Bir Tuhaf Ziyaret!..



Kamuoyumuz Joe Biden’in ziyaretini anlamış değil.Herhalde Arasta’dan havlu almak için gelmedi.”Sebeb-i ziyaretleri” neydi?
Aynı dünya görüşündeki medya mensuplarını kabul etmesi, özünü kaybetmiş akademisyenlere verdiği destek ve YPG’yi terör örgütü saymayışıyla ciddi bir rahatsızlığa imza attı. Bunlar “çam devirme” patavatsızlığı değil, şuurla yapılmış hareketler.
Zaten Başbakan ve Cumhurbaşkanıyla görüşmelerinde de bu fikirlerinde ne kadar yanıldığı kendisine anlatılmaya çalışıldı. Halbuki 11 Eylül saldırılarına “devlet işidir” diyen Amerikalı akademisyenlere Amerika hükümeti, “fikir hürriyetidir” dememişti. Onlar takibat gördüler. Bizde yaşanansa aynı Amerika’nın devlet başkan yardımcısı tarafından arkalanmakta. Bu uygulamanın hatırlatılması da sn Davutoğlu’nun “el Kaide sizin sınırlarınızdan girip hendek kazsaydı ne yapardınız?” Sorusu da yerindedir.
Hakikaten bu ziyarette bir anlaşılmazlık, bir tuhaflık var:
Başkan Barack Obama, yardımcısı ziyaret için yola çıkmadan az evvel Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak güneydoğuda verdiğimiz şehitler için taziyede bulunmuştu. Joe Biden, bundan sonra uçağa bindi. Fakat daha seyahatinin başında Türkiye’yi rahatsız eden sözler sarf etti.
Bunu yapan acemi bir politikacı değildir. Sn Biden, 1973’ten beri Delawere senatörüdür. 2008’de DP’den başkan aday adayı, 2009’da başkan yardımcısı oldu. Diğer yandan eşini ve oğlunu kaybetmiş bir aile reisidir. Liberal hatta belki, aşırı liberal görüşlüdür. Kilisenin resmî hayatın dışına çıkartılması fikrindedir. Bir Katolikken kendini “Yahudi olmayan bir siyonist” olarak tarif eder. Yahudi lobisine yakın olduğu halde servet olarak fakirdir.
Hakkındaki bu kısa malumatı, dedikleriyle fikirlerini tahlil kolaylığı için yazdık. Hayatta büyük acılar çekmesine rağmen yüzünden tebessüm eksik olmaması takdir edilecek bir başarıdır. Ne var ki misafirimiz, milletimizin yüzünü güldürmedi. Bir bölgemizden her gün 3-5 şehit gelirken, başta ana-babalar, eşler, çocuklar olmak üzere hepimizin yüreğine yangın düşerken bu hâli, evlâdını kaybetmiş bir baba olarak en evvel Joe Biden’in anlaması gerekirdi.
Halbuki O, yabancılaşmış çeyrek aydınları daha sevdi, güneydoğuda PKK adıyla savaşan YPG’li teröristlere toz kondurmadı.
Bu ziyarette elle tutulur tek cümle “Başika kampı işbirliği”dir. Halbuki o iş birliği zaten var.
Sn Barack Obama, yardımcısını Türkiye’ye yollayacağına derin Amerika kuruluşlarından Rand Corporation’ın ABD’nin başını derde sokabilecek tehlikeli görüşlerine karşı stratejik tedbirler alsalardı daha isabetli olurdu. Muavini geldi de ne oldu? Hiç bir faydası olamadığı gibi hem milleti kızdırdı ve hem de manşetlerden hakarete uğradı. Rand adlı düşünce şirketi ise şunları diyor:
1- DAEŞ’in elindeki yerler, uluslararası güçlerin kontrolü altındadır. 2- Sünnî bölgeler, Türkiye ve Ürdün’ün teminatındadır. 3- Esad’ın hakim olduğu topraklar, Rusya ve İran himayesindedir. 4- Öyle ise Kürt bölgesi de ABD’nin kefaleti altında olmalıdır…
Obama idaresinin bu teklife iştirak edip etmediği, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından misafirimize sorulmuştur. Bir şey daha sorulmuş olmalı. Joe Biden’in ziyaretiyle Silopi’deki bir evde PKK’ya ait Amerikan malı bir İHA aracının bulunmasının üst üste çakışmasının sebebi?
Garabete bakmalı ki Washington, bir ağaca “zakkum” yani PKK diyor fakat onun PYD adlı dallarına “zakkum” değil diyor.
Yoksa… Amerikan Hükümeti, millî emniyet stratejileri çizen mezkûr düşünce kuruluşuyla aynı görüşte mi? Başkan yardımcısı, bunu lisanı münasiple bizim devlet adamlarımıza söylemeye mi geldi? Böyle olmamasını temenni ederiz. Washington, çeyrek asırdır bölgede hata üstüne hata işlemekte. Buna yenilerini eklemesi herkesten evvel kendi aleyhlerine olur.

