Sen yine yalanlar söyle



Aslında Türkiye'nin, Suriye'de savaş çıkmasın diye son anın da sonuna kadar uğraşan tek ülke olduğunu biliyorsun. Dönemin Zaman Gazetesi ve çevresinin 'acilen savaşa girelim' çağrılarına rağmen Türkiye'nin Suriye'de bir savaş istemediğini de biliyorsun. Hatta esasen Türkiye'nin savaştan önceki 3 yıl boyunca Suriye ile ilişkilerini bambaşka bir düzlemde ilerlettiğini ve iki ülke arasında kurulması hayal olan bir sıcaklıkta ilişkiler geliştirildiğini de biliyorsun. Savaşın nedenlerinden birinin bu ilişki olduğunu da… Fakat sen yine yalanlar söyle. 'Suriye'deki savaşın tek suçlusu Türkiye'dir, Suriye'deki katliamların sorumlusu AKP'dir' de.

Aslında Türkiye'nin IŞİD ile son derece mesafeli olduğunu biliyorsun. Başta Türkmenler olmak üzere Türkiye'nin doğrudan destek verdiği mücahit gruplarını da biliyorsun. Fakat sen yine yalanlar söyle. 'IŞİD'in sponsoru Türkiye'dir' de.

Aslında IŞİD denilen oluşumun kimlerin emrinde olduğunu biliyorsun. Bir İngiliz anahtarı gibi her kapıyı açtığını, işlevsel operasyonlarıyla Mısır'ı, Gazze'yi, Suriye'yi, Libya'yı, Irak'ı, hatta Yemen'i nasıl çaresiz bıraktığını biliyorsun. IŞİD'in Türkiye'de gördüğü toplumsal desteğin bir takım marjinal sol gruplara verilen toplumsal destekten bile az olduğunu biliyorsun. Fakat sen yine yalanlar söyle. 'Bu Müslümanların hepsi IŞİD'i destekliyor' de.

Aslında Türkiye'nin Kobani'ye yapabileceği her türlü insani yardımı yaptığını, koridor açtığını, mültecileri kabul ettiğini biliyorsun. Türkiye'nin Suriye'deki savaşa fiziki olarak girmemek için aylardır nasıl ve hangi şartlarda direndiğini de biliyorsun. Recep Tayyip Erdoğan'ın son derece doğru bir konuşmasından bir cümle cımbızlayarak Diyarbakır'ı kimlerin savaş alanına çevirdiğini de; 6-8 Ekim olaylarında 50 kişinin nasıl hunharca öldürüldüğünü de biliyorsun. Fakat sen yine yalanlar söyle. 'Kobani eylemlerinin sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan'dır' de.

Aslında Recep Tayyip Erdoğan'ın hiçbir Türk siyasetçinin alamayacağı riski omuzlayıp adına 'çözüm süreci' denilen büyük kardeşlik projesini nasıl ve hangi şartlarda başlattığını, hayata geçirdiğini biliyorsun. Kamuoyunun bu sürece adım adım hangi zorlukları aşarak ikna edildiğini de biliyorsun. Fakat sen yine yalanlar söyle. 'Çözüm sürecini baltalayan AKP ve Erdoğan'dır' de.

Aslında PKK'ya 'silah bırak çağrısı' yapamayan, dahası kendine bağlı insanlara 'silahlanın' mesajı veren insanlarla memlekete barış falan gelmeyeceğini adın gibi biliyorsun. Vaktiyle Kürtçe konuştu diye dolmuşta dayak yiyen insanların hâlihazırda 'sakalı var' diye sokaklarda insan infaz ettiğini biliyorsun. Terörle arasına belirgin bir mesafe koyamayan her türlü siyasi hareketin sakil, faydasız, dahası tehlikeli olduğunu da biliyorsun. Fakat sen yine yalanlar söyle. 'Toplumsal barışın teminatı HDP'dir' de.

Aslında adına 'intihar eylemi' denilen eylem biçimiyle Türkiye'yi PKK'nın tanıştırdığını biliyorsun. PKK ve DHKP-C'nin gerçekleştirdikleri intihar eylemleriyle kaç masum insanın canına kıydığını biliyorsun. İnsansan, kendine karşı dürüstsen, bu konuda azıcık adalet duygun varsa IŞİD'in intihar eylemini lanetlediğin gibi PKK'nın da DHKP-C'nin de intihar eylemlerini lanetlemen gerektiğini biliyorsun. Fakat sen yine yalanlar söyle. 'Bir taraf özgürlük savaşçısı, bir taraf terörist' de.

Yanlış anlama. Yalanlar söyleyip durmana bir itirazım yok. Aslında senin tarz-ı siyasetin bu. Yalanlar üzerinden ilerliyor senin algın. Türkiye'de bir benzerine kimsenin cesaret edemeyeceği bir çözüm projesini masaya koyan Recep Tayyip Erdoğan'a 'diktatör' demeni istiyorlar, diyorsun. 5 aydan daha kısa bir sürede seni 'ben PKK'ya silah bırak diyemem' diyecek kadar barışsever bir adama oy vermeye ikna ediyorlar, veriyorsun. Diyarbakır sokaklarında hunharca 50 insan katleden, 15 yaşındaki çocuğu satırlarla doğrayıp sonra yakan, lojmanındaki polisleri soğukkanlılıkla infaz eden, polisimizi 'kaza var' diye çağırıp şehit eden, kendisine oy veren avukatın arabasını yakma gerekçesi olarak 'Kürt değilsin' cümlesini kurabilen; istediği olmayınca devleti, milleti, memleketi, insanı tehdit etmekten geri durmayan bir yapının barış getireceğini söylüyorlar, inanıyorsun.

Velhasıl canım kardeşim. İstediğine inanabilirsin. AK Partiye oy vermiş her insanın aslında birer IŞİD militanı olduğunu söyleyecekler sana yakında. Ona da inanacaksın. Senin desteklediğin medyanın çalışanlarının her birinin aslında birer özgürlük savaşçısı olduğunu söyleyecekler sana yakında. Ona da inanacaksın. 'Atatürk aslında Recep Tayyip Erdoğan'ın tertip ettiği bir suikastla öldü' diyecekler sana yakında. Vallahi ona da inanacaksın.

