Kurt Kalesi




Bizler dünyanın merkezini oturduğumuz evin salonu, sokağımız, caddemiz, semtimiz, kasabamız, şehrimiz daha da büyük düşünüyorsak ülkemiz zannederiz... Böyle eğitildiğimiz için de gerçeklerle buluşmada ciddi sıkıntı yaşarız. Siyasetçilerimizi, işadamlarımızı, profesörlerimizi, gazetecilerimizi, araştırmacılarımızı, öğretmenlerimizi, hepimizi böyle düşünmeye zorlarız. Yapılan hesaplara intibak etme konusunda patinaj yaparız. Oyunu anlamadığımız için de sınıfta kalır, içeride operasyon üzerine operasyon yeriz!
Tarihler 7 Haziran 1494'ü gösterirken PAPA bir yanına PORTEKİZ diğer yanına ise İSPANYAkrallarını alarak AVRUPA dışındaki yerküreyi ikiye bölüp paylaştırdı. Bizler aklımızı evimizden ya da şehrimizden dışarı çıkaramazken adamlar dünyayı paylaşıyordu. O günkü denklemYALTA'dan sonra yani İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'nın ardından ABD-RUSYA olarak devam etti ve etmekte. Kameraların önündeki itişip kakışmalar sizi aldatmasın. Hepsi tiyatro. İçeride anlaşılır, dışarıda kavga görüntüsü verilir. Bu da bizlerden gizlenir.
11 Eylül saldırıları ile birlikte MÜSLÜMAN=TERÖRİST algısı yerleştirildi. Amerika Avrupa'nın, özellikle İngiliz istihbaratının sızıp yönettiği İSLAMİ AKIMLARI bitirmek istiyordu. Bu nedenle İslam dünyasına "kararını ver" dedi. Çünkü günümüzde PAPA'nın gücü büyük de olsa dünyayı ikiye ayırıp paylaştırmaya yetmiyordu. Bu nedenle iki hamle gerekiyordu.
İlki PAPA'yı, yani VATİKAN'ı, CIA üzerinden Washington'a bağlamak. Öyle oldu. İkinci hamle de Vatikan'la yakın ilişki kurabilecek ve sıcak ilişkileri götürebilecek bir AKIMA ihtiyaç vardı.
Haliyle bu AKIM hem Vatikan'ı İslam dünyasına yaklaştıracak, hem de ABD'nin kurmak istediği düzenin yerine gelmesine yardımcı olacaktı. Bu nedenle malum yapı Amerika'da oturmakta ve korunmakta, PAPA'da BAŞKAN'ın fotoğrafçısı Pete Souza tarafından izlenmekteydi! YALTA'da ellerini birleştiren ABD ile Rusya dünyayı parsellere ayırmıştı. Siz bakmayın Suriye'deki tiyatroya...
Tıpkı 1494'te olduğu gibi yeryüzü parsellenmek isteniyordu! KATOLİK dünyası ile İslam dünyasının birarada olduğu bir düzen yanında Rusya'nın başını çektiği Ortadoks blok... Karşıda kim vardı? İşte bunu anlamak şart! Joe Biden'ın perde gerisinde İsrail'i yerden yere vurması, mikrofonlar açıkken John Kerry'nin Tel Aviv'in Gazze operasyonunu eleştirip "AMMA DA NOKTA OPERASYONU!" demesi işaret fişeklerinin bazıları...
Neyse Volkswagen'e dönelim... Konuyu anlamaya çalışalım... HİTLER , KURTLAR'a bayılırdı. Her şeyi kurt ismiydi. Askerlerine, komutanlarına, ordularına bile kurt ismi takardı. Volkswagen'i HİTLER kurdurdu. "Alman halkı her şeyin en güzeline layıktır" diyerek startı verdi. Projeler gelmeye başladı. Ferdinand Porsche isimli mühendisin çalışmasına HİTLERbayıldı. Bizim efsane KAPLUMBAĞA'yı tasarlayan PORSCHE'tu! Öncekilerden farkı, hava ile değil su ile soğuyan motor yapmasıydı.
Rusya'ya giden TANKLAR da bu sistemle ilerliyor ve dünyayı sarsıyordu. Volkswagen, yaniHALK ARABASI, böyle doğdu. Parayı da Rothschild ailesi verdi. Savaşı finanse ettikleri gibi bu projenin de arkasında onlar vardı. Zaten doğumları Almanya'ydı! Hitler arsayı verdi, fabrika kuruldu. Yetmedi, çalışanlar rahat etsin diye bugünkü WOLFSBURG, yani KURT KALESİ,şehrinin kurulmasını emretti. Efsane böyle doğdu.
