Müslüman dünya, yeryüzünün ana eksenini oluşturur. Atlantik kıyılarından başlar, Orta ve Kuzey Afrika'yı, genişBatı Asya'nın tamamını içine alır. Bir kolu Orta Asya'ya diğer kolu da Güney Asya'ya devam eder ve bu hat Pasifik kıyılarına kadar uzanır.
Müslümanların yaşadığı topraklar, benim yıllardır ifade ettiğim şekliyleOrta Kuşak; siyasi açıdan, coğrafi açıdan, medeniyet/kültür açısından, imparatorluk haritaları açısından, bugünün küresel sistemine itirazları açısından gezegenin merkezidir.
İnsan gezegeninin merkezi
Semavi dinlerin yurdudur. Coğrafyanın dışında olan, çok uzağında kalan her ülke ve millet bu yüzden kendilerini bu topraklarınmirasçısı gibi görür. Kimlikleri, geçmişleri bu merkezle bağlantılıdır. Kültürel kaynakları, inanç kaynakları bu topraklardır.Bütün imparatorluklar, küresel güçler bu merkeze hakim olmak istemişler, bu merkezdeki güçleri oranında küresel güç olabilmişlerdir. Bu yüzden Müslüman olmayanlar da bu bir aidiyet duygusuyla bu merkeze bağlıdır. Coğrafyamız, insan medeniyetinin merkezidir, evidir.
Sadece güncel değerler açısından baksak bile, sadece son yüzyılla sınırlı baksak bile, sadece son yirmi yılla baksak bile bu böyledir. Merkez hiçbir zaman değişmez. Merkezin sakinleri, sahipleri hep önemlidir ve öyle olmaya da devam edecektir. Geçmişte ve günümüzde insanlığın, ırkların, kültürlerin, çıkarların, güç ilişkilerinin kesiştiği nokta buralardır. Kaynak burasıdır.
İnsanlığın evi burasıdır
Coğrafyaya dikkat edin, haritaya dikkatli bakın. Kara ticaret yolları buradadır. Dünyanın deniz geçişlerinin ağırlıklı bölümü buradadır. Enerji kaynakları buradadır. Bu kaynakları dünyaya ulaştıracak koridorlar buradadır. İstanbul Boğazı'ndan Çanakkale'ye, Süveyş Kanalı'ndan Malakka Boğazı'na kadar,Doğu'nun ve Batı'nın ekonomisini besleyen ticaret yolları bu coğrafyadadır. Trilyonlarca dolarlık ticaret bu koridorlardan yapılmaktadır. Yüz milyarlarca varil petrol, bir o kadar doğal gaz buradadır.
Tarih yapıcı milletler, kadim şehirler, imparatorluk mirasları, siyasi ve entelektüel geçmiş burasıdır. Bir Şamkadar, bir Bağdat kadar, bir İsfahan kadar, bir Semerkant kadar, bir Kahire ya da Konya kadar siyasi geçmişi olmayanların hüküm sürdüğü bir dünyada, insanlığın ata topraklarının bu denli savrulması, kaos fırtınasına tutulması, yokluk ve aşağılanmayla terbiye edilmesi hazmedilir bir şey değildir.
Bu düşmüşlük kader değildir
Bugünün dünyasının en dinamik nüfusunu barındırıyorken, küreseladaletsizliklere tek itirazın, sorgulamanın yükseldiği topraklardanintikam alınması kabul edilebilir bir durum değildir. Bütün kimliklerin çatışmaya dönüştürülmesi, evlerimizin ve zihinlerimizin parçalanması, etnik ve mezhep kimliği üzerinden ülkelerin istila edilmesi, hemen her ülke için parçalanma senaryolarının uygulanması normalleştirilebilecek bir tehdit değildir.Fakirliğin, adaletsizliğin, refah yoksunluğunun, gelir dağılımındaki dengesizliğin, ekonomik ve askeri zayıflığınanlaşılabilir bir tarafı yoktur.
Dikkat edin, bu geniş coğrafyada tek bir ülkenin bile güçlenmesine izin verilmiyor. Birazcık harekete geçen, ekonomisini düzelten, toplumsal barışını sağlamaya çalışan, siyasi aklını özgürleştiren, ayağa kalkmaya çalışan her ülke ağır saldırılara maruz kalıyor.
Kadim şehirlerimiz direnmeli
Vesayetten kurtulmaya, kendi yolunu çizmeye, geçmişiyle barışmaya, çevresiyle güç birliğine girmeye çalışan her ülke tehdit edilmektedir. Bazılarında askeri darbeler, bazılarında ekonomik krizler, bazılarında toplumsal çatışmalar tezgahlanmakta, o kadim şehirler savaş alanlarına dönüştürülmektedir. Bu şehirler direnemezse coğrafya ve ülkeler direnemez, bunu biliyoruz.
Devletlerimiz gibi, şirketlerimiz de, ordularımız da, kurumlarımız da, sivil toplum kuruluşlarımız da, dini cemaatlerimiz de, medyamız da, üniversitelerimiz de, düşünce kalıplarımız da, zihinlerimiz de vesayet altındadır. Son yüz yılda, çok az ülke bu kalıbın dışına çıkmaya yeltendi. Bazıları kısmen öne çıktı, biraz başarılı oldu.
