1 Kasım vatan savunmasıdır


1 Kasım Sadece genel seçim değil.


Siyasi partiler arasında yapacağımız bir tercih değil.

Kimin kaç vekil çıkaracağı, hükümetin nasıl kurulacağı, nasıl birkabine şekilleneceği, hangi partinin seçim vaatlerinin etkili olacağı meselesi değil.

Elbette bunlar demokrasimizin gereği ve olacak. Milletimiz yapacağı tercihle yeni iktidar yapısını şekillendirecek. Ama bir 1 Kasımolağan bir seçim olmayacak. Vereceğimiz oy hiçbir şekilde sadece yukarıdakilerle sınırlı kalmayacak.

Çünkü Türkiye olağan bir dönem yaşamıyor. Çünkü olağanüstü bir sarsıntı bütün coğrafyayı, yakın çevremizi sarsıyor, dağıtıyor, lime lime edip ayrıştırıyor. Ve bu çözülme, bu felaket rüzgarıdalga dalga sınırlarımızı zorluyor, şehirlerimizi yokluyor.

Türkiye'nin siyasi tarihinde de 1 Kasım olağan bir seçim olarak yer almayacak. Çünkü yapacağımız tercih Türkiye ile sınırlı kalmayacak. Bütün coğrafyayı etkileyecek, belki de büyük oranda biçimlendirecek.

Yeni siyasi kimlik, vatan savunması

Vereceğimiz karar bir siyasi partiyi tercih etmenin çok ötesinde birtarihi yönlendirme kararı olacak, ülkemizin bundan sonra ne yöne gideceğine, nasıl bir Türkiye şekilleneceğine dair olacak.

Artık bu aşamadan sonra siyasi kimliklerin çok da anlamı kalmadı. Belki bu seçimlerden sonra bambaşka siyasi kimlikler, siyasal hareketler şekillenecek, klasik siyasi kimlik ve duruşlar biçim değiştirecek.

Çok daha esaslı bir kimlik mücadelesine başlayacağız.

Vatan 
esaslı bir kimlik mücadelesi olacak bu.

Acımasız bir direniş, acımasız bir vatan savunması yaşanacak.

Varolmaya
, geleceğe yürümeye, büyümeye, yerli olmaya ve güçlenmeye dönük bir meydan okuma olacak. 1 Kasım belki Cumhuriyet tarihinin en büyük vatan savunmasına odaklı çıkışının miladı olacak.

Türkiye açık saldırı altında

Son üç yılda iyice yıkıcı hale gelen bir darbe süreci yaşıyoruz.

Siyasi iktidarı devirip yeni ve güçlü Türkiye'nin öncülerini tasfiye etmeye hatta yok etmeye dönük çokuluslu müdahaleler yaşıyoruz. Toplumun önünde kim varsa hedef alındığı, inanılmaz kurgu ve kumpaslarla yok edilmeye çalışıldığı bir dönem yaşıyoruz.

Ortak alanları daraltma, bu yönde çabalayanlarıitibarsızlaştırma, toplumsal güven ve dayanışma bağlarını yok etmeye dönük uğursuz girişimlere tanık oluyoruz.

Ukrayna örneği, Mısır örneği üzerine oturtulan açık bir savaş yaşıyoruz. Bu yönüyle Türkiye açık bir tehdit altında.

Gezi isyanı ile Ukrayna'ya, 17 Aralık darbe girişimiyle Mısır'abenzetilmek istenen Türkiye, şimdi de terör üzerinden Suriye'yedönüştürülmek isteniyor.

Gezi projesinde çevrede kalanlar birleştirildi, sokak üzerinden darbeye girişildi. Bir dış müdahalebir iç isyan ve ihanetti.

17 Aralık'ta çok iyi işlenmiş, sistemik bir darbe girişimi yapıldı, muhafazakar bildiğimiz bir örgütün aslında devletin ve toplumun içine yerleştirilmiş bir Truva Atı olduğu ortaya çıktı. Tam anlamıyla bir dış istihbarat operasyonuna tanık olduk.

Daha büyük bir tehdit geliyor

Başbakan asmaya, binlerce insanı hapislere doldurmaya, toplumun önemli bir bölümünü düşmanlaştırmaya dönük bir girişimdi. Darağaçları kurulacak, siyasi tarihimizin en ağır cürmü işlenecek, bir utanç sayfası açılacaktı. Bu yönüyle 17 Aralık bir iç işgal girişimiydi.

Şimdilerde nasıl bir ihanet ağı örüldüğünü, nasıl bir dış istihbarat operasyonuna maruz kaldığımızı, Türkiye'ye diz çöktürmek içinbağrımızda nasıl da “Gurka”lar yetiştirildiğini o kirli dosyalar açıldıkça hayretler içinde izliyoruz.

Ülkemiz bu ağır bunalımları atlattı. Bunların üstesinden geldi. Bütün yıkıcı rüzgarlara, ihanetlere direndi. İnsanlarımızın basireti ve siyasi akıl bunları boşa çıkarmayı bildi.

Ama yeni bir durumla belki çok daha büyük bir tehditle karşı karşıyayız. Suriyeleştirme, Iraklaştırma, Yemenleştirmeprojeleri artık Türkiye için uygulanıyor.

Sınırlarımızın hemen ötesi Türkiye karşıtı cephelere dönüştürülüyor. Sınırlarımızın içinde, ülkemiz topraklarında içcepheler açılıyor. Siyasi tarihimizin gördüğü en acı ihanetleriyle karşı karşıyayız.

Bu ortaklık artık Başkent'i vuruyor

Tarih yapıcı milletler, devlet aklı, toplumsal hafızası bu mesajları doğru ve zamanında algılar. Tarih yapıcılık böyle bir şeydir ve o milletler böyle ayakta kalır. Bu bilindiği için, son saldırılarda özellikle ülkemizin bu tarih yapıcı gücünü kırmak, öncülerini yok etmek istiyorlar. Savaşı bu yüzden onlar üzerinden yürütüyorlar.

Biz ne kadar dik durursak, ne kadar yerli ve milli olmayaözenirsek, ne kadar bu yönde adımlar atarsak aynı ölçüde saldırılara maruz kalıyoruz, kalacağız.

Bu saldırıların içerideki ortakları artık açık açık “iç savaş” söylemleri servis ediyor. Medyası kalemini kaleşnikof gibi kullanıyor, ülkeye kurşun sıkıyor. Eskinin iktidar belirleyici oligarkları terör örgütleriyle ortaklık kurup ülkenin başkentini vuruyor.

Terör örgütlerinin karargahları dağlardan şehirlere taşındı, şirket merkezleri ve medya ofisleri terör karargahlarına dönüştürüldü.
Etnik kimlik, mezhep kimliği ve çevrede kalmış tüm marjinal kimlikler bu büyük saldırıda ön cephelere sürülüyor.

Mesele seçim değil, Türkiye meselesidir

Ülkemiz, Osmanlı'yı dağıtan müdahaleden bu yana en büyük ayrıştırma ve çatıştırma operasyonuyla karşı karşıya.

