ABD Suriye'de ne istiyor?

ABD Suriye’de Ne İstiyor?


Cenevre Süreci’nde gelinen son nokta açık olarak gösterdi ki, süreç işlesin işlemesin, buradan bir anlaşma çıksın veya çıkmasın, Suriye meselesine taraf olanların tamamını memnun edecek bir çözüm bulmaya imkân yoktur. Her ne kadar “diplomasi ideal olanı değil, mümkün olanı elde etme sanatıdır” şeklinde bir söz varsa da, Cenevre’nin sonunda ortaya çıkacağı aşağı yukarı belli olan tablo sürdürülebilir olmaktan uzak, gerçekçi olmayan, yeni ve daha derin krizlerin tohumlarını mündemiç bir “yalancı çözüm”den ibaret kalacaktır. Müzakerelere dahil olan tüm kesimler de bunu pekâlâ bilmekte, günü kurtarmak için hareket etmektedirler.


Baas rejimi ve Esad ailesi varoluşlarını sürdürebilmek için gerekli şartları meydana getirmenin, bir nev’i “Esatçı Garanti Mekanizması” tesis etmenin peşindedir. Sayısal çoğunluğa sahip ama siyasal parçalanmışlıkla malul Sünni Arap gruplar, yeni Suriye’nin inşasında kilit rol oynamak, mümkünse Baassız bir geleceği teminat altına almak niyetindedir. PYD ülkenin kuzeyinde federe devlet kurmak hedefine dönük adımlar atmaktadır. Suriye Türkleri ise bilhassa Rusların devreye girmesinden sonra en fazla hedef alınan grup olmakla birlikte, ne Cenevre’ye davet edilmekte ne de Suriye’nin siyasal geleceğinde söz sahibi olabilecekleri bir toprak parçasının tam denetimini sağlayabilmektedir.
Bölgesel güçlerden İran ve Suudi Arabistan destekledikleri gruplar üzerinden artık tüm Orta Doğu coğrafyasına yayılmış bulunan vekaleten mücadelelerini Suriye ölçeğinde sürdürmektedir. İran, Lübnan’a uzanan bir hat üzerinde kendisine müzahir rejimleri ayakta tutmak, Suudi Arabistan ise İran tarafından çevrelenmişlik tehdidinden kurtulmak peşindedir. İsrail için Suriye’nin paramparça olması ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bir daha belini doğrultamaması ziyadesiyle memnuniyet veren bir gelişmedir. Fakat, İran’ın nüfuz alanının daraltılabilmesi için, yeni Suriye mimarisinde kendisiyle birlikte hareket etmeye hazır bir Kürt federal bölgesinin varlığı büyük önem taşımaktadır.
Rusya ısrarcı ve pervasız Suriye politikasıyla, hem alanda hem de masada söz sahibi olmuştur. Doğu Akdeniz’deki askerî ve siyasi varlığını perçinlemek, böylece mevcut ve müstakbel enerji rezervlerinde söz sahibi olabilmek hedefine adım adım yaklaşmaktadır. Moskova’nın Suriye politikasının iki temel direği Şam ve Tahran rejimleridir. PYD ile flört ederek de, Kuzey Suriye alanının tamamen kontrolü dışında şekillenmesine engel olmak arzusundadır.
ABD’nin ise Suriye’de ne istediği ve niye istediği belli değildir. DAEŞ ile mücadeleyi öncelediğini, terörün bitirilmesinin Suriye rejiminin işlediği suçların cezasız kalmasından daha önemli olduğunu eylem ve söylemleriyle ortaya koymaktadır. Bunu yaparken de, teröristler arasında da, mazlum ve mağdurlar arasında da ayrım yapmaktan çekinmemektedir. Bugün için DAEŞ’le mücadele etsinler diye silahlandırdığı bazı terör örgütlerinin önümüzdeki dönemde hem Suriye’de hem de bölgenin tamamında ne gibi büyük melanetlerin müsebbibi olabileceklerini ya hiç hesaba katmamakta, ya da görmezden gelmektedir.
Önde gelen Amerikan gazetelerine baktığınızda Suriye meselesinin hem haber sayfalarında hem de köşe yazarlarının yorumlarında ne kadar küçük yer kapladığını görebilirsiniz. Amerikan siyasetçisinin tüm gündemini kasım ayında yapılacak başkanlık seçimi işgal etmektedir. Zaten kendi eyaleti dışında olup bitenlere ekseriyetle cahil ve bigane kalan sıradan Amerikalılar için Suriye çok uzaklardaki, terör kaynağı bir ülkeden ibarettir. Ve maalesef tüm Batı dünyasında olduğu gibi ABD’de de, “terör ile Müslümanların iç içe olduğu” şeklinde hastalıklı bir düşünce pompalanmaktadır.
Kimsenin zoruyla değil, Obama’nın kendi başına ilan ettiği “kırmızı çizgiler”in aşılmasına göz yumulmamış olsaydı, bugün Esadsız ve DAEŞ’siz, yeni Suriye’nin temelleri atılıyor olacaktı. ABD bunu yapmadı. Washington yönetiminin, Suriye krizinin çözümünü Cenevre süreci gibi başarı ihtimali düşük bir mekanizmaya havale etmesi, sorunun nasıl çözülebileceğine ilişkin hiçbir akılcı çözüm üretemediğinin de göstergesidir. Eyyamcılıkla büyük güç kalınmaz…

http://akademikperspektif.com/2016/01/31/abd-suriyede-ne-istiyor/
Prof. Dr. ÇAĞRI ERHAN
Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü

Lan kerata sen de mi hendekçi oldun?


Şu Bizim medyanın bazı konulardaki savrukluğu, özensizliği, derbederliği, hele hele algı yönetimi karşısındaki acemiliği yüzünden çoğu kez zokayı yutuyoruz.

Mesela…

Özgül ağrılık bakımından en fazla bir buçuk akademisyene denk gelebilecek bini aşkın elemanın imzaladığı o pespaye bildiri, “akademisyenler bildirisi” olarak sunuluyor, biz de afiyetle yiyoruz!

E hal böyle olunca zokayı yutturan çok oluyor.

Aradan çok geçmiyor, “Sinemacılardan akademisyenlere destek” haberiyle müşerref oluyoruz.

Kim bu “Sinemacılar” diye şöyle bir bakınca da birkaç boom operatörünü (sesli çekimlerde mikrofon tutan arkadaşlar), mebzul miktarda kamera asistanı, ışıkçı ve belgeselcinin (bu ülkede belgeselci olmak için de 'belgesel' çekmek şart değil nasılsa) yanı sıra üç beş senarist ve yönetmeni görüyoruz.

“Sinemacılar” dediğiniz bunlar mı?

Bunlardan ibaret mi?

Kaldı ki, bunların içinde, sabahın köründe Kürt çocuklarına “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dedirten “Andımızın” kaldırılmasını protesto etmek için adının önüne T. C yazanlar da var.