Hissedarlara rağmen bütün yetkiler EYALET HÜKÜMETİNDEYDİ. Kimsenin söz söyleme yetkisi yoktu. Porsche'nin torunları, aynı zamanda hissedarları da olan DAMATLARIFerdinand Karl Piech'le ters düştü. İlk kıvılcım buydu. Karl Pich'l'in en yakın dostu ise, Nathaniel Philip Rothschild'in babası Jacob Rothschild'ti... Neyse... Devam... FIFA'da Blatter'le başlayan kavganın arkasında aslında ABD-ALMANYA kavgası vardı. Katolik ve İslam dünyasında BAYRAK gösteren Almanya'ya birileri "DUR" demek istiyordu. FIFA'daki skandalla bizdeki ŞİKE operasyonları da aynı kanat tarafından tasarlanıyor ve hayata geçiriliyordu. İSİM VERMEK istemiyorum ama dünyaca önemli iki SPOR markası her yerde kapışıyordu. Gariptir ya da çok ilginç bir tesadüftür bilemiyorum ama ŞİKE OPERASYONLARINDA canı yanan Fenerbahçe, Beşiktaş ve Sivasspor'du! Bu üç takım diğer takımların aksine rakip markayla çalışıyordu! Dünya futbolunu sallayan FIFA skandalındaki kahramanları itip kakanlar burada da aynısını yapıyordu. Kimse buna bakmıyordu. İsimlere girersem kitap olur burada kesiyorum... Devam... Volkswagen skandalı patladıktan sonra neler oldu? Glencore PLC: İsviçre merkezli dünyanın en büyük madencilik firmalarından biri. Sadece madenleri çıkartmıyor, ayrıca onların satışını da yapan bir firma. Sakın İsviçre'de "Hangi madenler var ki" diye sormayın! Dünya fındığının yüzde 70'ini Türkiye üretir. Ama fındık borsası HAMBURG'dadır! Kimse "Almanya'da fındık var mı" diye sormaz! Glencore, 90'dan fazla maden için bu işlemleri yapar! Büyüklüğünü siz düşünün! İşte bu dev şirketin hisseleri dün bir anda YÜZDE 30 KADAR düştü!
Bu arada Sepp Blatter'e İsviçre Adalet Bakanlığı tarafından soruşturma açıldı! Bu da tesadüf tabii...
Oysa İsviçre, Amerika'nın bile yapmadığını yapıyor, VW satışlarını hemen yasaklıyordu! Ama en büyük şirketi zarar görmekten kurtulamıyordu! Devam... Shell (Anglo-Dutch) dün Alaska Chukchi Denizi'ndeki petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerini yeterli rezerv olmayabileceğidüşüncesiyle durdurdu! Yaz başlarında bu bölgede devasa kaynaklar olduğunu söyleyen Shell ne oldu da çark etti! Çevrecilerin baskısına mı boyun eğdi?
İnandırıcı mı sizce? Değil tabii! FIFA'daki bilinen SIR'lar nasıl günü geldiğinde DEŞİFRE edildiyse bizdekiler de böyle oldu. EN azından bizde herkesin bildiği bir HATIR ŞİKESİ hep vardı. Ama sorun şu ki neden Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın şike ile canı yanarken Galatasaray'a bir şey olmuyordu?
Almanya'yı, Ortadoğu'yu, Suriye'yi, Blatter'i, FIFA'yı ve parayı anlamak istiyorsak bu sorunun cevabını bulmak zorundayız... Hiçbir şey kendiliğinden olmaz! Sadece gerçekler bu milletten gizleniyor. YABANCILAR bunu kullandıkları adamları vasıtasıyla pek güzel yaparlar. Hep yaptılar... Kimseyi hesaba katmak istemiyorum ve isimlere girmiyorum. Amacım fotoğrafı göstermek.
Bu kadar oyunun oynandığı bir ülkede gerçeklerin konuşulmaması çok ilginç. Bakıyorum Almanya'ya orada da gerçekleri konuşan yok. İsviçre'de de aynı şekilde...
Amerika AVRUPA BİRLİĞİ'ni, daha doğrusu ALMANYA'yı, sınırlamak için harekete geçti.
Bunu kendi spor markaları ve şirketleri ile pek güzel yapıyor ve yapmakta... Hem Avrupalı devletleri hem de Avrupa'ya kan veren Rothschildler'i durduruyor!
Altalta konulacak daha çok şey var! FUTBOL SADECE FUTBOL, Volkswagen de sadece otomobil DEĞİLDİR ! Savaş sürüyor! Amerika KATOLİK ve İSLAM dünyasında AVRUPA izi görmek istemiyor... Avrupa da "Yok öyle şey!" diyor! Rusya, Amerika'nın yanında!
Kavga bu! Şikeyi de FIFA'yı da Volkswagen'i de bu çerçevede düşünün! Dedim ya; bize hep evimizden bakmayı ve düşünmeyi öğrettiler...
Çünkü yeryüzünde BÜYÜME POTANSİYELİ olan tek devlet biziz! Aklımızdan korkuyorlar. Bu milletin ayağa kalkmasından çekiniyorlar! Bu nedenle bizi de sınırlamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Oyunu görün!