Cemaatler, şirketler, örgütler üzerinden, sokak üzerinden ve devlet içine sinmiş örgütler üzerinden servis edilen büyük bir tehditle yüz yüzeyiz. Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerinden, AK Parti düşmanlığı üzerinden yürütülen proje, aslında Türkiye'nin büyük yürüyüşüne, meydan okumasına karşı saldırıdır.

Suriyeleştirme projesini boşa çıkarmanın yolu 1 Kasım'dır. Mesele seçim değil, Türkiye meselesidir.
Haçlı Savaşları, Moğol istilası, 1. Dünya Savaşı sonrası yeniden ayağa kalkmayı bilen milletimiz bu büyük oyunu da bozacaktır.

Ana omurga bir kez daha tarih yazacak

İşte bu yüzden 1 Kasım bir vatan savunmasıdır.
Bu ülkeye mecburuz. Bu ülkeye sahip çıkmak, üzerine toz kondurmamak bütün siyasi kimliklerimizin ötesinde bir hesaptır.

Türkiye'nin ana omurgası ülkesine sahip çıkıp bir kez daha tarih yazacaktır.

Tarihin ters tarafında yer alanların örnekleri yine tarih sayfalarındadır. Ülkemizi bir kez daha emanetçilere teslim etmeyip, emaneti ehline verme mücadelesidir.

Bu yüzden verdiğimiz mücadele Son İstiklal Savaşı'dır.

Oslo’nun kriminalize edilmesi


MHP’nin yıllardır ağzına sakız ettiği Oslo suçlamalarına alışığız ve yadırgamıyoruz. Nihayetinde bu parti varlığını bu çizgiye borçlu.
Peki ya Çözüm Süreci’ne baştan beri destek verdiğini söyleyen, hükümeti Çözüm Süreci’ni bitirmekle suçlayan ve şişine şişine “Terör sorununu ben çözerim” diye ortaya çıkan CHP’nin MHP’yle aynı çizgiye düşmesine ne demeli? 
Seçime bir hafta kala, yeni bir keşifmiş gibi Oslo görüşmelerini gündeme getirmesi ve hükümeti bununla sıkıştırmaya kalkışması en kaba saba biçimiyle oportünizm değilse nedir? 
Eğer 7 Kasım’da AK Parti tek başına iktidar olamazsa, CHP koalisyon ortağı olmaya en yakın parti. Ve şu anda söylediği her sözün yarın öbür gün kendisini zor duruma sokup sokmayacağını iyi düşünerek söylemeliydi. 
Bu sorunun öyle üç tane komisyon kurup üç tane de rapor çıkartmakla çözülmeyeceğini başta CHP’liler olmak üzere herkes gayet iyi biliyor. 
Önümüzde 30 küsur yıllık silahlı bir örgütün tasfiye edilmesi gibi devasa bir mesele var. Benzer meseleler dünyanın her yerinde devletlerin bu örgütlerle oturup müzakere etmesiyle çözülmüş. Bizde bu görüşmeler Oslo’ya kadar başlamadıysa, askeri vesayetin çizdiği kırmızı çizgiler yüzünden başlayamadı. Ne zaman ki vesayet geriletildi, ancak o zaman siyasi irade Öcalan’ı askeri bürokrasinin kontrolünden kurtarıp bizzat iletişime geçti ve Çözüm Süreci’nin ilk aşaması olan Oslo görüşmelerini başlatabildi. 
Dolayısıyla, Oslo görüşmeleri AK Parti’nin “yumuşak karnı” değil, tam tersine gururla sahip çıkabileceği radikal bir siyasi adımıdır; bugün MHP dışında kimsenin karşı çıkmaya cesaret edemediği Çözüm Süreci’nin de başlangıcıdır. 
Bu tip görüşmelerde her şey konuşulmuş, her türlü pazarlık masaya gelmiş, bu pazarlıklar tutanak haline de getirilmiş olabilir. Önemli olan sonuçtur. Sonuçta PKK, Oslo’da ve devamında İmralı’da yürütülen pazarlıklardan istediği statüyü koparabilmiş olsaydı, herhalde yeniden silaha dönme ihtiyacı duymazdı. 
Ama şunu hepimizin içimize sindirmesi gerekir: Eğer yarın öbür gün PKK pes eder ve silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkarmaya karar verir, Çözüm Süreci de yeniden canlanırsa, Oslo tipi görüşmeler de, İmralı türü görüşmeler de yeniden başlayacaktır ve o görüşmelerde bugün CHP ve MHP tarafından kriminalize edilerek takdim edilen birçok konu yine gündeme gelecektir. Anayasada etnisiteye atıf yapılan maddelerin çıkarılması, vatandaşlık tanımının yeniden düzenlenmesi, anadilde eğitim hakkı, eğitim hizmetlerinde yerele geniş yetkiler tanınması, Büyükşehir Yasası’yla genişletilen yerel yönetim yetkilerinin daha da genişletilmesi gibi demokratik taleplerin karşılanması elbette Meclis’in işi. Ama iş bunlarla bitmiyor. 
Çözüm Süreci'nin sonuçlanabilmesi için, silahlı yapının tasfiye edilmesi; bunun için de dağdakilerin indirilebilmesini sağlayacak hukuki düzenlemelerin yapılması, lider kadroyla ilgili bir yol haritası çizilmesi, Öcalan’ın durumunun yeniden gözden geçirilmesi gibi müzakere gerektiren birçok adım atılması gerekiyor. 
Son çıkışıyla bütün bu konuların görüşülmesini kriminal bir mesele haline getiren CHP, yarın koalisyon ortağı olursa ne yapacak? Bütün bu meselelerin müzakereler yoluyla çözülmesine karşı mı çıkacak? O zaman sorunu çözme vaadini nasıl tutacak? 
Kılıçdaroğlu bu soruların karşılığını cumartesi günü Fox TV’de verdi aslında. 
Asıl hedefinin MHP’yle koalisyon yapmak olduğunu söyledi. Böylece biz de CHP’nin ne Kürt sorununun ne de terör sorununun çözümü diye bir derdinin de projesinin de olmadığını anlamış olduk. 
CHP lideri MHP’yle programlarının birçok noktada örtüştüğünü söylerken haklıydı. En temel örtüşme alanının Kürt meselesi olduğunu Oslo çıkışıyla ortaya koydu zaten. Seçime beş kala bu gerçeğin net bir biçimde ortaya çıkması da iyi oldu.

Teröre karşı iki yüzlü muhalefet

Teröre karşı iki yüzlü muhalefet

MHP-HDP-CHP ittifakının karşı çıktığı İç Güvenlik Yasası, 6 ayda terörle mücadelede görülmemiş başarı getirdi. Yasa ile binlerce çocuk PKK’lı olmaktan, Türkiye ise bir uçurumdan kurtarıldı.