Şimdi kalkmışlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin (T. C) başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına katliam uyguladığı ifadesine yer veren o şebelek bildiriyi destekliyorlar.

İçlerinde tanıdığım öyleleri de var ki neyi arkaladığının farkında bile değil keratalar.

Neyse…

Mevzumuz madrabazlık olmadığı için daha fazla üzerlerinde durmaya değmez. Geçelim.

Peki bu yavan “filmin” bu yoğun “jeneriği” burda nihayete eriyor mu?

Neden ersin, hazır zokayı yutmuşsunuz; o pespaye bildiriyi “akademisyenler bildirisi” olarak temellük etmişsiniz, devamı gelir.

Nitekim geldi de; “edebiyatçılar”, “gazeteciler” vs...

Sonuç itibariyle bu ülkenin akademisyenleri, edebiyatçıları, sanatçıları o pespaye bildiriye destek veriyor algısı oluşturulmaya çalışıldı.

Bu algıya istemeden de olsa katkı sunduktan, yani, o rezil bildiriye “akademisyenler bildirisi” destekçilerini de “sinemacılar,” veya “gazeteciler” veya “edebiyatçılar” şeklinde genelleştirdikten sonra mahut bildirinin içeriğini yerden yere vursan kaç para!..

Zaten “içerik” falan yok, sadece dışarıya yönelik algı faaliyeti var.

Malumunuz, bir süredir içeriden (iç kamuoyundan) umudunu kesen çevreler mütemadiyen dışarıya çalışıyorlar.

MİT TIR'ları hadisesi bunlardan biriydi. Maksatları, Türkiye'yi teröre destek veren ülkeymiş gibi göstermekti.

Bu faaliyetten dolayı içerde yatan “sevgili asker arkadaşım” Can Dündar da derdini dışarıya anlatmaya devam ediyor hâlâ.

Geçenlerde bir İngiliz gazetesine yazmıştı, şimdi de İsveç'te yayımlanan Dagens Nyheter'a Türkiye'yi şikâyet etmiş.

Etsin, etsinler, sorun değil, herkes sonuçta kendine yakışanı yapar.

Herkesten Muhsin Yazıcıoğlu gibi olmasını bekleyemeyiz.

Merhuma, onca yıl mahpus damında onca işkenceye maruz kaldığı dönemde Uluslararası İnsan Hakları Örgütü'ne başvurup başvurmadığını sormuştum da, ben kendi ülkemi dışarıya şikayet etmem, demişti.

Uzun lafın kısası, Türkiye, dışarıya yönelik korkunç bir algı faaliyetiyle karşı karşıya…

Bu algı faaliyetini kırmak için de Hasan Cemalgillere “liberaller”, o bildiriye imza koyanlara “akademisyenler”, destekleyenlere de “gazeteciler” veya “sinemacılar” falan dememek gerekiyor.

Cizre'de ki 23 numaralı ev !



Pkk 1977 de Licenin Fis köyünde kuruldu..2016 da Cizrenin Cudi mahallesi 23 numaralı evde kökten bitecek..
Bir kaç gündür Cizre bodrumuna sıkışmış 30 civarında PKK'lının güvenlik güçleriyle çatışması sürüyor.
Yanlarında çok miktarda ölü ve yaralı militan olduğu kendilerince ifade ediliyor.
HDP milletvekili Faysal Sarıyıldız devamlı bölgeden sosyal ortamı, telefon gibi iletişim araçlarını kullanarak, bodruma sıkışmış teröristlerin güvenlik güçlerine teslimden önce kurtarılması için uğraşıyor.
Orada büyük bir balık olduğunu çıkardıkları yaygaradan anlamak mümkün.
O bodrumda; ya söylendiği gibi PKK üst yöneticilerinden birileri var yada deşifre olmaması gereken birileri.
Mesela üst düzey bir Rus generali...
Mecliste ağlaşmalar, açlık grevlerine başlamalar, bir milletvekilinin günlerdir oradan ayrılmaması, nazarı dikkati celbediyor.
Bazıları içeridekilerle iletişim nasıl kuruluyor diye soruyor.
Sinyal kesici Jammer cihazı uydu telefonu kesmez.
Bu da içeride bir büyük balık olduğunu gösterir.Uydu telefonun her teröriste verileceğini ihtimali düşük
Ambulansla yaralıları alın diye feryat eden Faysal ambülansların kontrolüne razı değil ama...
Teslim olmalarını da isteyen yok.
Bütün gayretleri; dış müdahale ile bodrumdakilerin uluslar arası güç tarafından, kimlikleri deşifre olmadan alınmasını sağlamaya yönelik.
Şimdi
Orada kim varsa, hangi köpek o ine girmişse kesinlikle alınmalı.
Orada hangi ülke'nin yada PKK'nın büyük baş pisliği varsa kelleleri Alınmalı..

