"1923-1925
aralığında pamuk ve yün iplik ile dokuma ve hazır elbise, Türkiye'nin toplam
ithalatının % 30-43'lük
bölümünü oluşturmaktaydı. Tarım dahil, ulusal ekonominin gelişme düzeyi
öylesine düşük ve
emperyalist
devletlere bağımlılık o denli büyüktü ki, Türkiye `tahıl´ bile ithal etmek
zorunda kalmıştır.
1923 yılından
1929'a değin Türkiye, 71.58 milyon lira tutarında 643 bin ton tahıl ithal
etmiştir."[1]
Genellikle
İstanbul, İzmir gibi birkaç liman kentinde toplanmış cılız bir hafif sanayi söz
konusuydu. "Belli başlı
diğer
şehirlerde yalnız birkaç un, debagat fabrikası mevcuttur.
Anadolu'da,
diğer yerlerde önemli sanayi müesseseleri bulunmuyor."[2] Gelişen ve
yayılan kapitalizm,
özellikle
sanayi devrimi sonrasında, yerli sanayi (el sanatları) büyük ölçüde ortadan
kaldırmıştı. Bu sürecin
sonucunda
ülke ekonomisi "sanayisizleştirilerek" süreç içinde emperyalist
merkezlere "organik" olarak
bağlanmıştı.
"(...)
lstanbul'un yüzyıllarca en büyük işi olan saraçlık bitmiştir. Çanta, bavul vb.
dışardan geldiğinden bu
meslekte
ancak 200 kişi kalmıştır. Saraçlar ithal malı deri ile çalışmaktadır. Fakat
deriye 27 kuruş, deriden
mamul
eşyaya 15 kuruş gümrük konduğu için, saraçlık ölmüştür. Özel sanayi olan
dericilik, Yedikule'de 1500
kadar
usta ve işçiye bir geçim sağlamaktadır... Dokumacılık çok gerilemiştir. Pamuk
iplikleri ve pamuklu
dokuma,
çoğu İtalya ve İngiltere'den olmak üzere, dışardan gelmektedir... Bütün
demirler gibi, demir eşya da
ithal
olunmaktadır. Demir mamulatı sanayiinde, yılda yalnız 30 bin lira gibi çok
küçük değerde imalat
yapılmaktadır."[3]
Cumhuriyetin
ilanını izleyen dönemde, İstanbul Ticaret Odası tarafından hazırlanan rapordan
yapılan
yukardaki
alıntı, ülkenin dış kapitalizmin etki alanına girmesiyle, yerli sanayinin nasıl
yok olmaya yüz
tuttuğunu
ortaya koyuyor.
8
Mart 1921'de Maliye Bakanı Ferit Bey, TBMM'de yaptığı bir konuşmada şunları
söylüyor:
"Şimdiye
kadar hali Türkiye çalışıyor, üretiyor, fakat ürünlerinden başkaları
yararlanıyor. Memleketimizde
herkes
çalışıyor, birçok alın teri dökerek elde ettiğimiz iptidai maddeleri bin rica
ve minnetle yok pahasına
harice
satıyoruz.
Sonra
yabancılar bu maddelerin şeklini değiştirerek bize iade ediyorlar. Bir kuruşa
satıyoruz, yirmi kuruşa
satın
alıyoruz. Kırk kuruşa bir okka yün veriyoruz, aynı yünü binikiyüz kuruşa bir
metre halinde yalvararak
geri
alıyoruz. Bu dünyanın neresinde görülmüştür.?"[4]
Aslında
Bakan'ın bu duruma şaşması gerekmezdi. Benzer eşitsiz ticari ilişkiler hemen
tüm sömürge ve yarısömürge
ülkeler
için geçerliydi. Ve uluslararası işbölümü ve "eşit olmayan
uzmanlaşmanın" ve
şartlandırmanın
sonucuydu.[5]
**********
KAYNAKLAR:
[1]
A. Hamdi (Başar) iktisadi Devletçilik, c.I, sayfa 55,78,79.
[2]
Osmanlı Sanayii 1913-1915.
[3]
Ticaret Odası iktisat Komisyonu Raporu, A. Hamdi Başar, Barış Dünyası Dergisi,
sayı 58,55,52,53.
[4]
istanbul Sanayi Odası Dergisi. 15 Nisan 1969.
[5]
Doç. Dr. Fikret Başkaya Paradigmanın Iflası, Doz Yay., Ist., 1991, sayfa 123.
Yorum Gönder