Türkiye bugün DAEŞ ve PKK saldırılarının hedefi olurken, muhalefet partileri devleti ve hükümeti terörle mücadelede yeteri kadar aktif olmamakla suçluyor.
Ama terörle mücadelede hayati bir rol oynayan İç Güvenlik Yasası’na karşı tüm muhalefet partileri ittifak yapmıştı. Hatta, varlıkları birbirlerine olan düşmanlık üzerine kurulu MHP ve HDP, TBMM’de bazen bozkurt ve zafer işaretleri eşliğinde birlikte hareket etmişti.
YASA ÖNCESİ KARANLIK
İç Güvenlik Yasası’nın 4 Nisan’da yürürlüğe girmesinin üzerinden 6 ay geçti. Peki ama 2 aylık tartışmayla kabul edilen bu yasa ile Türkiye’de terörle mücadelede ne değişti? Rakamlar, PKK’ya karşı yürütülen operasyonlarda 31 yıldır görülmemiş bir başarıyı işaret ediyor. Güvenlik görevlilerine göre bu yasa olmasaydı, 7 Haziran  sonrasında özerklik ilan eden terör örgütü PKK’nın beli kırılamayabilirdi. 
6-7 Ekim ve 2 Kasım 2014’te HDP Merkez Yürütme Kurulu, Kobani bahanesiyle “Sokağa çıkma” çağrısında bulundu. Şiddet olaylarında 31 kişi hayatını kaybetti, 2 polis şehit oldu ve 221 vatandaşla 139 polis yaralandı. PKK’nın son bir yıldaki saldırılarında 79 sivil hayatını kaybetti, 469 kişi yaralandı ve 2 bin iş yeri ve araç hasar gördü.
POLİS VE ASKERE YETKİ
PKK’nın 7 Haziran sonrası ‘Özerklik ilan edeceği’ ortaya çıkınca devlet, PKK’yla mücadele için yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duydu ve ardından İç Güvenlik Yasası kabul edildi. Yasaya göre güvenlik güçlerine; toplu işlenen suçlarda 48 saate kadar gözaltı yetkisi, üst, eşya ve araç arama ve riskli durumlarda daha fazla silah kullanma yetkisi verildi. En önemlisi, güvenlik güçleri, arkalarında devlet desteği olduğunu gördü ve ‘yargılanma korkusu’ olmadan kararlı bir şekilde terörle mücadele etti.
GÖRÜLMEMİŞ BAŞARI
İç Güvenlik Yasası’nın verdiği yetkiler, PKK’nın özerklik planını hayata geçirmesine fırsat vermedi. Yasanın verdiği yetkiyle büyük bölümü PKK ve gençlik yapılanması üyesi 2 bin 799 kişi, eylem hazırlığında veya eylemde gözaltına alındı ve 772’si tutuklandı. Yurtiçinde 204 PKK’lı etkisiz hale getirildi, 123 terörist yakalandı. 22 Temmuz sonrasıda PKK’ya yönelik yurtiçi ve dışında gerçekleştirdiği operasyonlarla bin 480 terörist etkisiz hale getirildi. Güvenlik güçlerinin 31 yıllık mücadelesindeyse 23 bin 766 terörist etkisiz hale getirildi, bin 591 terörist yakalandı. İç Güvenlik Yasası terörle mücadelede görülmemiş başarı sağladı.
ÇOCUKLAR EVLERİNDE
Sadece Diyarbakır’dan bir örnek: Olaylara karışan bin 132 çocuğun ailelerine 232 TL ceza kesince, sadece 77’i ikinci kez olaya karıştı. 91’i de 12 yaş altı çocuklar olması ve PKK’nın son iki yılda iki bin çocuğu dağa götürerek örgüt mensubu yaptığı da düşünülürse, yasanın faydaları açısından dikkat çekici.
TERÖRÜN SORUMLUSU DEVLET’
İÇ Güvenlik Yasası’yla PKK’nın büyük darbe alacağını bilen HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş “Bütün toplumun bu yasaya karşı çıkması lazım. Bütün vekillere sesleniyorum. Aylarca konuşalım tek bir madde bile geçiremesinler” demişti ve bu çağrısı MHP ve CHP’de de karşılık bulmuştu. Demirtaş, Ankara’daki bombalı saldırı sonrasında ise “Nereden gelmiş olursa olsunlar siyasi sorumluluk hükümettedir. Devlet içinde IŞİD’i koruyan kollayan bir yapı var” demişti.
PKK ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISIYMIŞ
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bile İç Güvenlik Yasası görüşmeleri sırasında MHP ve HDP’nin birlikte hareket etmesine şaşırmış, “İlk kez belki HDP, MHP, CHP, üçümüz de (İç Güvenlik Yasası’na) karşıyız” sözleriyle dile getirmişti. İç Güvenlik Yasası öncesi terörle mücadele için daha fazla yetki veren bu yasayı engellemek için “Biz üzerimize düşeni yaparız” diyerek MHP ile birlikte yasayı 2 ay geciktiren Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerdeyse “Gerçekçi olalım, PKK silah bırakmaz. IŞID ile çarpışıyor” ve (Dağlıca’daki PKK’nın hain pusu ardından, Hürriyet haberine inanarak PKK değil Cumhurbaşkanını  suçlayarak) “Uğruna ülkeyi kan gölüne çevirdin” demişti. Kılıçdaroğlu (Sosyalist Enternasyonel’de imza attığı sonuç bildirgesinde) “PKK’lılar Filistinliler gibi özgürlük savaşçısıdır” bile demişti.
‘İÇ GÜVENLİĞE KARŞIYIZ’
Bugün yaşanan olaylarda terör örgütleri yerine hükümeti ve devleti PKK’yla yeteri kadar mücadele edilmediği gerekçesiyle eleştiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, altı ay önce karşı çıktıkları İç Güvenlik Yasası’nın başarısı karşısında sessizliğini koruyor. MHP’li milletvekillerinin HDP’li vekillerle hükümete karşı TBMM’de birlikte hareket ettiklerini gösteren fotoğraflar, bugün hala milliyetçi vatandaşlarda tepkiyle karşılanıyor. Ama 4 Nisan’da yürürlüğe giren yasaya karşı çıkan MHP lideri Bahçeli, buna gerekçe olarak da “Milliyetçi Hareket Partisi, İç Güvenlik Yasa tasarısının çok tehlikeli sonuçlara meydan vereceğini gördüğünden esastan itiraz etmektedir” demişti. Hükümetin teröre karşı önlemleri artırmasına karşı çıkan Bahçeli, Ankara’da 102 kişinin ölümüyle sonuçlanan Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı sonrasında “İnsanlarımız ölüyor sen hala oy hesabı yapıyorsun. Bombalar patlıyor, bu AKP’ye yarıyorsa o zaman azmettiren bellidir” demekten de geri durmamıştı. 

Sınır Savaşı !