Ama sonrasında çok büyük yıkımlarla yüzleştirildi. Özgürlükarayışlarımız, demokrasi arayışlarımız, refah arayışlarımız bu yıkım rüzgarlarıyla mahvedildi. Kitlelerin talepleri, arayışları devletler/rejimler üzerinde kurulan baskılarla cezalandırıldı. Bırakın coğrafyanın istikrarını, kendi istikrarı peşinde koşan ülkelerin bile başına türlü belalar geldi.
Bir ses, bir duruş, bir tavır, bir çıkış
Bütün bunlara bakınca, Türkiye'nin nasıl bir mücadele verdiğini,içeride ve dışarıda bu mücadeleye karşı ne tür cepheler kurulduğunu daha net görüyoruz. Yüz yıllık sabrın sona erdiğini, Osmanlı siyasi otoritesinin çöktüğü topraklardan yeni bir yükselişin filizlendiğini, bu yükselişin sadece Türkiye'de değil bütün coğrafyada refaha, adalete, özgürlüğe ve istikrara destek vereceğini biliyoruz. İşte bu yüzden mücadeleyi çok önemsiyoruz. İşte bu yüzden Türkiye'nin neden durdurulmak, susturulmak istendiğini biliyoruz.
Öteden beri, devletlere yönelik denetimin bölgemizdeki ulus-üstükurumlar üzerinde de varolduğunu biliyoruz. 57 ülkenin temsil edildiği İslam İşbirliği Teşkilatı, bu yüzden başarılı olamadı. Irak işgal edildi, sustu. Afganistan işgal edildi, sustu. Suriye kanlı bir savaşa sürüklendi, sustu. Mezhep savaşı tezgahlandı, sustu. Terör bütün bölgeye yayıldı, sustu.
Zirveler yapıldı, konuşmalar yapıldı, organizasyonlar kuruldu, paraharcandı, etkili bir çözüm ortaya konulamadı. Bir ses, bir duruş, bir tavır, bir çıkış sağlanamadı. Bunca enerji, emek yıllarca boşa harcandı. Ya da hiçbir şey yapılamadı. Oysa bu ülkelerin bulunduğu yer, kaos coğrafyası ilan edilmişti.
Tarihten kaçmayın
Özellikle son yirmi yıl, Birinci dünya Savaşı benzeri bir talana, yıkıma sahne oldu. Bırakın yükselişi, istikrarı, refahı, özgürlüğü, varolanlar korunamadı. Sesi gür çıkması gerekenlerin sesi kesildi. Tarih yapması beklenenler tarihten kaçtı.
14 Nisan'da bütün bu ülkeler İstanbul'da toplanacak. Devlet başkanları veya temsilciler biraraya gelecek. Yeryüzünün ana ekseninin yöneticileri oturup konuşacak. Ne diyecekler, ne konuşacaklar, nasıl bir çağrı yapacaklar, ne tür bir çıkış yolu bulacaklar? Ya da bunları yapabilecekler mi?
Demokrasi için, özgürlük için, refah için, sosyal huzursuzluklar için,işgallere karşı, iç çatışmalara karşı, terör örgütleri üzerinden yürütülen örtülü operasyonlara karşı, temsil ettikleri yüz milyonlarca insana ne diyecekler?
Kaç ülke daha parçalanacak?
Coğrafyamız çok zor durumda. Bunu durduramazsak, ülkeleri yakınlaştıramazsak birkaç yıl içinde birkaç ülke daha parçalanacak. Ülkeler yeni cephelere bölünecek ve bugüne kadar ülkelerle sınırlı olan iç savaş bölgesel savaşa dönüşecek.
Biz 20. yüzyılı kaybettik. Bir kayıp yüz yıl daha yaşamak istemiyoruz. Bu coğrafya yeniden 20. Yüzyıl yaşasın istemiyoruz. Bir yol arıyoruz. Güçlü bir çağrı, güçlü bir dayanışma istiyoruz. Birbirinden kopan ülkelerin yeniden yakınlaşmasını, ulus üstü yeni yapıların kurulmasını ve bunların etkin olmasını istiyoruz.
Bugün susarsanız yarın Basra Körfezi savaş alanına dönüşecek. Doğu Akdeniz dünyanın en sancılı yeri haline gelecek.Kızıldeniz kana bulanacak. On yıl içinde belki on ülkeye iç çatışmalar servis edilecek.
İstanbul Zirvesi'ne katılanlar, ülkelerinize, milletlerinize, coğrafyanıza karşı sorumluluğunuzu yerine getirin. Tarih yapıcı rol üslenin. Atlantik'ten Pasifik kıyılarına kadar dalga dalga gelen tehditlere meydan okuyun. Coğrafyayı saran umutsuzluğakarşı bir çıkış yolu gösterin.
Unutmayın, her ülke için yeni haritalar çiziliyor. Bu rüzgarı tersine çevirin!