Türkiye’de esas iktidar kurumunun Milli Güvenlik Kurulu olduğu öteden beri iddia edilirdi. Milli Güvenlik Kurulu’nun bir danışma organı olmanın ötesinde, hükümetin ve meclisin üstünde muktedir bir güce ve konuma sahip olması, hiçbir normal demokratik ülkede rastlanmayacak bir durumdur. Milli Güvenlik Kurulu’nu meclis ve hükümetin üstünde bir yere oturtan unsur, bu kurula askerlerin egemen olmasıydı. Başka bir ifade ile asker, Milli Güvenlik Kurulu aracılığıyla ülkede vesayet kurmuştu. Askeri vesayet, aslında MGK’nın vesayetiydi.
Eski Türkiye’de Milli Güvenlik Kurulu, belirli gündemlerle toplanır ve hükümete direktiflerini bildirirdi. 28 Şubat 1997 Tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu, sıradan bir MGK toplantısına sahne olmadı. Saatlerce süren toplantı sonucunda MGK, bu sefer hükümete direktif verme yerine, direkt hükümetin istifasını istiyordu. Bu toplantı tarihe MGK darbesi olarak geçmiştir.
28 Şubat, Refah-Yol hükümetine yapılan bir darbeden ibaret değildir. 28 Şubat, bütün topluma dayatılan tahakkümcü, otoriter ve totaliter bir süreçtir. 28 Şubat MGK kararlarıyla, bütün toplumun bir hiç olduğu ifade edilmiştir. MGK Üyesi beş general, yetmiş beş milyondan üstündü. Kendilerini yetmiş beş milyonluk Türkiye’den üstün gören beş kişi, 28 Şubat sürecinin bin yıl hatta sonsuza kadar süreceğini iddia ediyorlardı. Bu söylem, aslında 28 Şubat’ın Türkiye’nin sadece o gününü değil, geleceğini de esir alma darbesi olduğunu göstermektedir. 28 Şubat, bütün toplumun insan haklarını hiçe sayarak, herkesi köleleştirme anlayışıyla yapılmıştı.
28 Şubat darbecileri, kendilerini tanımlama konusunda çok yaratıcıydılar. Zamanımızın en önemli akımı olan post-modernizmden mülhem alarak darbeciler, 28 Şubat’a Post-modern darbe diyorlardı. 28 Şubat’a Post-modern darbe demek, post modern düşünceye aslında tecavüz etmektir. 28 Şubat, post modern bir darbe değil, Post-Stalinist bir darbedir.
Toplumu baştan aşağı yeniden dizayn etmek isteyen 28 Şubat’ın Post-Stalinizmi, üniversiteleri, sermayeyi, yargıyı, basını kısacası her şeyi esir almıştı. Gazete manşetleri, militerler tarafından atılıyor, gazeteciler hakkında andıçlar hazırlanıyor, yargı mensuplarına brifingler veriliyor, kısacası herkese haddi bildiriliyordu.
28 Şubat Darbesinin Post-Stalinist niteliği, bu darbenin yarattığı kurum olan Batı Çalışma Grubu’nun dayandığı felsefede gizlidir. Bütün toplumu fişleyen, herkese tehdit olarak bakan Batı Çalışma Grubu, bütün milleti düşman olarak konumlandırmıştı. Millete karşı mücadeleyi yeni bir kurtuluş savaşı olarak telakki eden BÇG, sayısız insanın hak ve özgürlüğünün gasp edilmesine, hayatının kararmasına neden oldu.
28 Şubat Post-Stalinist darbesi, ideolojik olarak irtica, başörtüsü yasağı ve laiklik üçlüsüne dayanan bir söylem kullanıyordu. İrtica söylemi, resmi ideolojinin toplumu ötekileştirmek için kullandığı totaliter bir kurguydu. Başörtü yasağı üzerinden eski Türkiye’nin oligarkları, topluma had bildiriyorlardı. Laiklik’ten Stalinist ateizmi anlayan 28 Şubatçılar için, din ve vicdan özgürlüğünün hiçbir anlamı yoktu.
28 Şubat, karanlık sürecinde insanlık tükenmişti. Her tarafı bir cinnet ve çılgınlık havası kaplamıştı. Medine Bircan isimli bir hanımefendi, başörtülü olduğu gerekçesiyle bir hastanenin acil servisine alınmamış ve hayatını kaybetmişti. Medine Bircan faciası, 28 Şubat sürecinde yaşanılanların cinnet ve vahşet derecesine vardığını gösteren unutulmaz bir trajedidir. Medine Bircan’ın hayatını kaybettiği hastanenin acil servisinin önüne bir utanç anıtı dikilmelidir. Dikilecek utanç anıtı, insana hayatı kaybettirmenin utancını hepimize hatırlatmalı, insanı kurtarmanın, hayatı her şeyin üstünde tutmanın değerini bize anımsatmalıdır.28 Şubat süreci, insan hayatına saygı düşüncesini yerle bir eden bir süreçtir.
Bugünün yeni Türkiye’sinde başörtüsü yasağı artık bir tarih olmuştur. Laiklik ve irtica tartışmaları üzerinden artık topluma müdahale edilmemektedir. İnsanların refah düzeylerinin arttığı ve özgürlük alanının genişlediği bir iklimde bulunuyoruz. MGK, artık hükümete emreden değil, emir alan konumdadır. Ordu, bugün hükümetten gelen emirleri uygulama şeklinde normal görev sınırlarına çekilmiş durumdadır. Bütün bu olumlu ortama rağmen, bugün ikinci bir 28 Şubat tehlikesiyle ülke karşı karşıya bulunmaktadır. Paralel yapı denilen oluşum, istihbarat, yargı ve emniyet başta olmak üzere devlet içindeki örgütlenmesiyle hükümete, siyasete ve topluma tahakküm etmeye çalışmaktadır. Türkiye, paralel yapı Stalinizmiyle yüz yüze bulunmaktadır. Türkiye, 28 Şubat Post-Stalinizmini tasfiye etti, Bugün Türkiye’nin önünde duran büyük meydan okuma, paralel yapı Stalinizmini tasfiye etmesidir.
http://akademikperspektif.com/2015/09/30/28-subat-eski-turkiyenin-post-stalinist-sureci/
Yorum Gönder