Ne oldu, ağır mı geldi bu biraz?
Bilal Erdoğan'ın ciğerciye değil IŞİD karargahına gittiğine inandın. Cumhurbaşkanlığı külliyesinin klozetlerinin altından olduğuna inandın. Sunta masanın 400 bin lira olduğuna inandın. Gezi'de kimyasal silah kullanıldığına inandın. İnsanların üzerinden tankla geçtiklerine inandın. 3 gün daha direnilirse hükümetin düşeceğine inandın. CHP'nin tek başına iktidar olacağına inandın. %60'ı temsil eden 3 partinin derhal birleşip koalisyon kuracağına bile inandın. Atatürk'ü Recep Tayyip Erdoğan'ın öldürdüğüne niçin inanmayasın?

Ne diyordu Metin Arolat: 'Olsun varsın ah çekinme / sen yine yalanlar söyle / yürek paramparça zaten / dert değil.'

Can Dündar’ın IŞİD’ci olarak portresi



Köpeğine poker oynamayı öğreten adamın biri, “köpeğim harika poker oynuyor ama her zaman ben yeniyorum” demiş.
Madem köpeğin harika poker oynuyor nasıl oluyor da hep sen yeniyorsun, diye sorulunca da, “Çünkü ne zaman eline güzel bir kâğıt geçse kuyruğunu sallıyor” cevabını vermiş. 
***
Cumhuriyet gazetesinin Can Dündar'ının da eline MİT Tırlarıyla ilgili bir kâğıt verdiler, o günden beri yapmadığı “şebeklik” kalmadı.

Şimdi de…
Gencecik çocuklarımızın Suruç'ta paramparça edilmesine bütün Türkiye kan ağlarken hiç vakit kaybetmedi; kininin, nefretinin peşine düştü.
İnsanda biraz vicdan olur, vicdan!
Bombaların açtığı “yoldan” yürümek, gencecik çocukların parçalanmış cesetleri üzerinden hesap görmeye çalışmak nasıl bir şeydir?

Galiba böyle “karakterler” var.
Mesela, Şehid Savcı Mehmet Selim Kiraz'ı DHKPC'li teröristler rehin aldığındaMirgün Cabas adlı o insan evladı da twitter hesabından, “Bu eylem nasıl biterse bitsin çıkarılacak tek ders var: çocukları vurmayın, annelerini yuhalatmayın” demişti.
Can Dündar da aynı “karakterle” malul…
Suruç katliamı üzerine bu karakterini tweet marifetiyle ortaya koydu.
Dedi ki: “MİT'in IŞİD'e bomba ve eleman taşıdığını belgeledik, suçlu ilan edildik. Suruç, AKP'nin ve MİT'in Suriye ve IŞİD siyasetinin kanlı meyvesidir.”

Bu nasıl bir kafadır?
Müstevlilerin taşeron örgütü DEAŞ veya IŞİD Suruç katliamıyla, Türkiye'de kaos oluşturmayı, demokratik normale darbe vurmayı, halkları birbirine düşürmeyi ne kadar hedeflediyse, bu kafa da bu hedefe o kadar hizmet etmektedir.
Bu kafa ne kadar kamuflaj yaparsa yapsın IŞİD'ci kafadır.
***
Türkiye gazetesinden Yıldıray Oğur arkadaşımız, Can Dündar'ın mahut tezvirine karşılık 11 soru sordu.
Hiçbirine cevap vermedi.
Bari, MİT'in IŞİD'e bomba ve eleman taşıdığına dair tek bir belge göster denildiğinde, kulağının üzerine yatmasaydı.
Ama yattı.

Anlaşılan o ki “karakteri” böyle.
Ahmet Altan vaktiyle Can Dündar'a “aşağılık” dememek için “yalancı” demişti. 
Mesele şuydu: 

Taraf gazetesi Aktütün baskınını gündeme getirmişti. Can Dündar da (Milliyet'teki) köşesinde, “Aktütün baskınıyla ilgili görüntülerin 'yabancı devlet servislerinden' geldiğini iddia ediyordu” ve bunu da (kendi ifadesiyle) “başbakanın çok yakınına” dayandırıyordu.
Ahmet Altan da söz konusu yazısında, “kim bu yakınınız” ve “niye böyle iftiralar atıyor” diye başbakana sorduk soruşturduk, böyle bir şey olmadığını öğrendik demiş ve sonra da “mecburen” Can Dündar'a dönmüştü: “Can, sana bu lafları kim söyledi?(…) Senin uydurduğunu sanmam. Her ne kadar o yazıyı niye yazdığını tam anlamasam da bunu birisinden duyup yazmış olmalısın. O kim?...” (13 Kasım 2008, Taraf)
Yazık ki yazık, ne kadar ısrar etse de cevap alamamıştı; Can Dündar sessizliğe gömülmüştü. 
***
Malumunuz, Taraf gazetesinin nasıl bir “paralel” proje olduğu deşifre olduğu için Cumhuriyet devreye sokuldu. 
Can Dündar'a da Cumhuriyet'in Ahmet Altan'ı görevini verdiler.
Lakin bir şeyi gözden kaçırdılar: 
Taraf deşifre olduğu için işe yaramayacağına hükmedildi, tamam anladık; peki Can Dündar'ın da “karakteri” deşifre oldu, onu ne yapacağız?

Karakteri deşifre oldu dediğim…
Gezi olayları döneminde, bir televizyon kanalına telefonla bağlanıp, “polisler annelerin kucağından çocukları alıp TOMA'ların önüne atıyorlar, ben de gidip bir TOMA'nın altına yatacağım…” demişti 
Sonra da ortadan kaybolmuştu. 
Taksim ve civarında bütün TOMA'ların altına bakıldı. Yoktu. Bir tatil yöresinde (Bodrum'du galiba) ortaya çıktı.
IQ derseniz…

Sayın Cumhurbaşkanımız'ın sesi kısıldığında, “Kısıklı'da oturduğu için sesi kısıldı” şeklinde espri denemesinde bulunan bir insan evladının her tarafı IQ olsa ne yazar.
Dolayısıyla ses tonundan başka bir numarası yok. O da takdir edersiniz ki, manşetlerde ve yazılarda çalışmaz.
Tamam, aşkla cehtle gayret ediyor. Türkiye'yi terörist ülkeymiş gibi gösterebilmek için adeta kendini paralıyor. 
Gelgelelim…
Eline güzel bir “kağıt” veya “malzeme” geçtiğinde öyle acemi sevinç gösterileri yapıyor ki “paralel yapı”yı “dan” diye ele vermekten öte geçemiyor.