Arkadaki akıl



Haftalardır Sur, Silopi, Cizre'yi konuşuyoruz...
Manşetler ve televizyonlar bildik görüntülerle dolu. Harabeye dönen sokaklar, maskeli teröristler, ellerinde bavuluyla yola düşenler, annesini sırtlayıp bölgeden kaçıranlar, gidecek bir yeri olmayanlar, kışın soğuğunda el arabasıyla en değerli eşyalarını yüklenip bilinmeze gidenler, Kur'an-ı Kerim'in arasına, kapı arkasına, beşiğe, sobaya, topun içine, tüpün içine bomba koyanlar... Gizli MOBESE ile askeri polisi tuzağa düşürmek isteyenler veARALIKSIZ silah yardımı alanlar...
Açılan tüneller, etkisiz hale getirilen teröristin yerine anında yenilerinin gelmesi ve hiç kesilmeyen YARDIM ağı...
Bütün bunlar bizim MEDYADA gördüğümüz ve anladığımız olaylar...
Bir de NEDEN YAPTIKLARINI ANLAMADIKLARIMIZ VAR ! Yani kadın kılığına girerek, eline bomba alarak, silahlanarak, saklandıkları yerden ateş ederek yaptıkları... OKULA BOMBA ATMAK, SAĞLIK OCAĞINI TARAMAK, YOLA MAYIN DÖŞEMEK, HASTANEYİ HAVAYA UÇURMAK, VATANDAŞA HİZMET EDEN ÖĞRETMENLERİ DOKTORLARI KAÇIRMAK!
Bütün olup biteni izlerken bu adamlar "NEDEN kendi insanlarına zarar veriyor?" sorusuna çok takılan yok!
Üzerinde asıl düşünülmesi gereken bu iken pek fazla bu alana giren yok! Öyle yaKÜRTLER için mücadele ettiğini söyleyenler hangi amaçla Kürtler'in kullandığı hastanelere, okullara, devlet dairelerine saldırıyordu! NEDEN? KOSOVA'ya gidelim...
Çok da eski bir tarih değil...
Sırbistan içinde ÖZERK bölge olarak yaşayan Kosovalılar bir gün görünmeyen bir el tarafından harekete geçirildi. Aslında EL belliydi ama görmek isteyen görüyordu. Sırp Devleti içinde önemli makamlara gelenler. Üniversitelerdeki profesörler, öğretmenler, doktorlar, maliyeciler, aşçılar, hemşireler, vergi memurları, gazeteciler yani kim varsa hepsi aynı anda SİVİL İTAATSİZLİK başlattı...Sırplar'ın beklediği bir şey değildi bu!
Hemen cevap verdiler!
Bu eyleme katılanları kapının önüne koydular.
Ama DALGA daha da büyüdü. Kosovalı Arnavutlar hep birlikte iş bırakıyorlardı.
Devletten eli ayağı çekiyorlardı! Ayrılan kendi doğal sınırlarına çekiliyordu.
Zamanla devletten kimse maaş almaz oluyordu.
Okullardaki, hastanelerdeki, sağlık ocaklarındaki insanlar yeni yeni filizlenenAPARTMANDAN bozma okullarda, küçük hastanelerde çalışmaya başlıyorlardı. ZenginARNAVUTLAR ellerindeki servetin bir kısmını bu işlere ayırıyordu. Örgütlenme dünya çapındaydı. Avustralya'daki de Amerika'daki de para yolluyordu. Gelen paraların dışında değişik coğrafyalarda yaşayan bütün Arnavutlar'ın maaşlarından YÜZDE 5 kesinti yapılarak buraya akıtılıyordu. Bir süre sonra KOSOVA'da paralel eğitim sistemi, paralel sağlık sistemi, paralel vergi sistemi oluşturuldu. Arnavut çocuklar başka okullara gitmiyor, başka öğretmenler bu okullara sokulmuyordu!
Kitaplar da yasalar da artık farklıydı. 10 yıl kadar sürdü bu...
Bıçak kemiğe dayanınca Sırplar eski Yugoslavya'dan kalan silahlarla müdahale etmek istedi. Ama yurtdışında yardım yapmayan Arnavutlar'ın en değerlilerini kaçırarak kitleyi bir arada tutan AKIL anında UÇK'yı ( Kosova Kurtuluş Ordusu) kurdu. Artık silah da geliyordu. Para zaten toplanıyordu. Soros devreye girmiş, sivil itaatsizlik içindeki gazetecilere gazete ve televizyon kuruyordu. Sırplar Arnavutlar'a yönelik yayınları kesseler de bir el yenisini devreye sokuyordu. İtaatsizlik büyüdükçe umut artıyor, kenarda durmak isteyenlerÇOCUKLARIYLA SEVDİKLERİYLE yola getirilince herkes büyük bir iştahla operasyonun içinde yer alıyordu.
Tıpkı İsrail'in kuruluşundaki gibi dünyanın her yerinde PARAYI toplayan bir güç vardı. Vermek istemeyenin canı yanıyordu. YÜZDE 5'le yola çıkanlar daha sonra çok daha büyükORANLARI DAVA İÇİN topluyordu. Vermeyen de çıkmıyordu!
PKK ya da arkasındaki akıl da bunların aynısını yapıyor!
Avrupa'da bu kadar para nasıl toplanıyor sanıyorsunuz?
Herkesin PKK'ya gönülden bağlı olduğunu mu sanıyorsunuz?
Değil elbette! İstihbarat teknikleriyle insanlar yola getiriliyor! Örnekleri zaten fazlasıyla mevcut!
Bir yandan DEVLETİN olanı yıkacaktın, öte yandan kendi zenginlerinden bulduğun para ileSANA AİT OLANI YAPACAKTIN! Sur, Cizre ve Silopi'de bir AKIL şimdi bunun bir benzerini yapmak için devrede!
Hastaneye atılan bombalar, ambulanslara sıkılan kurşunlar hep bir AKLIN ürünü!
Biz anlamasak da işin arkasında başka bir akıl var! Bu KÜRT değil!
Hiç bitmeyen teçhizatın, bombanın, kurşunun gelmesi de plana dahil!
Devlete ait ne varsa yıkıp yerlerine kendilerine ait olanı yapacaklar.
Niyetleri bu! Kendi doktorları, kendi öğretmenleri, kendi memurları olduktan sonra çatışma yine alevlenecek. Hedefleri devletin ÜNİFORMALI görevlileri... Askerpolis yani...ÖZGÜRLÜK SAVAŞI OLABİLMESİ için böyle olması gerekiyor çünkü!
Büyük şehirlerde SİVİLLERE YÖNELİK operasyon bu nedenle yapılmıyor! Bu nedenleBİLDİRİYİ okuma gereği GÖRMEDEN BAZILARI HEMEN İMZA ATIVERİYOR! Nobelli isimlerden yabancı akademisyenlere kadar yelpaze açılıyordu. Medya desteği de hiç az değildi.
Kendi DEVLETÇİKLERİNİ kurmak için birileri içeriden dışarıdan yardım ediyordu! Oysa yapılmaya çalışılanın benzerini daha önce denemişlerdi.
Başarılı da olmuşlardı. YIKIP YENİSİNİ YAPARAK Ankara'ya meydan okuyacaklardı! Arkadaki aklın amacı buydu! Masada güçlü olmak, istediğini yaptırmaktı amaç!
Belli bir kıvama geldikten sonra da belki UÇK'ya karşı harekete geçen Sırp Ordusu'nu NATO ile durdurdukları gibi bir sistemle gelmek isteyeceklerdi!
Ya da başka bir modelle! Ama ÜNİFORMALI yani asker ve polisle çatışmalarının arkasında bu var!
Bu nedenle bir hanımefendi çıkıp "Sağ elim şuraya, sol elim buraya, sırtımız da oraya yaslanıyor" diyor!
Paralı keskin nişancılardan para toplama modeline kadar, şehir yapılanmasından gayrinizami harp tekniklerine kadar hepsini örgütleyen bir AKIL bizimle mücadele ediyor...
Sahnedekileri yöneten arkadaki AKIL ! Kosova bu yöntemle BAĞIMSIZLIK kazandı. Senaryoyu yazan ve yöneten birileri vardı. Şimdi bu oyunu içeride uyarlamak isteyenler ortada!
Adım adım ilerlediklerini düşünüyorlar.
Yaralı bir teröriste AMBULANS gelmesini önleyerek DEVLETİN gelmesinin önüne geçiyorlardı!
Bizler de "Bunlar neyin peşinde?" diye buralardan soruyoruz!
Canlı yayına bağlanan öğretmen meslektaşlarına ne diyordu! "Buralara dönecek yüzünüz kalmayacak bir daha..."
Zaten oyun kimsenin dönmesine izin vermemek üzerine kurulmuştu!
Bazıları üzülecek ama Ankara bunu çoktan fark etmişti.