Göçmen Sorununa Avrupai Çözümler



Avrupa’yı en fazla sarsan, Avrupalılık değerleri olarak anlaşmalara giren insani konuları en çabuk unutturan konu, göçmenler.

Bir çok AB ülkesinde komşu AB üyesinden gelenler bile göçmen olarak görülüyor. Doğu Avrupa ülkeleri AB’ye katıldığında, Fransa’da Polonyalı muslukçuların gelip Fransız muslukçuları işsiz bırakacağı yönünde büyük bir infial yaşanmıştı. Benzer biçimde batı Almanlar, akrabaları olan Doğu Almanları aralarına almamışlar, hatta bir Doğu Alman olan Merkel şansölye olunca basın yıllarca onun bu kimliğiyle uğraşmıştı.
Sonraları, Sarkozy başta olmak üzere birçok AB üyesi ülke lideri, Romanlarla uğraşmaya başlamıştı. Önce otobüslere doldurup şehir dışlarına göndermişler, ardından bu insanların Bulgaristan ya da Romanya’dan geldiklerine karar verip, yine otobüslerle onları gözlerinin görmeyeceği yerlere yollamışlardı.
AB’nin bir diğer sorunu da Afrika’dan gelen göçmenler oldu; bu sorun Akdeniz’i geçip İtalya kıyılarına ulaşan Afrikalılardan kaynaklandı. Bir dönem İtalya o kadar bunalmıştı ki, tüm gelenlere AB kimliği verip bu insanların İsveç’e kadar gitmelerinin önünü açmakla tehditler savurur hale gelmişti.
AB içinde kampa kapatma
Göçmenler üzerinden devletlerin birbirlerini tehdit etmesi, zaten başlı başlına insanlık dışı bir politika. Ancak ne yazık ki bu Avrupa’da artık normal karşılanıyor. O kadar normal karşılanıyor ki, bulunan çözümler bile sorgulanmıyor. Örneğin Afrika’dan gelen göçmenler için bulunan çözüm, Akdeniz’e kıyısı olan AB üyesi devletlere para verilmesi ve onların da bu paralarla gelen göçmenlere ya kamplarda bakmaları ya da geri yollama masraflarını karşılamaları.
Bu arada İtalyan ya da İspanyol polisi nelerle uğraşır, siyasiler bu maddi manevi yükün altından nasıl kalkar, hiç düşünülmemişti; hala da düşünen yok. Başka yerlerden gelenler ortalıkta gözükmesinler, bir yerlere kapatılsınlar da ne olursa olsun.
Ancak Suriye kriziyle birlikte, işler AB açısından çığırından çıkmış görünüyor. Zira Ortadoğu’dan gelen göçmen sayısı çok artmış durumda, üstelik radikal İslami terör tehdidi var, dolayısıyla bu insanların AB topraklarında kapatılacakları yer bulmak giderek zorlaşıyor. Üstelik konu Akdeniz’den Ege’ye, yani daha kolay geçilebilecek bir hatta kaymış durumda. Artık göçmen teknelerini batırmakla ya da TIR’lar içinde ölüme terk etmekle de bu insanların göçü engellenemiyor.
AB dışında kampa kapatma
Neyse ki, bu soruna da çare üreten siyasiler çıkıyor. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere bunlardan biri. Ege’den AB’ye ayak basan göçmenlerin Türkiye’den geldiğini beyan eden bakan, Türkiye’de 2 milyona yakın Suriyeli göçmen olduğunu açıklamış.