HELE BIRAKIN GELSİNLER

Olanlar nasıl lehimize olur diye soran arkadaşlar.Barış veya çözüm sürecini Devlet olarak çok iyi değerlendirdik. Kalekollar, barajlar ve Havaalanları nerdeyse bitti. Bundan sonra pkk ya da diğer örgütler istediği kadar savaş desin. Lojistik olarak eskisi gibi çatışma bölgesine 40 saat sonra giden bir devlet yok. Güneydoğu'da en zor şartlar altında en zor bölgelere bile 2 saat içerisinde birliklerimiz ulaşabilecek.

Baraj yaparak saklanacakları delikleri su ile kapattık. Havaalanı yaparak acil lojistik destek süresini minimuma indirdik. Kalekolları yaparak en ağır saldırılarda bile destek gelene dek savunma yapabilecek karakolları oluşturduk.

Tamamı bittiğinde çözüm süreci ister istemez gelecekti zaten. Bunu çok iyi bilenler iş işten geçmeden çözüm sürecine son noktayı koymak isteseler de o iş işten çoktan geçti.

Şu an devlet olarak diyoruz ki savaş mi istiyorsunuz? Hele bırakın gelsinler. - 

Pop-stardan savaş çağrısı



Bir terör örgütü ne kadar büyük, ne kadar kanlı bir saldırı gerçekleştirirse gerçekleştirsin kendi başına bir iç savaşı başlatamaz. Ama 6 milyon oy almış bir siyasi partinin başkanı halkı silahlanmaya çağırırsa bütün ülkeyi saracak büyük bir savaş yangınını tutuşturabilir. Suruç'taki büyük katliamın ardından HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın yaptığı da bu oldu. Kürtleri silahlanmaya ve kendi güvenliklerini sağlamaya çağırdı. Demirtaş'ın bu sözleri kuşkusuz büyük bir sorumsuzluk örneğidir; sağduyudan yoksun, sorumsuz açıklamalardır; fakat keşke bunlar sadece tepki ve öfkeyle sarf edilmiş sözler olsaydı; Demirtaş'ın sözleri, iç savaş çağrısı yapmak anlamına geliyor ki, bir yandan IŞİD markası altında geliştirilen terör saldırılarıyla, diğer yandan PKK ve HDP'nin silahlı ve siyasi zorbalığıyla Türkiye adım adım Irak ve Suriyelileşmeye doğru sürükleniyor.

'GÜLER YÜZLÜ' ŞİDDET

Ne tuhaftır; eline saz verip güzellemeler yapılan, "genç", "temiz yüzlü", "zeki" bir pop-star olarak sunulan Demirtaş, siyasi tarihimizin en kanlı çağrılarını yapan siyasi aktör oldu. Güler yüzle, esprilerle milletin önemli bir kesiminin gönlünü kazanan bu lider, her fırsatta bu milletin canına, birliğine, huzuruna, beraberliğine kast ediyor.

Güç çevrelerinin Türk siyasetine kazandırdığı Demirtaş, 6-7 Ekim'de halkı sokağa döküp 50'den fazla vatandaşı öldürttü, Suruç katliamının ardından da 50 bin insanın ölümüne yol açacak iç savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Bu toprakları ateşe vermek elbette tek başına  Demirtaş'ın şahsına indirgenemez; Demirtaş, Türkiye'ye operasyon yapan devasa gücün vitrine yerleştirdiği aldatıcı bir yüz.

EN KÖTÜ SENARYO

Devlet ise maalesef terör ve onun siyasi alandaki aktörlerini çaresizce izlemekle yetiniyor. Devletin kurumları ne kadar birlik içinde? Devlet dediğimiz mekanizma gerçekten ayakta mı? Türkiye bu işe el koyamazsa Türkiye'ye el konulacak. Türkiye, sistemli bir şekilde kaosa sürükleniyor. Adım adım gidiyor bu süreç; önce bir IŞİD markası yaratıldı, ardından bu terör grubunun AK Parti ve Türk İslamcılarıyla bağı kuruldu ve sonra da bombalar patlamaya başladı. Bundan sonra iç savaş, çatışma ve Türkiye'nin yeniden şekillendirilme süreci devreye girecek. Terörle tanzim edilecek Türkiye'de ise AK Parti'ye yaşam şansı tanınmayacak; İttihatçılar gibi sürek avına uğrayacak, bu topraklardan silinmeye çalışılacaklar. Gelen büyük terör dalgası ve arkasındaki siyasi hedefler analiz edilmezse sonuçları Türkiye için çok ağır olacak. Gezi ve 17 Aralık'tan bu yana Türkiye bir Fetret dönemi yaşıyor. Bunu sona erdirme zamanı geldi de geçiyor. Mevcut siyasi kadro ya devlet olacak ya kurban. İkisinin arasında bir çıkış formülü yok. Türk İslamcılarına önerilen "Büyük uzlaşma", "ılımlılık" aslında devletin birliğini bozmak ve cepheyi dağıtmak için kullanılan bir kandırmacadan ibaret. Bu toprakların çocukları ya devlet olmayı başaracak ya da siyaset sahnesinden silinecek.

Pop-star from a call to War!



A terrorist organization, how big, what a bloody Civil War of its own cannot attack it can be to perform. But the Chairman of a political party which received 6 million votes of the people that surround calls to arm themselves if the entire country can ignite the fires of a bigger war. Great in suruç after the massacre, HDP Co-Chair selahattin demirtaş was done by. Arming the Kurds and called to provide their own security. Demirtas is an example of the irresponsibility of these words undoubtedly great; lacks common sense, irresponsible statements; but I wish they only react and has been consumed with anger were the words; in the words of ironstone, which means to call a civil war, on the one hand, under the Brand Name developed with the terrorist attacks of ISID, on the other hand, the PKK and the armed and political tyranny of HDP Turkey with step-by-step, following the Iraqi and Syrian drifts towards its ratification.

'FRIENDLY' VIOLENCE

How strange; they made prayers, and to give into the hands of reed, "young", "fresh-faced" smart" pop-star Demirtaş as presented in our political history has become a political actor who makes the most bloody calls. With a smile, humor, with a significant part of this leader who won the hearts of the nation, at every opportunity the life of this nation, unity, peace, solidarity is referring to.

Of the circles of power in Turkish politics gained Demirtaş, had killed more than 50 people and citizens poured into the streets on October 6-7, Suruç of the massacre that will then lead to the deaths of a civil war makes whipping up 50 thousand people. To set fire to this land, of course, irreducible personal ironstone alone; Demirtas, Turkey engaged in operations placed a deceptive showcasing the power of gigantic face.