1 Kasım vatan savunmasıdır


1 Kasım Sadece genel seçim değil.


Siyasi partiler arasında yapacağımız bir tercih değil.

Kimin kaç vekil çıkaracağı, hükümetin nasıl kurulacağı, nasıl birkabine şekilleneceği, hangi partinin seçim vaatlerinin etkili olacağı meselesi değil.

Elbette bunlar demokrasimizin gereği ve olacak. Milletimiz yapacağı tercihle yeni iktidar yapısını şekillendirecek. Ama bir 1 Kasımolağan bir seçim olmayacak. Vereceğimiz oy hiçbir şekilde sadece yukarıdakilerle sınırlı kalmayacak.

Çünkü Türkiye olağan bir dönem yaşamıyor. Çünkü olağanüstü bir sarsıntı bütün coğrafyayı, yakın çevremizi sarsıyor, dağıtıyor, lime lime edip ayrıştırıyor. Ve bu çözülme, bu felaket rüzgarıdalga dalga sınırlarımızı zorluyor, şehirlerimizi yokluyor.

Türkiye'nin siyasi tarihinde de 1 Kasım olağan bir seçim olarak yer almayacak. Çünkü yapacağımız tercih Türkiye ile sınırlı kalmayacak. Bütün coğrafyayı etkileyecek, belki de büyük oranda biçimlendirecek.

Yeni siyasi kimlik, vatan savunması

Vereceğimiz karar bir siyasi partiyi tercih etmenin çok ötesinde birtarihi yönlendirme kararı olacak, ülkemizin bundan sonra ne yöne gideceğine, nasıl bir Türkiye şekilleneceğine dair olacak.

Artık bu aşamadan sonra siyasi kimliklerin çok da anlamı kalmadı. Belki bu seçimlerden sonra bambaşka siyasi kimlikler, siyasal hareketler şekillenecek, klasik siyasi kimlik ve duruşlar biçim değiştirecek.

Çok daha esaslı bir kimlik mücadelesine başlayacağız.

Vatan 
esaslı bir kimlik mücadelesi olacak bu.

Acımasız bir direniş, acımasız bir vatan savunması yaşanacak.

Varolmaya
, geleceğe yürümeye, büyümeye, yerli olmaya ve güçlenmeye dönük bir meydan okuma olacak. 1 Kasım belki Cumhuriyet tarihinin en büyük vatan savunmasına odaklı çıkışının miladı olacak.

Türkiye açık saldırı altında

Son üç yılda iyice yıkıcı hale gelen bir darbe süreci yaşıyoruz.

Siyasi iktidarı devirip yeni ve güçlü Türkiye'nin öncülerini tasfiye etmeye hatta yok etmeye dönük çokuluslu müdahaleler yaşıyoruz. Toplumun önünde kim varsa hedef alındığı, inanılmaz kurgu ve kumpaslarla yok edilmeye çalışıldığı bir dönem yaşıyoruz.

Ortak alanları daraltma, bu yönde çabalayanlarıitibarsızlaştırma, toplumsal güven ve dayanışma bağlarını yok etmeye dönük uğursuz girişimlere tanık oluyoruz.

Ukrayna örneği, Mısır örneği üzerine oturtulan açık bir savaş yaşıyoruz. Bu yönüyle Türkiye açık bir tehdit altında.

Gezi isyanı ile Ukrayna'ya, 17 Aralık darbe girişimiyle Mısır'abenzetilmek istenen Türkiye, şimdi de terör üzerinden Suriye'yedönüştürülmek isteniyor.

Gezi projesinde çevrede kalanlar birleştirildi, sokak üzerinden darbeye girişildi. Bir dış müdahalebir iç isyan ve ihanetti.

17 Aralık'ta çok iyi işlenmiş, sistemik bir darbe girişimi yapıldı, muhafazakar bildiğimiz bir örgütün aslında devletin ve toplumun içine yerleştirilmiş bir Truva Atı olduğu ortaya çıktı. Tam anlamıyla bir dış istihbarat operasyonuna tanık olduk.