Tezgah bozulacak



Henüz PKK şehirlere inmemiş, dağlarda saklanıyor. Medya Baronu Murdoch'ın 200 milyon dolar vererek ortak olduğu internet haber sitesi Vice News, İngiliz muhabirlerini Cizre'ye gönderiyor.
Ortada fol yok, yumurta yok. Vice News muhabiri "Cizre'de iç savaş var" diye anons yapıyor yolda giderken arabanın içinde.
Aynı muhabirler Cizre içinden haftalarca çocukları gece sahaya sürüp haber yapıyor. Ve tam 7 ay sonra PKK dağdan inip Cizre'de hendekler kazmaya başlıyor.
Böylesine muazzam bir kanıt var ortada.
Cizre'de heryer günlük güneşlik, olaylar çıkmadan 7 ay önce bölgeye gelip "İç savaş" naraları atan Murdoch güdümlü İngiliz muhabirler. Belli ki birileri plan yapmış. O planı medyaya sızdırıyorlar, Kandil'e haber veriyorlar. Adeta "Biz burayı merkez üs belirledik, hadi buradan bir Kobani çıkarın" diye hedef gösteriyorlar. İşte oyunlar böyle oynanıyor. Tezgahlar böyle önce yurtdışında kuruluyor. Şimdi BBC'ye bakıyorum, PKK'lı terörist cenazelerinden yayın yapıyor. Neredeyse öldürülen teröristler için ağıt yakıyor. Şimdi de Cizre'de bir evi kampanya haline getirdiler. "İçeridekiler sivil, asker ateş açınca kendilerini korumak için ateş açtılar" diye dünya televizyonlarında yaygaraya başladılar. "Ambulans gönderilmiyor" diye çılgınlar gibi bağırıyorlar. Güvenlik güçleri o eve ambulans gönderiyor, askerlerimizin, polisimizin, ambulansların üzerine kurşun yağdırıyorlar. "Yaralı varsa bize verin" diyen askerlerimizin üzerine kampanya haline getrilen o evden "ROKETATAR" atılıyor. Evet yanlış duymadınız ROKETATAR... "Siviller" diye bağıranlar roketatara gık çıkarmıyor, bunun o evde ne işi var diye soran çıkmıyor. Suriye'de hergün yüzlerce ev yerle bir oluyor. Binalar sivillerin, kadınların, çocukların, bebelerin üzerine çöküyor, adeta mezar oluyor. Suriye'den tek bir evi bile gündeme getirmeyenler, Cizre'de roketatarla saldırılan evi dünya gündemine taşıyor. Belli ki ortada büyük bir plan var.
İlk hedefleri bir hafta sonraya ertelenen Cenevre'deki Suriye barış görüşmelerinde Türkiye'yi masaya zayıf oturtmak. Şuursuzca saldırıp, 32 camiyi yerle bir eden, Kuran-ı Kerim içine bile bombalar yerleştiren, Kürt halkının binlerce evine bombalı tuzaklar kuran, binlerce Kürt kardeşimizin bölgeden kaçmasına neden olan PKK, hücrelerine kadar taşerona dönüşerek sahiplerine hizmet ediyor. Terör örgütünün siyasi kolu HDP'in eşbaşkanı da aldığı emir üzerine yurtdışı turuna çıkarak Fransa'da Türkiye'yi şikayet ediyor. Birileri de hala gazeteci müsveddesi olarak Beyazsaray'da dün düzenlenen basın toplantısında "Türkiye DAEŞ petrollerini mi satıyor? Bakın İsrail açıkladı ama" diye soruyor. ABD "Ortada hiçbir belge yok" diyerek resmen bunun YALAN olduğunu açıklamasına rağmen ikinci kez aynı konuyu gündeme getirip Türkiye'ye her koldan saldırmak için tutuşuyorlar.
ABD dün ikinci kez yalanladı, Türkiye'nin terör örgütü DAEŞ ile mücadele eden ülkelerin başında geldiğini açıkladı. Ancak durmayacaklar, bunu tekrar tekrar gündeme getirecekler. Ne Almanlar, ne İngilizler ne de diğer Avrupa ülkeleri DAEŞ ile mücadelede yoklar ama onları sorgulayan bir Allah'ın kulu çıkmıyor. Çünkü ALGI İMPARATORLARI nereye saldıracaklarsa, oraya kilitleniyor, HEDEFTE asla şaşmıyorlar. Suriye'de evler bombalanıyor, Türkmenlere soykırım yapılıyor, dünya basınında tek satır yazılmıyor. Başbakan Davutoğlu dün açıkladı; Cizre'de bir kadın AİHM'e başvurarak hamile olduğunu ancak sağlık hizmeti alamadığını söylüyor. Yapılan araştırmada bunun koca bir YALAN olduğu, kendi isteğiyle hastaneden ayrılıp evine gittiği ortaya çıkıyor. Üstelik ambulansları tarayan teröristler, hastaneleri de kurşun yağmuruna tutuyor. Ama dedik ya, birileri YALAN HABER furyası başlatıp, ALGI oluşturmak için önüne geleni kullanıp sahaya sürüyor. Kürt kökenli sanatçı Çiyager "Ben de HDP'liydim ama eşimi benden ayırıp PKK'ya kattılar.
PKK aileleri parçalıyor, bu nasıl Kürt halkının haklarını korumak
" dedi, ertesi gün evinin önünde PKK tarafından linç edildi. Paris'te gezip ÇİYA'dakileri (Kürtçede dağ demek) savunan HDP eşbaşkanından SANATÇÇiyager için "TIK" yok. "İnsan Hakları" diye en ufak olayda çığırtkanlığın alasını sergileyenler, "Devlet katliam yapıyor" diye dünyayı ayağa kaldıranlar kayıpları oynuyor. Kim ne yaparsa yapsın...
ALGI ve TEZGAH baronlarıyla onların maşaları kaybedecek. Kimsenin şüphesi olmasın.

O zaman sen erkek görmemişsin oğlum



Merhum Nejat Uygur abimiz bir oyununda, elindeki küçük taşlı 33'lük tesbihi sallayarak kulağı kesik bıçkın delikanlı havası basan merhum Bahri Beyat'a merakla sorar:

O ne, elinde almışsın sallıyorsun?..
“Sen bundan anlamazsın…”
Niye?
“Bunu erkekler kullanır…”

Nejat Uygur bu, hiç lafın altında kalır mı? Anında cebinden çıkardığı çok çok daha kalın taneli kocaman bir tespihi Bahri Beyat'ın burnuna doğru sallayarak şu karşılığı verir:
O zaman sen erkek görmemişsin oğlum…

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın, Can Dündar'ın oğluna, “çok cesur bir baban var; onunla gurur duyman gerekir” deyince aklıma bu geldi.