THE WORST-CASE SCENARIO

The state, unfortunately, terrorism and political actors in his field, watching helplessly. How the institutions of the state in unity? We call the mechanism the government really standing? If Turkey can put their hands on it, will be held in Turkey. Turkey, systematic is falling into chaos. Step-by-step process that goes; ISID brand was created first, then the AK Party and the Turkish Islamists established ties with this terrorist group, and then the bombs started to explode. After that, civil war, conflict and initiate a process of reshaping of Turkey. Terror of the AK Party in Turkey, which will be drawn on the chances life, it will be recognized; the hunt will be like unionists, and they are trying to erase you from this land. Major terror behind it a wave and analyze the political objectives, the results for Turkey will be too heavy. We live in the era of decadence sightseeing and Turkey since 17 December. It's time to put an end to it. Current political position or the State or a victim. Between the two there is not an output formula. Turkish Islamists have proposed the "great compromise", "moderation" is actually the front that is used to deploy and disrupt the unity of the state is a deception. The children of this land, or the State, or will it be from the political scene will be deleted.

Can Dündar provokatörüne 10 maddelik zor soru



Gazeteci Can Dündar'ın Suruç saldırısı sonrası IŞİD üzerinden devleti suçladığı paylaşımına Yıldıray Oğur, 10 soruyla karşılık verdi.


Can Dündar provokatörüne 10 maddelik zor soru

Kobani'ye gitmek isteyen Sosyalist Gençlik Derneği üyesi 300'e yakın gencin toplandığı kültür merkezinde yaşanan patlamada 30 kişi hayatını kaybederken, 100'den fazla kişi de yaralandı.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Can Dündar, Twitter hesabından saldırıda sorumluluğun MİT ve hükümette olduğunu savundu:
-"MİT'in IŞİD'e bomba ve eleman taşıdığını belgeledik, suçlu ilan edildik. Suruç,AKP'nin ve MİT'in Suriye ve IŞİD siyasetinin kanlı meyvesidir."
Türkiye Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Can Dündar'ın bu tweet'ine 10 maddelik sorularla karşılık verdi:
-"Can Bey, Türkiye'nin IŞİD'e bomba ve eleman taşıdığıyl a ilgili 'belgeler'inizden birini görebilir miyiz?"
-"MİT tırlarıysa, ihbarı yapan jandarma çavuşu bile ne IŞİD'den ne de başka bir örgütten bahsediyor."
-"IŞİD adı, soruşturmanın hiçbir yerinde geçmiyor."
-"Tırların Kaide'ye gittiğinin ilk yazıldığı arama tutanağının altında imzası olan üsteğmen 'Kim ekledi bilmiyorum' diyor."
-"Üsteğmen ve Adana Jandarma İstihbarat Müdürü ifadelerinde 'Kim ekledi bilmiyoruz' demişler."
-"Tırların (o da IŞID'e değil) El Kaide'ye gittiğine en 'güçlü' delil savcılığa gelmiş şu email."
-"MİT tırlarıyla ilgili haberinizde silahların IŞID'e gittiğini yazmayı siz de unutmuşsunuz."
-"(Yoğun istek üzerine) Tırları durduran, tutuklu savcı bile tutanağında IŞİD ya da Kaide dememiş."
-"Delilleriniz bunlar değildir herhalde! (IŞID dediğiniz bayrak can düşmanları İslami cephenin)"
***
-"O halde geriye iki seçenek kalıyor: Ya elinizdeki belgeleri saklıyorsunuz ya da yalan söylüyorsunuz!"
-"Korkunç bir katliamın yaşandığı bir gün bu yalanı tekrarlamaya da gazetecilik değil provokatörlük denir!

M. Kemal'in yarı-sömürge Kemalist sistemi




"1923-1925 aralığında pamuk ve yün iplik ile dokuma ve hazır elbise, Türkiye'nin toplam ithalatının % 30-43'lük bölümünü oluşturmaktaydı. Tarım dahil, ulusal ekonominin gelişme düzeyi öylesine düşük ve
emperyalist devletlere bağımlılık o denli büyüktü ki, Türkiye `tahıl´ bile ithal etmek zorunda kalmıştır. 
1923 yılından 1929'a değin Türkiye, 71.58 milyon lira tutarında 643 bin ton tahıl ithal etmiştir."[1]
Genellikle İstanbul, İzmir gibi birkaç liman kentinde toplanmış cılız bir hafif sanayi söz konusuydu. "Belli başlı
diğer şehirlerde yalnız birkaç un, debagat fabrikası mevcuttur.
Anadolu'da, diğer yerlerde önemli sanayi müesseseleri bulunmuyor."[2] Gelişen ve yayılan kapitalizm,
özellikle sanayi devrimi sonrasında, yerli sanayi (el sanatları) büyük ölçüde ortadan kaldırmıştı. Bu sürecin
sonucunda ülke ekonomisi "sanayisizleştirilerek" süreç içinde emperyalist merkezlere "organik" olarak
bağlanmıştı.
"(...) lstanbul'un yüzyıllarca en büyük işi olan saraçlık bitmiştir. Çanta, bavul vb. dışardan geldiğinden bu
meslekte ancak 200 kişi kalmıştır. Saraçlar ithal malı deri ile çalışmaktadır. Fakat deriye 27 kuruş, deriden
mamul eşyaya 15 kuruş gümrük konduğu için, saraçlık ölmüştür. Özel sanayi olan dericilik, Yedikule'de 1500
kadar usta ve işçiye bir geçim sağlamaktadır... Dokumacılık çok gerilemiştir. Pamuk iplikleri ve pamuklu
dokuma, çoğu İtalya ve İngiltere'den olmak üzere, dışardan gelmektedir... Bütün demirler gibi, demir eşya da
ithal olunmaktadır. Demir mamulatı sanayiinde, yılda yalnız 30 bin lira gibi çok küçük değerde imalat
yapılmaktadır."[3]
Cumhuriyetin ilanını izleyen dönemde, İstanbul Ticaret Odası tarafından hazırlanan rapordan yapılan
yukardaki alıntı, ülkenin dış kapitalizmin etki alanına girmesiyle, yerli sanayinin nasıl yok olmaya yüz
tuttuğunu ortaya koyuyor.
8 Mart 1921'de Maliye Bakanı Ferit Bey, TBMM'de yaptığı bir konuşmada şunları söylüyor:
"Şimdiye kadar hali Türkiye çalışıyor, üretiyor, fakat ürünlerinden başkaları yararlanıyor. Memleketimizde
herkes çalışıyor, birçok alın teri dökerek elde ettiğimiz iptidai maddeleri bin rica ve minnetle yok pahasına
harice satıyoruz.
Sonra yabancılar bu maddelerin şeklini değiştirerek bize iade ediyorlar. Bir kuruşa satıyoruz, yirmi kuruşa
satın alıyoruz. Kırk kuruşa bir okka yün veriyoruz, aynı yünü binikiyüz kuruşa bir metre halinde yalvararak
geri alıyoruz. Bu dünyanın neresinde görülmüştür.?"[4]
Aslında Bakan'ın bu duruma şaşması gerekmezdi. Benzer eşitsiz ticari ilişkiler hemen tüm sömürge ve yarısömürge
ülkeler için geçerliydi. Ve uluslararası işbölümü ve "eşit olmayan uzmanlaşmanın" ve
şartlandırmanın sonucuydu.[5]
**********
KAYNAKLAR:
[1] A. Hamdi (Başar) iktisadi Devletçilik, c.I, sayfa 55,78,79.
[2] Osmanlı Sanayii 1913-1915.
[3] Ticaret Odası iktisat Komisyonu Raporu, A. Hamdi Başar, Barış Dünyası Dergisi, sayı 58,55,52,53.
[4] istanbul Sanayi Odası Dergisi. 15 Nisan 1969.