Daha büyük bir tehdit geliyor

Başbakan asmaya, binlerce insanı hapislere doldurmaya, toplumun önemli bir bölümünü düşmanlaştırmaya dönük bir girişimdi. Darağaçları kurulacak, siyasi tarihimizin en ağır cürmü işlenecek, bir utanç sayfası açılacaktı. Bu yönüyle 17 Aralık bir iç işgal girişimiydi.

Şimdilerde nasıl bir ihanet ağı örüldüğünü, nasıl bir dış istihbarat operasyonuna maruz kaldığımızı, Türkiye'ye diz çöktürmek içinbağrımızda nasıl da “Gurka”lar yetiştirildiğini o kirli dosyalar açıldıkça hayretler içinde izliyoruz.

Ülkemiz bu ağır bunalımları atlattı. Bunların üstesinden geldi. Bütün yıkıcı rüzgarlara, ihanetlere direndi. İnsanlarımızın basireti ve siyasi akıl bunları boşa çıkarmayı bildi.

Ama yeni bir durumla belki çok daha büyük bir tehditle karşı karşıyayız. Suriyeleştirme, Iraklaştırma, Yemenleştirmeprojeleri artık Türkiye için uygulanıyor.

Sınırlarımızın hemen ötesi Türkiye karşıtı cephelere dönüştürülüyor. Sınırlarımızın içinde, ülkemiz topraklarında içcepheler açılıyor. Siyasi tarihimizin gördüğü en acı ihanetleriyle karşı karşıyayız.

Bu ortaklık artık Başkent'i vuruyor

Tarih yapıcı milletler, devlet aklı, toplumsal hafızası bu mesajları doğru ve zamanında algılar. Tarih yapıcılık böyle bir şeydir ve o milletler böyle ayakta kalır. Bu bilindiği için, son saldırılarda özellikle ülkemizin bu tarih yapıcı gücünü kırmak, öncülerini yok etmek istiyorlar. Savaşı bu yüzden onlar üzerinden yürütüyorlar.

Biz ne kadar dik durursak, ne kadar yerli ve milli olmayaözenirsek, ne kadar bu yönde adımlar atarsak aynı ölçüde saldırılara maruz kalıyoruz, kalacağız.

Bu saldırıların içerideki ortakları artık açık açık “iç savaş” söylemleri servis ediyor. Medyası kalemini kaleşnikof gibi kullanıyor, ülkeye kurşun sıkıyor. Eskinin iktidar belirleyici oligarkları terör örgütleriyle ortaklık kurup ülkenin başkentini vuruyor.

Terör örgütlerinin karargahları dağlardan şehirlere taşındı, şirket merkezleri ve medya ofisleri terör karargahlarına dönüştürüldü.
Etnik kimlik, mezhep kimliği ve çevrede kalmış tüm marjinal kimlikler bu büyük saldırıda ön cephelere sürülüyor.

Mesele seçim değil, Türkiye meselesidir

Ülkemiz, Osmanlı'yı dağıtan müdahaleden bu yana en büyük ayrıştırma ve çatıştırma operasyonuyla karşı karşıya.

Cemaatler, şirketler, örgütler üzerinden, sokak üzerinden ve devlet içine sinmiş örgütler üzerinden servis edilen büyük bir tehditle yüz yüzeyiz. Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerinden, AK Parti düşmanlığı üzerinden yürütülen proje, aslında Türkiye'nin büyük yürüyüşüne, meydan okumasına karşı saldırıdır.

Suriyeleştirme projesini boşa çıkarmanın yolu 1 Kasım'dır. Mesele seçim değil, Türkiye meselesidir.
Haçlı Savaşları, Moğol istilası, 1. Dünya Savaşı sonrası yeniden ayağa kalkmayı bilen milletimiz bu büyük oyunu da bozacaktır.

Ana omurga bir kez daha tarih yazacak

İşte bu yüzden 1 Kasım bir vatan savunmasıdır.
Bu ülkeye mecburuz. Bu ülkeye sahip çıkmak, üzerine toz kondurmamak bütün siyasi kimliklerimizin ötesinde bir hesaptır.

Türkiye'nin ana omurgası ülkesine sahip çıkıp bir kez daha tarih yazacaktır.

Tarihin ters tarafında yer alanların örnekleri yine tarih sayfalarındadır. Ülkemizi bir kez daha emanetçilere teslim etmeyip, emaneti ehline verme mücadelesidir.

Bu yüzden verdiğimiz mücadele Son İstiklal Savaşı'dır.