Suriye dünyanın en temel meselesi oldu. Büyük devletler, bölgesel aktörler oturup konuşuyor ama bir türlü ortak sonuç çıkmıyor! Bu arada Türkiye gibi kilit bir ülke seçime gidiyor. 1 Kasım bizim için olduğu kadar BÖLGEDE YENİ OLUŞACAK sınırlar için de önemli. Masada anlaşılamayan sadece Suriye'nin geleceği değil, bölgenin geleceği... İstesek de istemesek de birkaç ülke gidecek. Sınırlar değişecek.
Sıkıntı bu!
Bu rakamlara iyi bakın! 
2003- 518 milyar dolar2004- 629 milyar dolar 
2005- 739 milyar dolar 2006- 798 milyar dolar 
2007- 713 milyar dolar 2008- 581 milyar dolar 
2009- 381 milyar dolar2010- 449 milyar dolar 
2011- 457 milyar dolar2012- 440 milyar dolar 
2013- 376 milyar dolar 2014- 389 milyar dolar...
Ne mi bunlar?
Amerika Birleşik Devletleri'nin verdiği AÇIK! Yani bir yıl içinde 10 liralık mal ve hizmet üretiyor, ancak 15 liralık harcama yapıyor! Sonuçta da böyle devasa rakamlarla ifade edilen CARİ AÇIKLAR OLUŞUYOR! Bu rakamlar Türkiye ve bölge ölçeğinde inanılmaz. Daha açık konuşalım! SAVAŞ SEBEBİ! ABD, Araplar'ın petro-dolarlarını çekerek Japonya ve Çin'e de ABD TAHVİLİ satarak bu açığı kapatıyor. Petrol ve gaz DOLARLA alınıp satıldığı için de rezerv para DOLAR oluyor ve çekim gücü devam ediyor! Aslında Araplar, Japonlar ve Çinliler AMERİKALILAR'A LÜKS HAYAT SAĞLIYOR. ABD ile ticareti çok iyi olan Avrupa da buna hatırı sayılır bir katkı yapıyor!
Birinci ve İkinci Dünya savaşları paylaşım yüzünden çıktı. Savaşın nedeni Avrupa'nın kendi içinde anlaşamaması ve silaha sarılmasıydı. Almanya ikisinde de BAŞ AKTÖRDÜ! 1945'ten sonra ABD hem Avrupa'ya hem Ortadoğu'ya yerleşti ve yerleşmesini sürdürmekte...BAŞKASININ SAĞLADIĞI GÜZEL HAYATI sürdürebilmek için de Ortadoğu'da sınırları değiştirmek zorunda. Çünkü ABD, Avrupa ve Çin bölgede ağırlığını arttırdığı anda hem dolar'dan hem de gelirden olur. Bunu için kendi yöneteceği yüzde 100 güvenli partnerlere ihtiyacı var. Türkiye ile yanyana düşündüğü KÜRTLER bunun ilk sırasında... YPG'ye aralıksız desteğin arkasında bu var! Son dönemde eşsiz ortağı Rusya'yı da bu denkleme dahil ettiler. Onlar da Suriye'nin kuzeyinde Kürtler'le birlikteler... Kürt kartı, Suriye'nin şekillenmesinden sonra ikinci ve üçüncü adımları da beraberinde getirecek. Bölge değişecek. Sykes-Picot'tan eser kalmayacak. Bu nedenle ABD-Rusya elele, yanyana... Burada rakip istemiyorlar. Kürtler üzerinden bunu herkese gösteriyorlar. Sünni, Şii, Arap, Kürt coğrafyası değişecek.
Değişmezse ABD kendi içinde değişmek, küçülmek ve iddiasız bir konuma gelmek zorunda!
Soru şu?
ABD buna izin verir mi? İkinci soru!
ABD'in yerini alacak yeni bir güç şu an için var mı?Tartışın! 
Bölgeden devam edelim... Geçenlerde biz bilmesek de çok önemli bir GENERAL, IŞİD'in hüküm sürdüğü topraklarda yakalandı! Ele geçirilen ismin İsrail ordusundan Tuğgeneral Yussi Elon Shahak olduğu söylendi! Önemli bir isimdi! Asıl önemli olan söyledikleriydi: MOSSAD ve IŞİD'in üst düzey komutanlarla arasında güçlü bir işbirliği var. Örgütün stratejisini, savaşma taktiklerini çok iyi eğitimli ajanlarımız belirliyor. Hem Irak hem Suriye kolunda...
Şimdi IŞİD'in, PKK'nın ya da YPG'nin Türkiye'ye üzerinde BAŞKA ÜLKELERİN İMZASINI TAŞIYAN saldırılarını bir daha düşünün! Oyun içinde oyun var! 
Devam... Ünlü bir Amerikalı yazar "Sınırları içinde McDonald's bulunan iki ülke savaşmaz" demişti.
Yazar yıllar önce "McDonald's istikrarlı ekonomik gelişmenin bir simgesidir.
Orta sınıf bu simgeye sarılır ve savaş istemez..." gibi bir tez ileri sürüyordu!
Haritaya bakalım ve sözlerini anlamaya çalışalım. Acaba ne kadar doğru!
Bir de bu hamburgercinin olmadığı coğrafyaya göz atın! Bakalım neyle karşılaşacaksınız! Ekmek arası SAVAŞ her yerde! Ağlayan ve acı çekenler hep Müslüman... Düşünün! Cuma günü Amerikalı dostumun söylediği birkaç noktayı sizlerle paylaşacağımı söylemiştim... Kısa kısa da olsa, etrafından da dolaşsak bunları aktarmakta fayda var. Bence tabii...
Okuyun siz karar verin... 
 AK Parti'nin yeni kadrosunu nasıl buluyorsunuz?Parti içindeki bazı isimlerle ilgili fikirlerimi daha önce seninle uzun uzun paylaştım. Biliyorsun.
Bunlardan biri yola devam ediyor!
Aday gösterilmeyeceği konuşulan bu isimle ilgili gelişme 5-6 gün önce bana geldi. Çünkü David S. Cohen tüm Cumhuriyetçiler'le paylaşmıştı. Bunu duyunca kendi kaynaklarıma sordum. "ADAY GÖSTERİLMESİ ZOR" cevabı aldım. Ancak 48 saat sonra o isim açıklandı. Şaşırmadım ama o isim, adaylığını ilk olarak David S. Cohen'e söylemiş! Ailesinden bile önce! Bu beni şaşırttı! 
 Benenson'a gelelim... Aktifler mi hala? Elbette! 7 Haziran'dan sonra kaldıkları yerden devam ediyorlar.
Benenson'un yeni danışmanları, Kemal Derviş, Türkiye'deki işadamları ve gazeteciler 7 Haziran'dan sonra birçok kez toplandı. HDP stratejisinin başarılı olduğu ve aynı yöntemle devam edilmesi kararlaştırıldı. Özerklik çıkışları, Benenson'un asla kabul etmediği bir durum. Almanya'nın ısrarı ile özerklik ilan etmeye kalkan HDP'liler var.
Bundan sonra bu konuda pek sesleri çıkmayacak. Çünkü Almanya da bunun HDP için olumlu bir adım olmadığını anladı. Çünkü beklenen halk desteği bulunamadı. 
 Peki cemaat cenahında gelişmeler nedir? Neler oluyor görmediğimiz noktalarda?Fethullah Gülen hareketiyle ilgili, Graham Fuller bile umudunu kesti. Çünkü Türkiye'de çok güçlü oldukları konusunda Fuller ve ekibini inandırmışlardı. Bunun gerçek olmadığı çok çabuk ortaya çıktı. ABD'de Gülen okullarındaki birçok yönetici de görevden alındı. Gülen'i korumakla görevli olan FBI ajanları sanıyorum Haziran sonu itibariyle evlerine döndü.
Afrika'daki okullar da tamamen Amerikalı yetkililere teslim edildi. İsim değişiklikleri için yeni yılın ilk günleri bekleniyor. 
 Ricciardone yine sahnede! Ne yapmaya çalışıyor? Ricciardone'nin "Türkiye ile ABD beraber yürümek zorunda" sözleri net. Ricciardone, Türkiye'ye giden en başarısız büyükelçidir. Bunu seninle daha önce de paylaşmıştım. Onun çok değer verdiği işadamları, geçen ay telefonuna çıkmadı. Türkiye'de yapılması planlanan bir konferansla ilgili, öğrenci desteği almak istedi. Bu nedenle tanıdığı dostlarına ulaşmak için telefona sarıldı.
Aradığı işadamlarının hiçbiri telefona çıkmadı.
Çok önemli bir Türk işadamı John Bass'a, Ricciardone'ye verdikleri desteğin sonuçsuz kaldığını söyledi. Bass, Amerikan geleneklerinde vatandaşını eleştirmenin olmadığını söylese de o işadamı ısrar etti. Çünkü, o işadamı Fethullah Gülen hareketine en büyük maddi desteği sağlayan kişiydi. Bunu da Ricciardone'nin isteği doğrultusunda yapmıştı. Bass'ın Fethullah Gülen hareketiyle ilgili yorumu, "Benim Türkiye'deki planlarımın içinde böyle bir oluşum görünmüyor" oldu. 
 Volkswagen skandalı nedir? ABD'de patlak verdi de! Volkswagen operasyonu, ABD ve Japonya ortaklığıdır. Japon otomotiv şirketlerinin patronunun da Amerikalı işadamları olduğunu bilirsek, aslında Amerikan operasyonu olduğunu anlamakta zorlanmayız.
Yakında Volkswagen'in magmasına ulaşacağım. Sana da bildireceğim...