Biden, gerçekten de bu ülkenin cesur, bu ülkenin yiğit, bu ülkenin kahraman babalarını görmemiş.
Terör örgütlerinin şehit ettikleri o kahraman babaların çocuklarını da görmemiş.
Hiçbir şey görmemiş…

Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın çocuğunun gözündeki o cesur ifadeyi de, sırf düşüncelerinden dolayı çocuklarından kopartılarak 16 yıl mahpus damında yatırılan Salih Mirzabeyoğlu'nun cesaretini de!

Sayın Biden her şeyden evvel bu ülkeyi hiç ama hiç tanımıyor…
Şayet bir nebzecik tanısaydı, bu ülkede vatanına karşı “kumpas” kuranlara yardım ve yataklık edenlere değil, vatanı için gencecik yaşta ölümü göze alanlara cesur ve kahraman denildiğini de bilirdi.

Yanlış anlaşılmasın…

Türkiye'ye “kumpas” kurarak, uluslararası toplumda terörü destekleyen ülkeymiş gibi göstermeye çalışan “paralel örgütle” birlikte MİT TIR'ları ihanetine katkı sunan “sevgili asker arkadaşımın” içerde yatması beni de çok üzüyor.

Lakin mevzu o değil.

ABD Başkan Yardımcısı nasıl olur da bağımsız bir ülkenin yargısı tarafından “casusluk” iddiasıyla yargılanan bir “mahkum” hakkında “cesur” ifadesini kullanır?
Bir başka ifadeyle, nasıl olur da bağımsız Türkiye'nin bağımsız yargısının “casusluk faaliyeti” mütalaa ettiği bir fiili “cesaret” vehmeder?

Üstelik o ülkeye yaptığı ziyarette…
En sıradan diplomatik nezakete sığar mı bu?
Hayır yani, iyi ki “stratejik ortağımız” olan bir ülkenin başkan yardımcısıymış, olmasaymış ne diyecekti acaba?

Ya PKK terörünün propagandası mesabesindeki o bildiriyi arkalamasına ne demeli?

Türkiye Cumhuriyeti'nin bir başbakan yardımcısı ABD ziyaretinde, El Kaide veya DAEŞ'i savunabilecek herhangi bir ifadeye yer verebilir mi?
Böyle bir küstahlık olabilir mi?

Gerçi Biden geçen yıl da Türkiye'yi DAEŞ konusunda töhmet altında bırakacak saçma sapan ifadelere yer vermiş, sonra da özür dilemişti.

Ama en azından Türkiye'yi ziyaretinde değil, kendi ülkesinde saçmalamıştı.
AK Parti'nin yerinde olsaydım, Biden'ın “yuvarlak masasına” asla milletvekili göndermezdim.

Sayın Biden, nasıl ki bu ülkenin yurtsever aydınları yerine, Suruç katliamı ardından yabancı ülke liderlerinin Türkiye'ye başsağlığı dilemesini “utanç verici” görecek kadar gözünü kin bürümüş Gürsel Kadri'lerle görüşmeyi tercih etti, aynı şekilde, o “yuvarlak masada” da CHP ve HDP'yle görüşmekle yetinseydi.

Mahut “yuvarlak masa toplantısına” milletvekili göndermemekleMHP doğrusunu yaptı, keşke AK Parti yönetimi de öyle yapsaydı.

O bildiriyi arkalamakla Türkiye'nin teröre karşı mücadelesine saygı duymadığını dermeyan eden bir insanla, “Kürt meselesinin” nesini konuşacaksınız Allah aşkına?

Teröre Destek Bildirisinin Arkasındaki Akademik Saik!


