Sayın Cumhurbaşkanımızın ziyareti vesilesiyle Obama'dan öğrendik ki ABD demokrasiyi, özgürlükleri hele de basın özgürlüğünü çok önemsiyormuş.
Gerçi Mısır'da darbeyi ve darbecileri daha çok önemsemişlerdi, ama, olsun, Türkiye, nasıl derler, bir Mısır değil...
Ne ki, Türkiye'de de vaktiyle (28 Şubat döneminde) “demokrasiye tanklarla balans ayarı” verenleri önemsemişlerdi.
Bu konuda, Sevgili Çandar'ın, “ABD post-modern darbeyi destekledi” ifadesinin ardından söylediklerini unutmak mümkün mü: “Meğer 28 Şubat'tan iki hafta sonra, 12 Mart cumartesi günü Washington'da Dışişleri Bakanı Albright'ın çağrısıyla bakanlığın yedinci katında, Türkiye toplantısı yapılmış. Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi orada. Türkiye'ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o gün konuşulmuş. Toplantıdan çıkan sonuç, 'doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli' olmuş…”
Malumunuz, “doğrudan askeri darbe” olmadan hükümetin alaşağı edilmesine de “post-modern darbe” denildi.
Peki, Türkiye'de doğrudan darbe yapıldığında, ABD demokrasi ve özgürlükler adına nasıl tepki göstermişti?
12 Eylül darbesi, dönemin Başkanı Jimmy Carter'a, “Bizim çocuklar işi bitirdi” (Our boys have done it) mesajıyla iletilmişti.
Diyeceksiniz ki, ne 28 Şubat post-modern darbesinde ne de 12 Eylül Kenan Evren darbesinde Obama yoktu.
Haklısınız, yoktu.
Lakin “paralel örgüt” Türkiye'ye “çökerken” vardı.
Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, “silahlı terör örgütü” kurmak iddiasıyla müebbede çarptırıldığı haberini aldığında Başkan Obama'nın tepkisi acaba ne olmuştu?
“Ne oluyor lan, Türkler çıldırdı mı?”
“Hayır başkanım, bizim mülâaneci çocuklar işi bitirdi…”
Sahi, paralel yapı “işi bitirirken” ABD, demokrasi ve özgürlükler konusunda nasıl bir duyarlık göstermişti?
İlhan Selçuk'tan Mustafa Kaplan'a, Nedim Şener'den Erol Manisalı'ya kadar derdest edilirken, Prof. Türkan Saylankovuşturulurken ne yapmışlardı?
Mesela, Erdoğan'ın gıyabında, “Demokrasi vaadiyle geldiğini kendisine hatırlattım” deme gereği duymuş muydu Obama?
Uzun lafın kısası, “otonom yapı” yargıya hakimken, yani, istediklerini istedikleri anda istedikleri gerekçeyle içeri atarlarken ABD'den herhangi bir uyarı gelmiş miydi?
Neden susuyorlardı?
Yargı bağımsızlığına inandıkları veya yargı kararlarına saygı duydukları için mi yoksa “taşeron yapıları” yargıya hakim olduğu için mi?
Hayır yani, o vakit yargı bağımsızdı da şimdi mi AKP'nin eline geçti?
O dönemde, söz gelimi Can Dündar'ın kalemini Pensilvanyakıracaktı da, Anayasa Mahkemesi malum kararı verecek, o mahkeme de tutuksuz yargılama yoluna sapacaktı ha?
Anayasa Mahkemesi'nin taa kozmik odasına kadar girerler, tutuksuz yargılama kararını veren mahkemeyi de anında Ergenekon Terör Örgütüne (ETÖ) yazıp mavi gökyüzünü dar ederlerdi
Uzun lafın kısası, mülâaneci çocuklar 17- 25 Aralık'ta işi bitiremedi, haliyle iş, 12 Eylül'de işi bitiren çocuklara kaldı.
Onun için Michael Rubin, “Türkiye'de darbe olması durumunda ABD darbecilerle çalışmaya devam edecek…” şeklinde sinyal verdi.
Onun için liberal postuna bürünmüş işbirlikçi aydınlar darbe yollarına taş döşemeye başladı.
Bu aydınların hülasası mesabesindeki “eleman” tevekkeli, “demokrasi darbeyle de gelir” dememişti.
Demokrasi götürmek uğruna Irak'ı işgal eden ABD'nin “demokrasi duyarlığının” da çok “değişik”, yani, kendi hesaplarına çok “işlevsel” olduğunu biliyoruz.
Bu bakımdan…
Erdoğan'ın, “Gıyabımda o tür bir açıklama yapıldığını duyunca üzüldüm (…) Bana o türden bir şey söylenmiş değil...” şeklinde tepki gösterdiği Obama'nın, “Demokrasi vaadiyle geldiğini kendisine hatırlattım” sözü üzerine adamakıllı düşünmek zorundayız.
Koskoca ABD Başkanı gündüz gözüyle neden yalan söyleme gereği duymuştur?
Üstelik bu yalanını yüzüne vurmaktan çekinmeyecek bir lidere karşı…
Bizim Akif Emre'nin geçenlerde dile getirdiği bir örnek bu konuda da bence gayet açıklayıcı.
Rauf Denktaş'ın Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyetini ilan etmesi üzerine, dönemin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, ABD Başkanı Reagan'la görüşmek üzere kabul edilir. Türkmen, çok olumlu bir görüşme gerçekleştiğini, Kıbrıs konusunun hiç gündeme gelmediğini, ABD Başkanı'nın Türkiye'nin büyük devlet olduğunu dile getirdiğini sevinçle Ankara'ya bildirir. Ne var ki çok geçmedenBeyaz Saray basın sözcüsü, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda attığı adımların kabul edilemez olduğunun söz konusu görüşmede dile getirildiğini zehir zemberek bir bildiriyle basına duyurur.
Devamını Akif Emre'den okuyalım: “Bunun üzerine İlter Türkmen'in Beyaz Saray'da tanıdığı diplomatı arayarak, böyle bir açıklama yayınlandığını ancak Başkan'ın görüşmede bu tür ifadelerin hiçbirini söylemediğini belirtmesi üzerine verilen cevap, işlerin nasıl işlediğini, her şeyi açıklayan bir cümledir: ''Olsun, Başkan Reagan'ın söylemesi gerekirdi…”
Demek ki, Başkan Obama'nın da mahut yalanı söylemesi gerekiyormuş!
Erdoğan ve Türkiye aleyhine yürütülen algı faaliyetinin geldiği aşamayı göstermesi bakımından bu yalan gerçekten de çok önemli.
Haklı olmanın hiç bir şey ifade etmediği, sadece gücün ve güçlünün geçer akçe olduğu bu dünya düzeninde ABD'yle polemik yapmanın alemi yok.
Yapılacak tek şeyi tekrar etmek makamındayım: İçerde milli ittifakları genişletmek, dışarda Rusya başta olmak üzere bölge ülkeleriyle sağlam ve sağlıklı ilişki kurmak…
Başka yol yok.
Salih Tuna
Yorum Gönder