Şu Bizim medyanın bazı konulardaki savrukluğu, özensizliği, derbederliği, hele hele algı yönetimi karşısındaki acemiliği yüzünden çoğu kez zokayı yutuyoruz.
Mesela…
Özgül ağrılık bakımından en fazla bir buçuk akademisyene denk gelebilecek bini aşkın elemanın imzaladığı o pespaye bildiri, “akademisyenler bildirisi” olarak sunuluyor, biz de afiyetle yiyoruz!
E hal böyle olunca zokayı yutturan çok oluyor.
Aradan çok geçmiyor, “Sinemacılardan akademisyenlere destek” haberiyle müşerref oluyoruz.
Kim bu “Sinemacılar” diye şöyle bir bakınca da birkaç boom operatörünü (sesli çekimlerde mikrofon tutan arkadaşlar), mebzul miktarda kamera asistanı, ışıkçı ve belgeselcinin (bu ülkede belgeselci olmak için de 'belgesel' çekmek şart değil nasılsa) yanı sıra üç beş senarist ve yönetmeni görüyoruz.
“Sinemacılar” dediğiniz bunlar mı?
Bunlardan ibaret mi?
Kaldı ki, bunların içinde, sabahın köründe Kürt çocuklarına “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dedirten “Andımızın” kaldırılmasını protesto etmek için adının önüne T. C yazanlar da var.
Şimdi kalkmışlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin (T. C) başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarına katliam uyguladığı ifadesine yer veren o şebelek bildiriyi destekliyorlar.
İçlerinde tanıdığım öyleleri de var ki neyi arkaladığının farkında bile değil keratalar.
Neyse…
Mevzumuz madrabazlık olmadığı için daha fazla üzerlerinde durmaya değmez. Geçelim.
Peki bu yavan “filmin” bu yoğun “jeneriği” burda nihayete eriyor mu?
Neden ersin, hazır zokayı yutmuşsunuz; o pespaye bildiriyi “akademisyenler bildirisi” olarak temellük etmişsiniz, devamı gelir.
Nitekim geldi de; “edebiyatçılar”, “gazeteciler” vs...
Sonuç itibariyle bu ülkenin akademisyenleri, edebiyatçıları, sanatçıları o pespaye bildiriye destek veriyor algısı oluşturulmaya çalışıldı.
Bu algıya istemeden de olsa katkı sunduktan, yani, o rezil bildiriye “akademisyenler bildirisi” destekçilerini de “sinemacılar,” veya “gazeteciler” veya “edebiyatçılar” şeklinde genelleştirdikten sonra mahut bildirinin içeriğini yerden yere vursan kaç para!..
Zaten “içerik” falan yok, sadece dışarıya yönelik algı faaliyeti var.
Malumunuz, bir süredir içeriden (iç kamuoyundan) umudunu kesen çevreler mütemadiyen dışarıya çalışıyorlar.
MİT TIR'ları hadisesi bunlardan biriydi. Maksatları, Türkiye'yi teröre destek veren ülkeymiş gibi göstermekti.
Bu faaliyetten dolayı içerde yatan “sevgili asker arkadaşım” Can Dündar da derdini dışarıya anlatmaya devam ediyor hâlâ.
Geçenlerde bir İngiliz gazetesine yazmıştı, şimdi de İsveç'te yayımlanan Dagens Nyheter'a Türkiye'yi şikâyet etmiş.
Etsin, etsinler, sorun değil, herkes sonuçta kendine yakışanı yapar.
Herkesten Muhsin Yazıcıoğlu gibi olmasını bekleyemeyiz.
Merhuma, onca yıl mahpus damında onca işkenceye maruz kaldığı dönemde Uluslararası İnsan Hakları Örgütü'ne başvurup başvurmadığını sormuştum da, ben kendi ülkemi dışarıya şikayet etmem, demişti.
Uzun lafın kısası, Türkiye, dışarıya yönelik korkunç bir algı faaliyetiyle karşı karşıya…
Bu algı faaliyetini kırmak için de Hasan Cemalgillere “liberaller”, o bildiriye imza koyanlara “akademisyenler”, destekleyenlere de “gazeteciler” veya “sinemacılar” falan dememek gerekiyor.
Yorum Gönder