Kamyonete yüklenen ve daha sonra da emniyet lojmanlarına doğru sürülerek patlatılan çoluk çocuk kadın can alan bir ton BOMBAYI görmezden gelmek, akademik körlükle değil, ancak ideolojik körlükle açıklanabilir.
Heidegger’in öğrencisi ünlü filozof Hannah Arendt ister entellektüel, ister aydın olsun böyle bir körlüğü, “stupidity” yani “budalalık” veya “aptallık” sıfatıyla değerlendirir. Arendt kendi hocası Heidegger’in Nasyonal Sosyalistlere verdiği desteğin nedeninin de sözünü ettiği bu budalalık olduğunu söyler. Yalnızca Arendt değil, Alman filozof Voegelin de böyle insanlar için benzer bir kavram kullanır. Bu filozofların “budala” kavramıyla dile getirmek istedikleri şey budalalığın kelime anlamı değildir sadece. Budala kavramı burada felsefi bir kavram olarak karşımıza çıkar.  İdeolojik körlüğe sahip, budala insan gerçekliği algılamayı reddeder ve ısrarla önündeki gerçekliği çarpıtır. Arendt’in deyişiyle “düşünme yoksunu”dur. Doğru yargıda bulunamaz.
Bununla birlikte geçenlerde devletin Sur, Cizre, Silopi gibi Doğu bölgelerinde katliam yaptığını iddia eden skandal bildiriye imza atan akademisyenlerin durumu yalnızca bu ideolojik körlükle, budalalıkla açıklanabilir mi?
Ben yalnızca bununla açıklanamayacağını düşünüyorum. Eğer bu bildiri PKK yahut KCK bürolarında hazırlanıp imza dolaşımına sokulmamışsa (henüz bununla ilgili bir kanıt ya da açıklama yok ve “bütün imzacıları” örgütle ilişkisi olmakla suçlamak saçma diye düşünüyorum. Bazı hocaları örgütle bir ilişkileri olmadığını bilecek kadar yakından tanıyorum ve tez yazma sürecimde fikirlerinden istifade ettiğim kıymetli hocalardır) aydınların bu hareketinin başka sebeplerin olabileceğini de düşünebiliriz.
Bence imzacı akademisyenlerin teröre resmen arka çıkan böylesine skandal bir bildiriye destek olmalarının en önemli sebeplerinden birisi, AK Parti ve özellikle de cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın (yasanın kendisine tanıdığı hakla rektörleri üniversitelere atamaktadır) üniversiteler üzerindeki hâkimiyetinin, üniversitelerdeki kendi hâkimiyetlerine son vereceği endişesini taşımalarıdır. Mevcut İktidarın ve cumhurbaşkanının, üniversitelerimizde hâkim sol, sekülerist çizgiyi İslami bir çizgiye doğru kaydıracağı, en azından bu istikamette kadrolaşacağı, sözde seküler eğitimimizi (pozitivist ve sekülerist eğitimin kendisinin dinsel olduğunu görmeksizin -bu hususta baya bir yazıp çizmişliğim vardır. Yayınlarıma bakılabilir ) dinsel bir kisveye büründüreceği korkusunu taşımalarıdır.
Kendi dinselliklerinin, dini dünya görüşlerinin -çok sevdikleri adeta taptıkları Aydınlanmacı düşüncelerin kendisi de Hristiyanlığın yerini almaya çalışan vekil din, yedek bir din özelliği taşımaktadır – karşısına çıkan İslami, dini dünya görüşünden kaynaklı yersiz endişeleri onları Örgütün çizgisine taşımış olabilir. En azından ben akademik camianın bu bildiriye imza atmasındaki temel saiklerden birisinin bu olduğunu düşünüyorum. Bildirinin derinlerinde yatan bu temel saik bildiride tek bir kelimeyle adı dahi geçmese de onların İslam karşısındaki ve üniversitelerde kadrolaştıklarını düşündükleri islamcılar veya muhafâzakarlar karşısındaki korkuları ve nefretleridir.
Bildiriye imza atanların bazılarını tanıyorum ve onların endişelerini anlıyorum. Kendi zaviyelerinden baktıklarında hissettikleri otorite kaybı, üniversitelerde istediğin gibi at oynatamama açıkçası böylesine bir çaresizliği doğurdu. Son seçimlerde alınan kırk dokuz buçukluk oy oranı moralleri bozdu ve arzuladıkları  iktidarın halkın eliyle hiçbir şekilde gelmeyeceğine dair umutsuzluk bu kesimde tamamen hakim hale geldi. Demokrasiye sabredemeyenler sansasyonel bildirilerle iktidarı dışarıdaki egemen güçleri davet ederek yıpratma, sıkıştırma ve kendilerini de bu sayede gündeme getirme yolunu izlediler.
Eğer kafaları Fransa’daki meşhur Dreyfus davasını sahiplenen Emil Zola gibi bir kahraman olma sevdasıyla dolu değilse ve PKK ile ilişkileri “doğrudan” olmadığına göre sıkıntının mevcut iktidardan duyulan rahatsızlık olduğu çok açıktır. Ancak birileri bu aydın takımına yapılacaksa eğer mücadelenin böyle yapılamayacağını söylemek zorunda. Böyle bir bildiriye imza atmak yerine daha demokratik bir anayasa için talepte bulunan bir bildiriye imza atsalar ve bunun için dört koldan çalışarak iktidarı sıkıştırsalardı demokratik bir anayasaya uygun işleyen özerk ve özgür üniversitelerde, kendi bekalarını da kolayca sağlama almış olurlardı. Onların yapacakları iş, iktidarı demokratik bir anayasaya yalnızca kendilerinin değil, iktidarın da ihtiyacı olduğuna ikna etmeye çalışmak olmalıydı.
Ancak asıl soru şudur: İmzacı akademisyenler kendileri için istedikleri özgürlükleri başta ifade özgürlüğü olmak üzere, muarızı oldukları kesimler için istiyorlar mı? Yoksa sadece kendilerine mi özgürler? Madem dedikleri gibi ifade özgürlüğü devleti ve kamuoyunu şok edici fikirleri kapsıyor mesela devlet üniversitesinde görev yapan ve radikal İslamcı görüşleri olan bir grup akademisyen birden fazla eşle evliliği, çarşaf ve peçenin üniversitelerde serbest olmasını, tarikatların açılmasını ya da İslami bir anayasayı savunan bir bildiriyi imzalayıp kamuoyunda yayınladığında ve arkasından kolluk kuvvetleri tarafından kovuşturulduklarında sözde barış bildirisine imza atan arkadaşlar kendi bildirileri gibi bu bildiriyi de ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirip savunacaklar mı? Yoksa sözü edilen akademisyenleri ivedilikle DAEŞ’çi olarak mı yaftalayacaklardır?
Doç. Dr. BENGÜL GÜNGÖRMEZ
Uludağ Üniversitesi, Sosyoloji

Bir Tuhaf Ziyaret!..



Kamuoyumuz Joe Biden’in ziyaretini anlamış değil.Herhalde Arasta’dan havlu almak için gelmedi.”Sebeb-i ziyaretleri” neydi?
Aynı dünya görüşündeki medya mensuplarını kabul etmesi, özünü kaybetmiş akademisyenlere verdiği destek ve YPG’yi terör örgütü saymayışıyla ciddi bir rahatsızlığa imza attı. Bunlar “çam devirme” patavatsızlığı değil, şuurla yapılmış hareketler.
Zaten Başbakan ve Cumhurbaşkanıyla görüşmelerinde de bu fikirlerinde ne kadar yanıldığı kendisine anlatılmaya çalışıldı. Halbuki 11 Eylül saldırılarına “devlet işidir” diyen Amerikalı akademisyenlere Amerika hükümeti, “fikir hürriyetidir” dememişti. Onlar takibat gördüler. Bizde yaşanansa aynı Amerika’nın devlet başkan yardımcısı tarafından arkalanmakta. Bu uygulamanın hatırlatılması da sn Davutoğlu’nun “el Kaide sizin sınırlarınızdan girip hendek kazsaydı ne yapardınız?” Sorusu da yerindedir.
Hakikaten bu ziyarette bir anlaşılmazlık, bir tuhaflık var:
Başkan Barack Obama, yardımcısı ziyaret için yola çıkmadan az evvel Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak güneydoğuda verdiğimiz şehitler için taziyede bulunmuştu. Joe Biden, bundan sonra uçağa bindi. Fakat daha seyahatinin başında Türkiye’yi rahatsız eden sözler sarf etti.
Bunu yapan acemi bir politikacı değildir. Sn Biden, 1973’ten beri Delawere senatörüdür. 2008’de DP’den başkan aday adayı, 2009’da başkan yardımcısı oldu. Diğer yandan eşini ve oğlunu kaybetmiş bir aile reisidir. Liberal hatta belki, aşırı liberal görüşlüdür. Kilisenin resmî hayatın dışına çıkartılması fikrindedir. Bir Katolikken kendini “Yahudi olmayan bir siyonist” olarak tarif eder. Yahudi lobisine yakın olduğu halde servet olarak fakirdir.
Hakkındaki bu kısa malumatı, dedikleriyle fikirlerini tahlil kolaylığı için yazdık. Hayatta büyük acılar çekmesine rağmen yüzünden tebessüm eksik olmaması takdir edilecek bir başarıdır. Ne var ki misafirimiz, milletimizin yüzünü güldürmedi. Bir bölgemizden her gün 3-5 şehit gelirken, başta ana-babalar, eşler, çocuklar olmak üzere hepimizin yüreğine yangın düşerken bu hâli, evlâdını kaybetmiş bir baba olarak en evvel Joe Biden’in anlaması gerekirdi.
Halbuki O, yabancılaşmış çeyrek aydınları daha sevdi, güneydoğuda PKK adıyla savaşan YPG’li teröristlere toz kondurmadı.
Bu ziyarette elle tutulur tek cümle “Başika kampı işbirliği”dir. Halbuki o iş birliği zaten var.
Sn Barack Obama, yardımcısını Türkiye’ye yollayacağına derin Amerika kuruluşlarından Rand Corporation’ın ABD’nin başını derde sokabilecek tehlikeli görüşlerine karşı stratejik tedbirler alsalardı daha isabetli olurdu. Muavini geldi de ne oldu? Hiç bir faydası olamadığı gibi hem milleti kızdırdı ve hem de manşetlerden hakarete uğradı. Rand adlı düşünce şirketi ise şunları diyor:
1- DAEŞ’in elindeki yerler, uluslararası güçlerin kontrolü altındadır. 2- Sünnî bölgeler, Türkiye ve Ürdün’ün teminatındadır. 3- Esad’ın hakim olduğu topraklar, Rusya ve İran himayesindedir. 4- Öyle ise Kürt bölgesi de ABD’nin kefaleti altında olmalıdır…
Obama idaresinin bu teklife iştirak edip etmediği, Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından misafirimize sorulmuştur. Bir şey daha sorulmuş olmalı. Joe Biden’in ziyaretiyle Silopi’deki bir evde PKK’ya ait Amerikan malı bir İHA aracının bulunmasının üst üste çakışmasının sebebi?
Garabete bakmalı ki Washington, bir ağaca “zakkum” yani PKK diyor fakat onun PYD adlı dallarına “zakkum” değil diyor.
Yoksa… Amerikan Hükümeti, millî emniyet stratejileri çizen mezkûr düşünce kuruluşuyla aynı görüşte mi? Başkan yardımcısı, bunu lisanı münasiple bizim devlet adamlarımıza söylemeye mi geldi? Böyle olmamasını temenni ederiz. Washington, çeyrek asırdır bölgede hata üstüne hata işlemekte. Buna yenilerini eklemesi herkesten evvel kendi aleyhlerine olur.