İkiyüzlülük Bedava




Dillerine barış kelimesini pelesenk edenler öldürüyor, savaştan kaçan Suriyelilere cüzzamlı muamelesi yapıp zenofobinin dibine vuranlar ise minik Aylan üzerinden vicdan kasıyor. Evet, bugünlerde dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ikiyüzlülük bedavadan gidiyor. Yazdıkları zenofobik, mülteci karşıtı yazıların mürekkebi kurumamışken veya sarf ettikleri popülist “Suriyelileri geri göndereceğiz” vaatleri hâlâ kulaklarımızdayken kendilerini vicdan konusunda ders verme pozisyonunda gören kerameti kendilerinden menkul aydınlar, popülizmi hümanizme tercih eden siyaset simsarları ortalıkta cirit atıyor. Diğer tarafta ise kamu yararına dernek statüsünde gördükleri PKK’ya sırtılarını ve PKK’lı teröristlerin tabutlarına omuzlarını dayayan HDP’liler ise, terörizmi içselleştirmiş siyasal çevreleri dışında kimseye inandırıcı gelmeyen tonda barış “isterük” diyerek zekalarımızı terörize ediyor.
Minik Aylan, Esed zulmünden kaçarken hayatını kaybeden sayısız Suriyeliden sadece birisi. On binlercesi ise Esed’in kimyasal silahlarıyla, varil bombalarıyla, işkenceleriyle, savaş uçaklarıyla hayatını kaybetti. Fırınlarda, pazar yerinde, evlerinde, harabeye dönmüş sokaklarında Esed’in ölüm makinesinin kurbanı oldular. Binlercesi de Batı’ya iltica etme uğraşı içerisindeyken derme çatma botlarda hayatını kaybedip, insanlığımız gibi karaya vurdular.
Beş senedir Suriyelileri mülteciliğe icbar eden şartların baş sorumlusu Esed ve avanesine karşı çıkan, destek için soluğu Şam’da Esed’in sarayında alan siyasetçilerden Suriyeli sığınmacılara yönelik PEGIDA zihniyetini aratmayacak tonda haberler yapan medyaya kadar herkes birden mültecilerin hamisi kesildi.
Yetmedi Esed zulmüne karşı mücadele eden gruplara destek için giden TIR’lara terör iftirasıyla operasyon yapan paraleller bile cürümlerini örtme gayretinde Aylan’ın faturasını bu konuda en büyük gayreti gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kesmeye çalıştılar. Oysa bu konuda Cumhurbaşkanı söylenebilecek en insani cümleyi Aylan’ın babasına etti: “Keşke o denizlere açılmasaydınız da sizi misafir etmeye devam etseydik”. Beş senede Avrupa’ya ulaşan 200,000 civarındaki sığınmacıya kriz gözüyle bakan Avrupa’ya beş senedir 2 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapan, iki günde 200,000’i aşkın sığınmacı kabul eden Türkiye’nin Cumhurbaşkanının ders niteliğindeki bu sözünü kimse unutmamalı.
Asker sivil, doktor hamile kadın dinlemeden Türkiye insanını terörize eden PKK’ya hâlâ yere izmarit atmayan çiçek çocuk muamelesi çeken HDP, AK Parti düşmanlıkları sebebiyle PKK ile ittifaka giren Kemalist, paralel, ulusalcı yandaşlar ise yaklaşan seçimlerde kullanmak için “barış” kelimesini iğdiş ettiler. Barıştan anladıkları ise PKK’nın silahlanmaya devam ettiği, “özyönetim” hayalini yaşattığı, seçim sandıklarının içine deste deste HDP’ye verilmiş oy pusulaları koyduğu, PKK’nın sapık ideolojisine uymayan Kürtleri öldürdüğü, “işgalci” olarak gördükleri güvenlik güçlerine karşı “direniş” hakkını kullandığı, kısaca devletin Doğu ve Güneydoğu’yu PKK’ya teslim ettiği bir düzlem. Barış diyerek öldürüyorlar, barış diyerek terörizmi meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
İki yüzlülüğünüze çare olacaksa yere izmarit atın. Ben razıyım, yeter ki mayın döşemeyin, ambulanslara saldırmayın, karakol basmayın…

Vahşi Batı, Gamsız Doğu!