[5] Doç. Dr. Fikret Başkaya Paradigmanın Iflası, Doz Yay., Ist., 1991, sayfa 123.

Emperyalist Batı neden M. Kemal Atatürk'ü övüyor ?




Emperyalist Batı neden M. Kemal'e hayran oluyor? (Eğer gerçekten böyle bir şey varsa!) Devlet aydını
Burada da kendini ele veriyor.
Gerçek Yönleriyle Atatürkçülük ‘ün yazarı;
"Batılı yazar ve politika adamları Türk Devrimi'nden Doğu âleminden bir kader, alın yazısı değiştirir gibi, Batı
Medeniyetine yönelmesini bir takdir, hayranlık ve büyük bir başarı sayarak bahsetmişlerdir" diyor.
Herhalde emperyalist devletlerin yöneticileri ve sözcüleri, M. Kemal'in **mavi gözlerine hayranlık Duymuyorlardı.
Onu emperyalist çıkarlar açısından değerlendiriyorlardı...
Bu açıdan bakılınca da Kuşkuya yer yoktu. Zira tutulan yol "yeni-sömürgeciliğin" yoluydu.
Türkiye'de 1920'lerde, 1930'larda gerçekleştirilenler,
Klasik sömürgeciliğin tasfiye edildiği Emperyalist
Savaş sonrasında birçok yoksul ülkede gerçekleştirilenlerin öncüsüydü... Gerçekleştirilen "inkılapların
Batı'ya bir zararı dokunmadığı gibi, tam tersine Batı'nın işini daha da kolaylaştırmaktaydı. Bu durumu çok iyi
Bilen emperyalist yöneticiler, M. Kemal'in kişiliğinde güvenilir bir müttefik bulmuşlardı. Onun kişiliğinde
Ayrıca Batı hayranlığının en radikal temsilcisini bulmuşlardı...
Bu yüzden, klasik sömürgecilikten kurtulan ülkelere** Batılı yöneticilerin, akıl hocalarının, bu arada "bilim
Adamlarının, M. Kemal örneğini vermeleri boşuna değildir. Böylece, sanki bir "üçüncü yol" varmış gibi
Gösterilmek isteniyordu.
M. Kemal Hareketi gerçekten emperyalizme karşı olsaydı, emperyalistlerin bölgedeki çıkarlarına ciddi bir
Darbe indirseydi başkalarına örnek gösterilmesi söz konusu olur muydu?**
Emperyalist devletler sömürüp baskı altında tuttukları, kaynaklarına el koydukları ülkelerdeki hayati
Çıkarlarının tehlikeye girmesini isterler miydi? Batılılar, artık klasik sömürgeciliğin gününü doldurduğu bir
Dönemde, M. Kemal liderliğinde aralanan kapının yeni sömürgeciliğin yolu olduğunu çok iyi biliyorlardı...
M. Kemal Hareketi, emperyalizmin çıkarlarına zarar vermiyordu ve emperyalizmle yeni bir "dengenin
Kurulması" demekti. Asya'nın, Afrika'nın, Latin Amerika'nın mazlum halkları, M. Kemal'inkine benzer bir yol
İzledikleri sürece, emperyalizmin bundan hiçbir zararı olmazdı...
Emperyalistler, Türkiye'deki düzeni diğer azgelişmiş ülkelere örnek göstermekten çıkar umuyorlardı. Bu
Amaçla, M. Kemal Hareketi "ilerici" bir hareket olarak gösterilmek isteniyordu... Böylece, "ilerici" bir görüntü
Veren bir cila altında sömürgeciliğin yeni bir biçimi sergileniyordu. Sonradan buna neo-colonialisme (yenisömürgecilik)
Denilecekti. Yaklaşık yetmiş yılda yaşadıklarımız, yapılan tüm abartmaların, ideolojik Zorlamaların ne anlama geldiğini gösteriyor.
Azgelişmişlik sürecindeki diğer ülkelerden Türkiye'nin gerçekten bir farkı var mı? Eğer bugün Türkiye
Batılıların her istediğini yaptırabildikleri bir ülke olmaktan kurtulamamışsa, bunun nedeni, ülke kaynaklarını
yerli asalak sınıfların emperyalistlerle ortaklaşa talan etmeleri ve sağlıklı gelişme yollarını tıkamalarıdır.
İşte bu talan, M. Kemal'in kişiliğinin gerisine gizlenerek yapılıyor.
Asalak sınıfların ve emperyalistlerin sömürüsü devam ettikçe, bu, "Atatürkçülük" oluyor. Bu sömürüye karış
Çıkan her kim olursa, "Atatürkçülük yolundan sapmış" sayılıyor M. Kemal, mülk sahibi sınıfların siyasal ve ideolojik temsilcisi olarak, o sınıfların çıkarlarını
Gerçekleştirmek amacıyla bazı "inkılaplar" yaptı.
**********
KAYNAK:
Doç. Dr. Fikret Başkaya, Paradigmanın Iflası, Doz Yay., Istanbul 1991, sayfa 97, 98.