O harita, iç işgal ve Suriye üzerinden bir başka ihanet


O harita adım adım uygulanıyor. Coğrafyaya çizilen yeni haritayla birlikte Türkiye'ye de yeni bir harita dayatılıyor. PYD üzerinden sınırın hemen dışında, PKK üzerinden içeride Türkiye'ye karşı adice bir savaş yürütülüyor. Bu vekaletsavaşının arkasında ise Rusya ve İran'la birlikte Türkiye'ningeleneksel müttefikleri yer alıyor. Maalesef bu yeni savaş türünün Türkiye'de yeterince anlaşılabildiği kanaatinde değilim.

“Terör” konseptinin içine hapsedilen yeni savaş türünün aslında terörle hiçbir alakası yok. Terör bir servis aracı olarak kullanılıyor sadece. Önümüzdeki aylarda daha da yaygınlaştırılacak bu savaş türü bize terör olarak yutturulacak ama siz bunu Türkiye'ye yönelmiş açık bir savaş, saldırı olarak görün. Görmeseniz de birkaç ay sonra böyle görmeye başlayacaksınız zaten.

İçeride PKK ile ortak çalışanlar

Türkiye ilk kez bu kadar ciddi bir saldırı tehdidiyle, ilk kez bir harita projesiyle karşı karşıya. Bazı aklı evvellerin, çok bilmişlerinbu yeni durumu anladıklarını, kavrama yeteneğine sahip olduklarını sanmıyorum.

Süslü cümlelerle dikkatler dar bir alana yönlendirilip operasyonun büyüklüğünü kamufle edenlerin de, Türkiye'yi kör edenlerin de bir şekilde bu harita projelerinin içinde olduğunu, bir şekilde içeriden vekalet savaşı yürüttüğünü düşünecek hale geldik.

Devlet aklının oluşumuna katkıda bulunması gerekenlerin devlet aklını sabote eder hale gelmelerini, ülkenin öz savunma reflekslerini etkisizleştirmelerini, Türkiye'nin yarınlarını belirsizleştirmelerini endişeyle izliyoruz.

Bir zamanlar devlet içinde organize olan, sinir sistemlerine kadar yerleşen ve “devlet” gibi hareket edenlerin bir süre sonra nasıl“devlet”i rehin almaya giriştiklerini, onu felç etmeye, onun üzerinden başkaları adına vesayet kurmaya çalıştıklarını da aynı endişeyle izlemiş, sonunda bu çevrelerin 21. yüzyıl Türkiye'sini durdurmak için nasıl başkalarının örtülü savaşının açık tetikçileri haline geldiklerini görmüştük.

IŞİD'le kör et, PYD/PKK ile vur

Bu sefer yine sistemin içinde bazı çevrelerin ülkenin geleceğini yok edecek bir körleştirme operasyonu yürüttüklerine, bölgesel fırtına Türkiye içlerine servis edilirken onların da içeride devleti felç etmeoperasyonu yürüttüklerine dair güçlü işaretler var.

PYD'nin Türkiye karşıtı vekalet savaşına bu çevreler örtülü destekveriyor. Türkiye'nin PYD'ye müdahalesini sabote ediyor. IŞİD'le savaş dışında bir seçenek bırakmıyor. Gariptir, Türkiye'ye “IŞİD'le savaşın, ortak mücadele edelim” diyen ülkelerin bir çoğu IŞİD'le ortak hareket ediyor.

Rusya IŞİD'le savaş için bölgeye geldiğini açıkladı ama hem IŞİD'le hem de PYD ile ortak hareket ediyor. ABD, “IŞİD'le savaş” öncelikli hareket ediyor ama PYD-IŞİD ortaklığına bir şey söylemiyor, PYD'ye açık, IŞİD'e gizli alan açıyor. Bizim içeridekiler, o “iç işgalciler”de Türkiye'ye “IŞİD'i vuralım” diyor ama bakıyorsunuz PYD ile ortak hareket ediyor, ona toz kondurmuyor, bir tür gizli ortaklık yürütüyor.PYD'nin korunmasına yönelik en büyük operasyon devlet içinden yürütülüyor. Dışarıdan çevreleme ve içeride terör üzerinden yürütülen savaşa, bu “iç işgalciler” devlet aklını felç etmek ortak oluyor.

O gizli ortaklık nasıl bir oyun tezgahlıyor?

Kuzey Kuşağı ya da Kuzey Koridoru, Türkiye'nin olağanüstü hassasiyet gösterdiği ve yakın tehlike, stratejik tehdit gördüğü harita, işte bu koalisyon üzerinden biçimlendiriliyor. ABD'nin tavrı, Rusya'nın cephedeki durumu, Almanya gibi ülkelerin pozisyonu, IŞİD üzerinden saf belirleyen alan ülkelerin ortaklığı ile Türkiye'ye ayar veriliyor.

Açık bir tehditle, uyarıyla, hesaplaşma planıyla karşı karşıyayız. Tehdidin de ötesinde bir “çevreleme”, bir “içeride boğma”operasyonuyla, Türkiye'yi durdurma harekatıyla karşı karşıyayız.