Vahşi Batı evvela, Irak’ı işgal etmişti. 10 yıl sonra işgalini tekrarladı. Nükleer silah aranıyordu. BM, gözlemcileri, “Irak’ta nükleer silah yok” dediler. O, raporlara rağmen Irak’a girdi. Maksat petroldü. Vahşi Batı, petrolüne kavuştu. Ama Iraklı öldü, göçmen oldu. Bağdat ve diğer Irak şehirleri yıkıldı. Bugün bile Irak’ta intihar saldırıları olmakta, her gün patlamalar yaşanmakta, düzinelerce insan, hayatını kaybetmekte.
Irak, bir BOP projesiydi. Vahşi Batı, BOP’u dünyaya süsleyip sunarken birden ondan vazgeçerek “Arap Baharı” diye bir projeyi gündeme taşıdı. Vahşi Batı, Arap Baharı’nda da yalnız değildi. “Uluslarası güç”, “uluslararası koalisyon” adı altında emperyal yayılmacılığını bütün dünya arkasındaymış algısıyla hayata geçiriyordu. Tunus’tan başlayarak bütün Arap ülkelerine demokrasi gelecek, diktatörlükler yıkılacaktı. Arap halkları sevinç gösterilerine başladılar. Her ülkenin başında 30-40 yıldır aynı diktatör ve ekipleri vardı. Vatandaşlar, sefalet içindeyken diktatör ve adamları, lüks ve refah yaşıyordu. Tunus’ta, Libya’da Mısır’da demokrasi ve insan hakları için sokağa dökülen halkı resmî kuvvetler ezmeye kalkıştı. İki taraftan da ölenler oldu. Tunus, Libya, Mısır, Yemen diktatörleri gitti.
Derken “Arap Baharı” Suriye’de görülüyor, Suudi Arabistan’da da açması bekleniyordu. O sırada Türkiye ile Suriye’nin arası son 50 senede görülmediği kadar iyiydi. Bahar getirme iddiasındakiler, Baas zulmünü hedef almıştı. Halk, vaadlere dört elle sarıldı. Ama bu arada şaşırtan bir gelişme oldu. Vahşi Batı, 180 derecelik dönüş yaptı. Mısır’da seçimle iş başına gelmiş Muhammed Mursi iktidarına karşı cuntacıları destekledi. Mursi hapse atıldı, katliamlar oldu, diktatör Hüsnü Mübarek, tahliye edilerek evine gönderildi, darbeci Abdülfettah Sisi, cumhurbaşkanlığına getirildi. Suriye baharı askıya alındı, Esad’ın üzerine gitmekten, onu devirmekten vazgeçildi. Hem Suriyeli muhalifler ve hem de Türkiye, yarı yolda bırakılmıştı.
Vahşi Batı, birden bire şu kanaate varıyordu: Türkiye’de sünni bir iktidar vardı. Mısır’da da sünni bir iktidar kurulmuştu. Esad devrilince Suriye’de de sünni iktidar olacaktı. Böylece Akdeniz Sünni Gölü olmaktaydı. Bunun üzerine Beşar Esad’la gizli görüşmeler yapıldı. Esad, kadın-çocuk demeden öz vatandaşlarını en zalim silah ve bombalarla vurmaya devam ediyordu. Eli güçlenince vurmalar, şiddetlendi, yaygınlaştı. Bu arada, bölgeye dair hesapları olan Moskova, Tahran ve Pekin de Suriye zaliminin yanındaydılar.
Neticede Suriye de Irak’ın akıbetine uğradı. Suriyeliler, katledildi, göçmen oldu, mülteci oldu, Suriye mahvoldu, Suriyeli kahroldu, Akdeniz mezarları oldu. Suriyeli dilenmek zorunda kaldı. Suriyeli, Vahşi Batı tarafından insan muamelesi görmedi. AB şehirlerinin kapılarından geri çevrildi. İki milyon mülteciyi barındıran Türkiye’ye destek verilmedi. Suriyelinin yaşadıkları bugün insanlığın ortak ayıbı. Milyonlarca insan yollarda, kamplarda, sokaklarda, denizlerde, Vahşi Batı’nın kapılarında.
Vahşi Batı, denizde boğulan Aylan Kürdi, Galip Kürdi adlı 3 ve 4 yaşındaki çocukların fotoğraflarıyla insanlığını hatırlamaya çalışıyor. Bazı AB devletleri, kapılarını nihayet mültecilere açıyor. Onlardan ne kadarını alacaklar? Ne güne kadar alacaklar belli değil. Şüphe olmasın ki şu rüzgâr dinince kapılar yine kapanır. Aldıklarına da kilise operasyonu yaparlar.
Yukarıdaki satırlar, Vahşi Batı’yla Mazlum Orta Doğu’nun hikâyesi.
Şu var ki tek suçlu Vahşi Batı değil.
Çok daha büyük suçlular var.
Batılı, ayrı dinden, ayrı kültürden, ayrı coğrafyadan. Afganistanlı, Iraklı, Suriyeli bu zulümleri perişanlıkları yaşarken Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, petrolle dolar milyarderi olmuşlar, keyfinde, âleminde, Avrupa, Amerika sahillerinde tatilde. Onların Suriyeli, Iraklı vs diye bir dertleri yok. Onlar, gamsız-kedersiz insanlar. Bu sebeple bu dramda “Gamsız Doğu” da görülmeli.
Aylan bebek ilk değil. Bu coğrafya 1948’den bu yana binlerce Aylan bebek, Galip bebek, Ahmet bebek, Hasan bebek.. hikâye ve fotoğrafıyla dolu. Babasının kucağında İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef olan Filistinli çocuk, kumsalda oynarken İsrail bombalarıyla bombalanan Filistinli çocuklar onlardan bazılarıdır. Eğer; onlar unutulmuşsa yarın Aylanlar, Galipler, Ahmetler de unutulacaktır.
Şüphe edilmesin ki Vahşi Batı ve Gamsız Doğu unutacaktır.
Dünya, hiç bu çağdaki kadar vahşi; dünya, hiç bu çağdaki kadar gamsız olmadı.

http://akademikperspektif.com/2015/10/16/vahsi-bati-gamsiz-dogu/

Suriye’de İnsanlık Ölürken



2011 yılında başlayan halk ayaklanmasından bu yana Suriye’de 300.000’den fazla insan hayatını kaybetti, 10 milyondan fazla insan evinden barkından oldu, 4 milyona yakın kişi ise ülkeyi terk ederek mülteci konumuna düştü. Suriye’de yaşananlar artık, Tunus, Libya ve Mısır’daki halk ayaklanması örneklerinden daha çok, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan insanlık dramını hatırlatıyor. Beşar Esed ise Bosna’da ırk temelli katliam gerçekleştiren kanlı Sırp lider Slobodan Miloseviç’e benziyor. Tek farkı, Esed’in mezhep temelli kıyım yapması ve katletmeye giriştiği grubun ülkede nüfus olarak üçte iki çoğunluğa sahip olması.

