölün" diyen Tayland'ın prensesi Maha Chakri Shindhorn hakkkında önceki gün çıkan haber ilginçti.
Arakanlı Müslümanlar'ı gemiye hapseden Tayland Prensesi'nin Kamboçya'ya ziyareti öncesi 19 günlük bir çalışma yapıldı. Tam 40 bin dolarlık Prensese özel 8 metrekarelik tuvalet yapıldı. Çanakkale Savaşı'nda İngilizler'e Boğazı dar ettiğimizde ağlayan ve "Yazık ne güzel İngiliz medeniyeti kapımıza kadar gelmişti" diye yazan Türk görünümlü yazarlar vardı bu ülkede. O İngiliz medeniyeti Hindistan'a gitti ve yönetiyor şimdi. Geçtiğimiz günlerde bir rapor yayınlandı. İngiliz medeniyeti ile yoğrulan 1 MİLYAR 253 MİLYON nüfusa sahip Hindistan'ın yüzde 33'ü tuvalet nedir bilmiyor.
Bugünde içimizde Batı medeniyetleri diye yanan ve Ankara'ya saldıranlar var. Ne yaparlarsa yapsınlar, kime taşeron olurlarsa olsunlar, bölge Osmanlı ruhunu çağırıyor.
Zalimlerin zulmü, o ruhu getirecek.


Bekir Hazar