ABD Başkan Yardımcısı Joe (Joseph Robinette) Biden'ın PKK konusunda geleneksel terör söylemini, üzerine vurgu yaparak, tekrarlamasına rağmen PYD'yi koruyucu tavrı, PYD ile PKK arasında ayırım yapma çabası, Türkiye'nin tehdit algılamalarınıhiçe sayıp PKK'nın Suriye kolunun koruma telaşı gözlerimizi açmaya yetmedi mi?

ABD'nin kolladığı PYD ile Rusya ortak, İran ortak, bazı Avrupa ülkeleri ortak, Esed yönetimi ortak, IŞİD ortak. Karşımızda nasıl bir koalisyon var? Suriye üzerinde şekillenen açık ve gizli ittifak halkası bize nasıl bir oyun tezgahlıyor?

PKK ile değil, birkaç ülke ile savaşıyoruz

Sur'da, Cizre'de, Silopi'de ve “terörle mücadele” adı altında operasyon yürütülen bölgelerde olanlar, bu çokuluslu ittifakın Türkiye içine müdahalesidir. Evet bu bir müdahaledir! Türkiye'yi içeriden vurma, hareketsiz hale getirme, bölgesel harita projelerine müdahalesini engelleme planının parçasıdır.

Suriye üzerinden vuruluyoruz. Suriye üzerinden vuranlar sadece PKK değil, onları sahaya süren Rusya ve İran'la birlikte Türkiye'nin altmış yıllık geleneksel müttefikleridir.

Koalisyona bakar mısınız? Rusya-Esed-İran ortaklığı Suriye'yi başka bir yapıya dönüştürürken, sivil kıyımlar üzerinden bir tür işgal operasyonu yürütürken sahada Türkiye ve muhaliflerle aynı resimde olan “müttefikler”in Suriye tezlerinin onlarla örtüşüyor olması nasıl açıklanabilir? O müttefiklerin ve o üçlü ittifakın PYD-PKK ile ortaklığı nasıl açıklanabilir?

Hem saçmalık hem ikiyüzlülük

Bu açıdan bakılınca, IŞİD'le mücadele tam bir saçmalıktır. O üçlü koalisyon ve “müttefiklerimiz”in IŞİD'i bize hedef göstermesi tam bir saçmalıktır. Sadece IŞİD'e odaklanıp diğer tehditlere kör olmak tam bir saçmalıktır. IŞİD hedefse PYD de hedef olmalıdır.IŞİD'e düşman olan PYD terörüne de düşman olmalıdır.Onların bunu yapmayıp PKK'ya “terör örgütü” demesi de tam bir iki yüzlülüktür.

Cizre, Sur ve Silopi'deki iç işgal girişimi, tamamen Suriye ile bağlantılıdır, Suriye'deki koalisyon, o “şer ittifakı” Türkiye'yi deiçeriden işgal ediyor. Ülkeyi meşgul ediyor, ilçelerimize yönelik PKK saldırılarına silah sağlıyor, onlara yol yöntem öğretiyor, hedef-taktik belirliyor.

Yani biz, kendi ülkemizde bir dış müdahale ile uğraşıyoruz. Yani ilk kez Türkiye'nin bazı bölgeleri, terör örgütü kamuflajı üzerinden saldırı altında, işgal tehdidi altında ve biz oraları yeniden denetim altına almaya, işgalden kurtarmaya çalışıyoruz.

Ankara için yeni bir ihanet planlanıyor!

Herkes aklını başına alsın. Kimse bunu terör meselesiyle, Kürt meselesiyle kamufle etmesin. Kimse zihinleri bulandırmasın. PKK üzerinden servis edilen bu senaryonun siyasi destekçileri sadece HDP yönetimi ve o organizasyon altında bulunan kişiler sanmasın.İşbirlikçi ağı çok daha genişBu ağ, Türkiye'yi korkunç bir tuzağa sürüklüyor. Hem Suriye'de hem de Türkiye içinde büyük birihanet operasyonu yürütüyor. Türkiye içinde de Suriye'de de Türkiye'ye tuzak kuruyor. IŞİD'i gösterip PYD'ye alan açanlar, IŞİD'i gösterip iç işgali yönlendiriyor.

Bu çevreler, Gezi ve 17 Aralık darbe girişimlerinden sonra yeni bir senaryo üzerinde çalışıyor. Suriye'deki gelişmeler konusundaAnkara'yı yanlış yönlendirdikleri gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan için de dosyalar hazırlamaya çalışıyor.

MİT TIR'larını durduran irade, bu sefer aynı hesabı başkaları üzerinden yürütüyor. Amaç aynı: Birilerini “suçlu” göstermek, Türkiye'yi teröre arka çıkan ülke göstermek, birilerini ve ülkeyi yalnızlaştırmak.

Dün bunu paralel örgüt üzerinden yapıyorlardı bugün başkaları üzerinden yapıyorlar. Devletin içinden, siyasetin ve sistemin içindenyeni bir ihanetle karşı karşıya kalabiliriz. Gezi ve 17 Aralık cephesi bu işin içinde. Şimdi bunlara yeni bir halka eklenmiş görünüyor. Hedef aynı, hesap aynı, yol-yöntem aynı sadece halka biraz daha genişlemiş.

Azez-Cerablus hattı hayal olur

Unutmayın; Güney sınırlarımıza belki on yıllarca kapatacak kalın bir duvar örülüyor. Türkiye ile Sünni Arap dünyası arasına kalın çizgi çiziliyor. İran'ın, son yıllardaki en stratejik adımı Rusya'yı Türkiye'nin karşısına dikmek oldu. Putin, Tahran'ın öncü gücügibi hareket ediyor, Türkiye'nin çıkar alanlarını vuruyor. Ama bu yöntemi tamamen İran önceliklerine göre şekilleniyor.

Türkmendağı'nın düşmesiyle Azez-Cerablus arasındaki güvenli bölge planları da tehlikeye girdi. Rusya ve İran bölgeye yığınak yaparken PYD ile ortak cephe şekillendiriyor. Kime karşı? IŞİD'e mi? Elbette Türkiye'ye karşı. O hat tehlikeye girebilir.

Yarın müdahale etmek istediğimizde karşımızda IŞİD ya da PYD değilRusya ve İran'ı bulacağız. Belki ABD'yi de. Çünkü hepsi birlikte Türkiye'yi bölgeden çıkarmaya, kovmaya çalışıyor.

Yine unutmayın: İçeride PKK ile savaşmıyoruz. Rusya ve İran'la savaşıyoruz. Bazı Avrupa ülkeleri ile savaşıyoruzÇokuluslu bir işgal girişimiyle mücadele ediyoruz. Sınırın hemen diğer tarafında da aynı koalisyon karşımıza dikilmiş Türkiye'yi tehdit ediyor.

Unutmayın, düşman hem içeriden hem sınırlarımızdansaldırıyor. Ve Türkiye belki de çok acı bir ihanetle yüzleşmeye doğru sürükleniyor!