Rahat Ol adamım...!



ANLAMAKTA ZORLANIYORSUN! 
Sakin ol Ahmetcim. Sen olayı ya tamamen yanlış anlamışsın...Defalarca söyledik ama güzel hatırın için bir kez daha tekrarlayalım... Bizim senin orucunla bir alıp veremediğimiz yok. Bizim Devlet Bahçeli'nin orucuyla da işimiz olmadı. Ama gördük ki Bahçeli'nin orucu sana dert olmuştu. Usta gazetecisin ya! Haftalık röportajlarında daha önce hiç yapmadığını yaptın ve arşiv resmi kullandın. Üstelik, Ramazan günü oruçlu bir parti liderini, çay içerken tüm dünyaya servis ettin. Sonra da "Ay yanlışlık olmuş"dedin. "İkimiz de oruçluyduk" diyerek kendine de pay çıkardın. Bu fotoğrafın hesabını soranları ise "Oruç avcılığı" yapmakla suçladın. Usta gazeteciye yakışır şekilde (!) aramızda geçen telefon görüşmesini köşende yarım sayfa yazdın. Biz senden aldığımız görüşü noktası, virgülüne yayınlarken; sen "TAKVİM söylenenleri çarpıtıyor" deyip tüm diyalogu çarpıttın. Tüm bunların üzerinden 24 sat geçmişti ki, patronunun yatında sigara tüttürürken ortaya çıktın.Bak Ahmetcim. Yine yazıyoruz, belki anlamazsın diye. Bizim senin orucunla işimiz yok. Aydın Doğan, Mehmet Yılmaz ve Sedat Ergin'in oruç ve inançlarıyla da... İstediğiniz gibi tekne turu yapar; viskiydi, şaraptı, çaydı, sigaraydı istediğinizi içersiniz... Ama ortada iki gün önce, koalisyona vereceği yanıtla Türkiye'nin son dönemine damga vurabilecek bir isme 'oruç operasyonu' çeken ekip -üstelik aralarında oruçlu olduğunu iddia eden biri de var- Ramazan günü alem pozu veriyordu. Takdir-i İlahi işte... Yani mesele Ramazan günü oruç yemen değil Ahmetcim. Hatta eminiz ki, mahallende oruçla tanışma şansı bulamamış birçok kişinin oruç tutmasına bile vesile olmuşsundur. Ama mesele bu da değil. Mesele senin ikiyüzlü olman, ikiyüzlülüğünün kanıtlanması ve senin bu gerçeği çarpıtabilmek için çılgınlar gibi bize saldırmaya çalışman... Bu arada bize 'oruç avcısı, din polisi' sıfatlarını kullanıp, "Bana orucun hesabını sen mi soracaksın" dedikten iki satır sonra "Bunların dinle, diyanetle, oruçla falan bir alakası yok" diye yazmışsın. Yine takdir-i İlahi işte... İkiyüzlülüğünü kendi satırlarına bile taşımışsın. Ama Ahmetcim, sizin oralarda olmayabilir ama bizim gazetede oruç tutana da tutmayana da saygı gösterirler. Burada oruçla işi olan da var olmayan da... Hepimiz kardeşçe, huzurla geçirdik Ramazan'ı çok şükür. 

AHLAKSIZLIK YAPARSAN SOBELERİZ 
Yani Ahmetcim tekrar edelim. Çünkü anlamakta zorlanıyorsun. Bizim senin orucunla bir alıp veremediğimiz yok. 
Ama sen mensubu bulunduğun medya grubunun eski bir geleneği üzerine yine "Şeriat geliyor, irtica hortladı. Katar'a dönüyoruz, Arabistan oluyoruz"çığlıkları da atmayı unutmamışsın. Bu arada yeni İran'a biat edip, ABD ile yapılan anlaşmayı alkışlayıp, şeriat benzetmelerinde artıkİran yerine Katar'ı kullanman da gözden kaçmadı... Biraz zor anladığın için son kez tekrar edelim... Bizim senin orucunla bir alıp veremediğimiz yok Ahmetcim. İster yalnızken tutarsın, ister patronla buluşunca bozarsın. İmam hatiplisin, bilirsin zaten, isteyerek bozarsan 61 gün kefareti de göze alırsın. Bizi zerre ilgilendirmez. Ama kendi ahlaksızlığını bırakıp ahlak polisliği yaparsan Ahmet, kusura bakma biz de seni sobeleriz! 

TAKVİM'İN MUHABİRİ OLDUN!


Twitter, Instagram gibi sosyal medya hesaplarını çok etkin şekilde kullanan Hürriyet'in yazarı Ahmet Hakan, sosyal medya haberciliğini ise yeni fark etti. Gezi Olayları sırasında sosyal medyada söylenen her yalanı gerçekliğini soruşturmadan manşetlere taşıyan Hürriyet'in yazarları tüm bu haber katliamına ses çıkarmamıştı. Ama Ahmet Hakan konu kendisinin sosyal medyaya düşmüş ve tamamen gerçek resmine gelince, fotoğrafı çektiğini iddia eden kişinin TAKVİM'e muhabirlik yaptığını söyledi. Ahmet Hakan'ın selfie çekerek paylaştığı tekne sefası fotoğrafını yayınlayınca ise sanırım yeni muhabirimiz Ahmet Hakan olacak... 

O BAŞLIĞA TEPKİ YAĞDI


Ahmet Hakan'ın dün yazısında attığı başlık büyük tepki topladı. Başlığı terbiyesizce ve hakaretvari bulanlar, Ahmet Hakan'a tepki yağdırdı. Hürriyet'in yazarı bir kez daha TAKVİM'i yazınca Twitter'dan günün en çok konuşulanları arasına girdi. İşte o yorumlar: 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Bir müptezelin hezeyanları... 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Ahmet Hakan ağza alınmayacak sözler etmeye başladı! 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Oruç tutup tutmak sizi ilgilendirir. Ancak her gün okuduğumuz izlediğimiz birinin aslında nasıl biri olduğunu bilmek bizim için önemliydi. 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Sakin ol Ahmet! Topu topu patrona yalakalık olsun diye Ramazan'da kafa çektin ve deşifre oldun. 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Sıkıntı yapma... Dominik başsavcısını göreve çağırdık...Malum bünyede kalan başka kimse yok... 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Dert etme orucun kazası var. Ama patronu görünce bozduysan 61 gün!!! 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Takvim ve Star Ahmet Hakan'ın sinirlerini iyice bozdu. Gerzek, sahtekar, şerefsiz, alçak gibi kelimeler geçirmeden yazamaz oldu. Projeksiyon. 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Bugün bayram Ahmet. Patronun yatında istediğin gibi içip yiyebilirsin. 
http://www.sabah.com.tr/c/i/bullet.jpg Atma Ahmet din kardeşiyiz! 