BATI KATLİAMA ORTAK OLUYOR
1990’ların başında çatışmaya müdahale etmeden önce yıllarca Bosnalı Müslümanların katledilmesini izleyen dünya kamuoyu, şimdi de Suriye’de yaşanan felakete göz yumuyor. Hatta bir de üstüne üstlük izlediği yanlış politikalarla ülke içindeki durumu daha da karmaşıklaştırarak ve Esed yönetiminin ömrünü uzatarak, yaşanan katliama ortak oluyor. Kimyasal silah kullanımı gibi konularda önce kırmızı çizgiler çizip, sonra o çizgileri yok sayarak, Esed rejimine ve destekçilerine bütün insanlık dışı uygulamalarına devam etmeleri için cesaret veriyor. Avrupa, kapısına dayanan göçmenlerin sorunlarıyla değil, bu göçmenlerin kendi başına açabileceği muhtemel sorunlarla ilgileniyor. Bütün batı ülkeleri rahat koltuklarında ekranlardan izlediği savaşın gerçek hayatlar üzerindeki yıkıcı etkisini görmemek için kafalarını başka tarafa çeviriyor ve sınır kapılarını kilitliyor.
RUSYA SURİYE KRİZİNİ ÇIKMAZA SOKTU
Son olarak bir de Rusya’nın doğrudan rejim muhalifi grupları hedef aldığı askeri müdahalesiyle, Suriye krizi iyiden iyiye içinden çıkılmaz hale geldi. Rusya aslında başından beri Esed rejimine askeri ve siyasi destek sağlıyordu. Fakat Rusya’nın son dönemde Tartus Deniz Üssü ve Lazkiye’deki Bassel El-Esed Hava Üssü başta olmak üzere Suriye’nin batısında konuşlandırdığı askeri varlığı, olaya yepyeni bir boyut kazandırdı. Önce Rus parlamentosunun üst kanadı olan Rusya Federasyon Konseyi, Rus askerlerin yurt dışında görev yapmasını onayladı. Sonrasında ise Rus Ortodoks Patriği, garip bir şekilde Rusya’nın Suriye’de gerçekleştireceği askeri saldırıların kendileri için bir “kutsal savaş” olduğunu açıkladı. Böylelikle İran, Hizbullah ve IŞİD gibi aktörlerden sonra Rusya da Suriye’de mukaddes(!) savaş yürüten aktörler arasına katılmış oldu. PYD de Rusya’nın askeri müdahalesini sevinçle karşıladı. Rusya’nın askeri yardım teklifine balıklama atlamakla kalmayıp, “Biji Obama” sloganından “Biji Putin” sloganına hızlı bir geçiş yaptı.
IŞİD’İ DEĞİL SİVİLLERİ VURUYOR
Şu ana kadar ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülke, Rusya’nın hava operasyonlarının IŞİD yerine, Suriyeli sivilleri ve Esed yönetimi ile mücadele eden Özgür Suriye Ordusunu hedef aldığını açıkladı. İngiliz Savunma Bakanı Michael Fallon, Rusya’nın gerçekleştirdiği ilk 21 hava saldırısından sadece bir tanesinin IŞİD ile alakalı bir bölgeye yapıldığını belirtti. Ülkedeki birçok yerel aktör de benzer gözlemler ifade etti. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu Başkanı Halid Hoca, Rusya’nın hava saldırılarında birçok sivilin hayatını kaybettiğini açıkladı.
İNSANLIK CAN ÇEKİŞİYOR
Rusya, ne iddia ettiği gibi IŞİD’le mücadele etmeyi önemsiyor ne de Suriye halkının çıkarlarını düşünüyor. Zaten şu anda Suriye’deki çatışmaya müdahil olan aktörlerin önemli bir kısmının en son önemsediği şey Suriyelilerin hayatı ve refahı. Açık kapı politikası izleyerek iki milyondan fazla göçmene kucağını açan, hiç çekinmeden onlar için milyarlarca lira harcayan ve benimsediği insani yaklaşımla diğer aktörlerin samimiyetsizliklerini yüzüne vuran Türkiye ise maalesef terör ve istikrarsızlık gibi sopalar kullanılarak kendi iç sorunlarına hapsedilmek isteniyor. Rusya’nın da doğrudan askeri müdahalesiyle birlikte şu an Suriye’de durum her zamankinden daha karmaşık ve karanlık görünüyor. Suriye’de patlayan bombaların altında sadece cansız bedenler kalmıyor aslında; insanlığın vicdanı da o yıkıntılar arasında bir yerlerde can çekişiyor.
http://akademikperspektif.com/2015/10/14/suriyede-insanlik-olurken/