In Syria, a development that will change the balance! / Suriye'de dengeleri değiştirecek gelişme!



The Free Syrian army (FSA) groups decided to collect under a single command.

Passing into the ranks of the Syrian army and the opposition resigned from the Aleppo region commander general Saher al-Rahman al-Saket, the regime to more effectively fight the Free Syrian army (FSA) said it had agreed to collect under a single command groups.

Resigned from the ranks of the Syrian army and the regime and the opposition who fought against, and among them generals, including close to 100 senior officer, met in reyhanlı district of Hatay, and held a meeting. In the meeting tabled a strategy against the regime. At the meeting, Aleppo, Damascus, Derya, combined joint was the decision to move the front of Homs and Idlib.

After the meeting, explaining Ket conclusions general abdulrahman al saher said:

"Since 2002, resigned from the army and the regime in the form of small groups belonging to the Free Syrian army who are fighting against the regime by combining groups more effectively by joining forces with an army of a more powerful opposition in order to fight against the regime in the beginning Aleppo, Damascus, Derya, Hummus, climate zones under a single command all the opponents in the assembly, we have taken the decision. Hope this decision in a short time we'll get the result."

*****************************************************************************

Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) ait grupları tek bir komuta altında toplamaya karar verdi.

Suriye ordusundan ayrılarak muhaliflerin safına geçen Halep Bölge Komutanı General Saher Abdurrahman El Saket, rejimle daha etkin bir şekilde mücadele etmek için Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) ait grupları tek bir komuta altında toplamaya karar verdiklerini söyledi.

Suriye ordusundan ayrılarak muhaliflerin safına geçip rejime karşı mücadele eden ve aralarında generallerin de bulunduğu 100'e yakın üst düzey subay, Hatay'ın Reyhanlı İlçesi'nde bir araya gelerek toplantı yaptı. Toplantıda rejime karşı izlenecek strateji masaya yatırıldı. Toplantıda Halep, Şam, Deraa, Humus ve İdlib cephesinin birleşerek ortak hareket etme kararı çıktı.

Toplantının ardından General Saher Abdurrahman El Saket sonuç bildirgesini açıklayarak şunları söyledi:

"2002'den beri rejim ordusundan ayrılarak küçük küçük guruplar şeklinde rejime karşı mücadele eden Özgür Suriye Ordusu'na ait grupları birleştirerek daha güçlü bir muhalif ordusuyla güç birliği yaparak rejime karşı daha etkin mücadele etmek için başta Halep, Şam, Deraa, Humus, İdlib bölgelerinde bulunan tüm muhalifleri bir tek komuta altında toplanma kararını almış bulunuyoruz. Umut ediyorum, bu kararda kısa sürede sonuç alırız."

Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve - FED)





1907 yılında Wall Street’te yaşanan bir likidite krizi, köklü bankaların batmasına, birçok bankanın mevduatları dondurmasına ve bankacılık sektöründe büyük bir işsizliğe neden olmuştu. Krizinnedeni paranın kontrolsüz bir şekilde rezerve edilmesinden dolayı piyasada yeterli likidite kalmamasıydı. J. P. Morgan adlı bir bankerin bankalara geçici olarak likidite sağlamasıyla kriz atlatılabilmişti.

Fakat bu kriz, bankacıları ve politikacıları çözüm aramaya itti. 1907-1913 yılına uzanan süreçte Wallstreet’in önemli bankerleri ve senatörler Georgia eyaletindeki Jekyll adasında toplanarak Aldrich planı adı verilen bir plan ortaya çıkardılar. Senatör Nelson Aldrich’in öncülük ettiği bu plan, Kongrede reddedilmesine rağmen, 1913 yılında benzer bir kanun olan Federal Reserve Act kabul edildi.

Buna göre Amerika genelinde 12 tane Federal Reserve bankası kurulacak ve bunların ortakları, bulundukları bölgelerdeki ticari bankalar olacaktı. ABD Başkanı tarafından atanan bir Yönetim Kurulu ise hem bu 12 Bankanın koordinasyonunu sağlayacak, hem de ulusal para politikasını yürütecekti. Böylece Amerikan Merkez Bankası kurulmuş oldu. 1913 yılındaki bu yasa ile para basma yetkisi de Amerikan Merkez Bankasına verildi.

ABD Merkez Bankası sistemi, pek çok komplo teorisinin de merkezinde yer almaktadır. Öncelikle Bankanın mülkiyetinin Rockefeller, Rotchild vb. ailere ait olan özel bankalarda olması ve bastığı parayı ABD hükümetine belli bir faiz karşılığında vermesi bu iddiaları ateşlemektedir. Bankanın Amerikan halkını 3 trilyon dolar borçlandırdığı iddia edilmektedir. Ayrıca Jekyll Adasındaki toplantıların gizli yürütülmesi de komplo iddialarını güçlendirmektedir. Diğer bir konu da, 1929 yılındaki büyük buhranın da FED’in başarısız politikaları sonucu ortaya çıktığı iddiasıdır.

Eustace Mullin, FED’e ilişkin önemli komplo teorisyenlerinin başında gelmektedir. 1951 yılında yayınladığı “Federal Reserve’in Sırları” kitabı bu konudaki en önemli yayınlar arasındadır. Ayrıca Edward Griffin, Gary Kah, Michael Collins Piper ve William Gill bu konuda yazan önemli yazarlardandır.

Bu komplo teorilerinin tümünün doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Birkaç düzeltme yapmak gerekirse, Amerikan Merkez Bankası bastığı paraları hükümete faizle veriyor olsa da her yıl sonunda bu faizler Amerikan Hazinesine devredilmekte (rebate) ve ABD devletinden bankaya net faiz ödemesi olmamaktadır. Ayrıca, Amerika’nın yıllık borçlanması içinde Federal Reserve’e olan borçlarının oranı % 7’dir. Fakat her yıl mali yıl sonunda banka hesabını Hazine’ye devretmektedir. Ayrıca bankanın yönetimi, Başkan tarafından atanan Yönetim Kurulundadır.

Yine de Amerikan Merkez Bankası tarafından üzerinde “Federal Reserve Note” (Federal Reserve Senedi) ifadesi yazılı halde basılan dolar banknotlarının aslında gerçek para karşılığı olmadığı iddiası doğrudur. 1944 yılında başlayan Bretton Woods uluslararası para sistemi 1971 yılında Başkan Nixon tarafından ortadan kaldırıldığında, ABD altın karşılığı olmadan da para basmaya başlamıştır.

Öte yandan, dünyada dolar hegemonyasının oluşmasında, petrol gibi uluslararası boyutta önem taşıyan metaların alım satım birim olarak doların tercih edilmesinin büyük rolü vardır. Ülkeler doları OPEC üyelerinden petrol almak için kullanıyor. OPEC üyeleri bu dolarları tekrar Amerikan Hazine bonoları ve diğer yatırım araçlarına yatırarak ABD’ye iade ediyor. Bu şekilde Amerika devasa tüketimini ve açıklarını finanse edebiliyor.

Bir başka komplo teorisi de dolar banknotlarının üzerindeki işaretlerle ilgilidir. Bu teoriler FED’i, İlluminati, Yeni Dünya Düzeni ve dünyayı yöneten gizli hükümet teorileri ile ilişkililendirmektedir.

1 dolarlık banknotun arkasında, 12 katlı piramit ve bir de göz vardır. Bu piramitli şekil aslında resmi Amerikan armasıdır. İddiaya göre, 12 basamaklı merdiven, 12 İsrail boyu, piramit'in tepesindeki ışıklı göz ise "Her şeyi gören göz" anlamına gelmektedir. Ayrıca piramit'in üst kısmında "Annuit Coeptis" yazısını görmekteyiz. “Başladığın işi bitir” anlamına gelen bu ifade Tevrat kaynaklıdır.

Piramidin alt kısmında "Novis Ordo Seclorum" yazısı görülmektedir. Bu da, “yeni çağların düzeni” ve “tek dünya devleti” anlamındadır. Piramidin altındaki rakamlar (MDCCLXXVI) 1776 tarihini gösterir. Bu tarih, ABD Bağımsızlık Deklarasyonu yanında Illuminati'nin de kuruluş tarihidir. Kartal'ın ağzındaki "E Pluribus Unum" yazısı, “birçokları arasında bir tane” demektir ki, Tevrat kaynaklı “seçilmişlik” kavramına atıfta bulunduğu iddia edilmiştir. Yine iddiaya göre, kartalın gövdesindeki 7 dikey çizgi, 7 kollu şamdan Menora’yı simgelemektedir.

The American Central Bank (Federal Reserve - FED)



In 1907, substantial recent liquidity crisis on Wall Street banks to fail in the banking industry and caused many banks to freeze the deposits of a major unemployment. The reason for the crisis of money was not enough liquidity in the market due to being booked in an uncontrolled way. A banker named J. P. Morgan to provide temporary liquidity to banks, it was possible to overcome the crisis.

But this crisis, bankers and politicians to find a solution drove. Jekyll Island in Georgia the process of extending the year 1907-1913 important for bankers and senators Aldrich collected on wallstreet uncovered a plan called the plan. Led by Senator Nelson Aldrich, this plan despite the rejection by Congress in 1913, the Federal Reserve Act, which is a similar law was adopted.

Accordingly, the 12 Federal Reserve Bank will be established across America, and their partners, commercial banks would be the regions where they are. A board appointed by the President of the USA will provide coordination and the base 12, and the conduct of national monetary policy. So, the American Central Bank was established. With this law in 1913, the American Central Bank was given the authority to print money.

The U.S. Central Bank system, located in the center of many conspiracy theories. Primarily the Bank's ownership of the Rockefeller, Rothschild, etc. the families that belong to private banks to give the money to the U.S. government in exchange for a certain interest and presses firing up these claims. The American people, the Bank has $ 3 trillion instead, it is claimed. It also strengthens the claims of secret meetings on Jekyll Island the conduct and conspiracy. Another issue emerged as a result of the Great Depression in 1929 for the claim that the Fed's failed policies.

Eustace Mullins the Federal Reserve comes at the beginning of a major conspiracy theorist. Published in 1951, “secrets of the Federal Reserve” book are among the most important publications on this subject. Also Edward Griffin, Mary Hr, Michael Collins Piper and William Hill is one of the novelists who wrote on this subject.

Not to say that these conspiracy theories are all correct. If you need to make a few adjustments, although it gives the government money at interest to the American press of the Central Bank at the end of this interest is being turned over to the U.S. Treasury each year (receive a rebate) and the Bank's net interest is not paid from the U.S. government. In addition, what is debt owed to the Federal Reserve in America's annual rate of 7%. But every year, handing over to the Treasury bank account at the end of the fiscal year. In addition, the Bank in the administration of the president by the Board of Directors is assigned.

Still, by the American Central Bank “Federal Reserve Note” (Federal Reserve Stock) the statement in writing is not actually one of for real money dollar bills printed that claim that it is true. Starting in 1944, Breton Woods international monetary system was abolished by President Nixon in 1971, when the U.S. started printing money without going for the gold.

On the other hand, in the formation of dollar hegemony in the world, the trading of commodities such as oil as a major role internationally important unit for preferring dollars. Countries using the dollar to get oil from OPEC members. Those dollars back into American Treasury bonds and other investment instruments by depositing OPEC members returning to the United States. In this way can finance the deficits and the massive consumption of America.

Another conspiracy theory also relates to the sign on the dollar bill. The Fed these theories, the Illuminati, the secret government that rules the world with the new world order and theories of iliskililendirmek.

1 in the back of a dollar bill, the 12-story pyramid and the eye. This figure is actually the official American piramitli crest. Allegedly, 12 steps, 12 The size of Israel, eye on the light at the top of the pyramid with the "all-seeing eye" means. Also at the top of the pyramid "annuit coeptis". “Finish what you started” the meaning of this phrase originates in the Torah.

At the bottom of the pyramid, "Novus Ordo seclor I" can be seen. This “new order of the age” and “one world government” means. The figures at the bottom of the pyramid (MDCCLXXVI) shows the date 1776. This date was the Declaration of independence in addition to the history of the Illuminati organization. In the mouth of the Eagle "e pluribus unum", “one among many” from the Torah, which means “predestination” that referred to the concept of it has been claimed. Again, according to the Claim 7 vertical line in the body of the Eagle, 7-armed candlestick Menorah symbolizes her.