Eş-bomba



HERKES Ankara'daki patlamayı konuşuyor. "Kim ya da kimler yaptı?", "Neden yaptı?", "Ne amaç güdüldü?" gibi sorulara cevap arıyor.
Cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonu olduğu kesin! Bu emri verenler ve bombayı patlatanlar niçin böylesine büyük bir KATLİAM istedi?
Neden korkuyorlardı? Kimi korkutmak istiyorlardı?
Birlikte yürüyelim. Hem hatırlayalım hem hedefe kilitlenelim...
2007 yılında Ankara'daki Anafartalar Çarşısı önünde bir CANLI BOMBA kendini patlattı. 22 Mayıs günü Türkiye bu haberle çalkalandı. Patlamada 8'i Türk 1'i Pakistanlı olmak üzere 9 kişi can verdi. Bombacı Sivaslı, 1979 doğumlu ve sabıkalıydı. Afiş asmak ve polise mukavemet gibi suçlardan iki yıl ceza alan biriydi. Patlamadan sonraki günlerde özenle seçilen BOMBACININ aslında BOMBA TAŞIDIĞINI bilmediği söylendi. BİR KARGO'yu(bilgisayar) alıp istenen yere götürdüğü iddia edildi. Tıpkı Irak'ta her gün patlayanKAMYONLAR gibi. Araçtan atlamayı düşünen hiç şoför görmüyorduk! Hepsi bilerek ölüme gidiyordu. Gerçekte ise araçları kullananlar başka bir yük taşıdığını sanıyordu. UZAKTAN KUMANDA ile patlama gerçekleşiyordu. Tıpkı Anafartalar'daki gibi... Ankara'dakiKATLİAMDA da aynı yöntem kullanıldı mı? Olabilir. Toplananlar ne hikmetse ÖLÜ BİR BÖLGEDE bir araya geliyor ve patlama orada oluyordu. Düşünün bir kez! "Hangimiz bir adım atarken MOBESE var mı?" diye düşünürüz.
Ve bunun cevabını bilebiliriz! Demek ki bombacı ya da bombacıyı oraya gönderenler,MOBESE'ye odaklanmışlar ve kendilerince doğru noktayı seçmişler...
Bir intihar bombacısı için kamera kaydının hiçbir önemi olamaz. Ölecek olan biri "Görüntü verdim mi; vermedim mi?" diye düşünmez patlatır. Ama Ankara'daki olay ÖLÜ BÖLGEDE!
Neden? 
Daha geçenlerde Urfa'da çok benzer bir operasyon yapılmak istendi. Urfa Emniyeti'ne gelen asılsız ihbar sonucu bir ekip güvenlikli araçlarla OLAY YERİNE hareket etti. Telefon kumpastı! Polislerin güzergahına BOMBA konulmuştu ve patlatılacaktı. Allah yardım etti, bir saniye ile intikal eden polisler kurtuldu. Telefon üzerindeki araştırmalar sonucu şehirdeki bir parkta operasyona hazırlanan bir EKİP ELE GEÇİRİLDİ. Hepsi PKK'lıydı. Çatışma oldu. Yakalandılar ve tutuklandılar. Yakalananlar bir gün sonra HDP'nin miting yapacağı alana bomba yerleştirmişti... Emniyet'in dikkati ve azmi faciayı önledi... Şimdilerde herkes her şeyi "DEVLET YAPTI, YAPTIRDI!" diyor ya! Paylaşayım istedim...Burada devreye MEDYA giriyor. ALGI bu çağda her şeydir.
Bunu olağanüstü kullanan DEVLETLER var. Gazete ve televizyonlarla DOĞRUYU kendiDOĞRULARI haline getiriyorlar. Aynısı şimdi Türkiye'de yapılmak isteniyor. Karşımızda koca bir medya ağı var. İçerisi, dışarısı el ele... "DEVLET KATİL!" diyorlar... Bir bakıyorsunuz bunu dillendirenler, aslında PKK ile "PKK'ya terörist!" diyemeyenleri AKLIYOR veGÜÇLENDİRİYOR. Haberlere ve köşelere bir bakın! Askere, polise kurşun sıkanları savunanlar, BÜYÜK ve ÖNEMLİ İNSAN, devletini milletini korumaya çalışanlar ise HEDEFve SUÇLU! MEDYA elinizde değilse ve iyi kullanamıyorsanız büyük YARA alırsınız!
Tıpkı şimdi olduğu gibi... Devam... Ankara'daki patlamanın, DİYARBAKIR'daki ile benzerliği büyüktü. Orada da PARK, STADYUM ve GAR vardı. Birileri bu denkleme dikkat ediyordu. Bombalar patlamadan önce belli ki bu ÜÇGENE giriliyordu!
Ancak seçilen yerlerin yanı sıra, saldırıların KOD'u başka yerdeydi. Ama kimse buna bakmıyordu. Diyarbakır ve Ankara'daki hain saldırılar ile DAĞLICA'da askerimize düzenlenen BOMBALI KUMPAS'ta da benzerlik vardı. Canımızı çok yakan saldırıların ortak noktası, EŞ-BOMBA kullanılmasıydı. Hem Diyarbakır'da, hem Ankara'da hem de Dağlıca'daİKİ BOMBA yani peş peşe patlayan EŞ BOMBALAR kullanılmıştı...
Bunu kim yapıyordu! Bilmiyoruz!
Ama bu kimse HDP üzerinden mesaj veriyordu. Galiba HDP'de, HDP'liler bilmese deEŞBAŞKANLIĞI getirenler, EŞBOMBA ile İÇERİYİ KARIŞTIRIYORDU! Öyle ya niçin 3-4-5 ya da tek bomba kullanmıyorlardı! İKİ'nin anlamı neydi!
Niçin EŞ'li geliyorlardı!
Ne demek istiyorlardı! Ne dersiniz! Bombalar konuşulmaya devam edecek. Seçime kadar ne görürüz bilmiyoruz. Karşılaştığım bir dostum "İstanbul için aynı şeyi bekliyoruz. Bu nedenle uyumadan ayaktayız!" dedi.
Ancak bombalarla ilgili küçük de olsa başka bir benzerlik daha vardı!
Hatırlayın! Konya'daki Milli maçı...
Türkiye, Hollanda'yı 3-0 
gibi bir sonuçla geçiyor, ama zaferin kazanıldığı an DAĞLICA'dabombalar patlıyor ve askerlerimiz şehit düşüyordu. Başbakan Ahmet Davutoğlu da karşılaşmayı yarıda bırakarak Ankara'ya dönüyordu. Tesadüf bu ya Ankara'da son patlayan bomba da MİLLİ MAÇ gününü seçiyordu.
ÇEK Cumhuriyeti'ni yendiğimiz gün 97 canımız toprağa gidiyordu. Yüreğimiz yanıyor, ülke YAS'a bürünüyor kimse milli zafere sevinemiyordu.
Sevinç bize çok görülüyordu. Şimdi de İZLANDA maçı var!" Allah korusun! 7 Haziran'da gördük ki KÜRESEL ANLAMDA "KOALİSYON" isteyenlerin dediği oldu. İçeride ve dışarıdaMİSYON sahibi olanlar "Türkiye için BÜYÜK KOALİSYON HAYIRLIDIR" dedi. Bunu söyleyenler bazen aba altından sopa da gösterdi. "Kurmazsanız karışmayız haa!" mesajı da verdi. Koalisyon kurulmadı.
Ortalık karıştı. Erken seçim belli ki birilerini fena halde rahatsız etti. Bu süreçte elbette bir bildiği vardı ama MHP ve Devlet Bey herkese uzak durdu.
Herkese uzak kalmaya özen gösterirken "AK Parti ile CHP kursun işte" dediği de oldu. Dolaylı olarak BÜYÜK KOALİSYONU o da istedi. Bilerek ya da bilmeyerek. Devlet Bey hala aynı noktada. Bombalardan sonra Başbakan Davutoğlu ile CHP lideri Kemal Bey bir araya gelirken Devlet Bey yine yoktu! 7 Haziran için yazılan senaryo yürürlükte... KOALİSYONisteyenler burada ve gitmeye niyeti yok. AK Parti'nin yanına CHP ve bir de HDP'yi katıncaya kadar da gitmeyecekler... Ne olur olanlara buradan bakın... Operasyonun adıTÜRKİYE'ye FORMAT! Hem de herkesin gözü önünde...
Son NOT... Bir siyasi isim... Açık açık yazmam.
Yazamam... Gerek yok. Son bir aylık görüntü ve fotoğraflarına bakın... VÜCUT DİLİNİ analiz edebilen bir arkadaşım dikkatimi çekti. Bu işleri çok iyi bilirdi... ".... çok garip davranıyor. Son bir aylık görüntülerini tek tek inceledim.
Patlamaya kadar çok gergin ve sıkıntılıydı.
Acı haberden sonra o sıkıntılı halinden eser kalmadı. Üzüntülüydü ama asla gergin değildi..." dedi... "Yahu sen nelerle uğraşıyorsun. Aklını mı kaybettin. Bırak artık bu işleri" cevabını verdim... "Benim işim uçmak!" diyerek noktayı koydu! Gülümsüyordu!
Gerçekten uçmuş yani...
Haa unutmadan bir şey daha...
17-25 Aralık'ta DIŞARIDAN gelen rüzgara siper olan ne kadar DEVLET GÖREVLİSİ varsa Ankara'daki bu saldırıdan sonra hedef haline geldi. O zaman estiremedikleri rüzgarı, şimdi estirerek BEŞTEPE'yi yalnızlaştırmak istiyorlar. 97 CAN üzerinden... İsimlere girmiyorum ama üzerine hesap yapılanlar büyük mücadele veren isimlerdi. Şimdi tartışılıyorlar... Kim ve neden?
Bilemedim!