Bu açıklama, “ne yapacak bu Türkiye” türünden bir endişeye karşılık gelmiyor. Tam tersine, 2 milyona bakan, daha fazlasına da bakar demeye getiriyor. Bunu, bulduğu çözümden anlıyoruz.
Alman Bakan, AB fonlarından para ayrılıp bununla Türkiye’ye büyük bir göçmen kampı yapılmasını önermiş. Ortadoğu’dan tüm gelenlerin buraya kapatılmasını öngördüğüne göre, muhtemelen bu kampın epeyce büyük bir yer olması ve yaklaşık 4 milyon kişiyi de barındırması beklentisinde. Kısacası Türkiye’nin bir ilini bu insanlara tahsis etmesini istiyor. Nasıl olsa Türkiye AB üyesi de olamayacağına göre, çöplerin kapının dışına süpürülmesi makul bir çözüm olarak görülmüş olmalı.
Ancak bir konu daha var ki o da Alman bakanın Türkiye’yi nasıl bir ülke olarak gördüğüyle ilgili. Belli ki Bakan Türkiye’yi “çöpün dökülebileceği yer” olarak görüyor. Yazık. Ama bu algının oluşmasında belki bizim de katkımız vardır ve öz eleştiri yapmamız gerekiyordur.
http://akademikperspektif.com/2015/09/27/gocmen-sorununa-avrupai-cozumler/

Turkey’s repeat elections: the Kurdish wildcard


The PKK’s terror, which ended the reconciliation process despite the state’s wishes and efforts, and the HDP’s supportive statements of this terror seem to shape the electorate’s behavior in the Nov. 1 elections

Turkey’s election cycle continues, as the country heads for a new round of elections this November. Following the June 2015 elections, it proved impossible to establish a coalition government, and now, the caretaker government under Justice and Development Party (AK Party) leadership, is taking the country to “repeat” elections. Despite receiving nearly 41 percent of the vote, the AK Party could not form a single party government because the Peoples’ Democratic Party (HDP) passed the national threshold with 13 percent and secured 80 parliamentary seats. The June elections showed that the electorate still saw the AK Party as the only party capable of governing, while denying the ruling party yet another single party government. The wildcard – that is, the HDP passing the national threshold – worked against the AK Party in June. Whether the HDP can surpass the threshold once again in a maximum security political atmosphere will be critical to these next election results.
The AK Party’s coalition talks with the Republican People’s Party (CHP) yielded no results, and the HDP had ruled out the possibility of a coalition with the ruling AK Party even before the elections. The Nationalist Movement Party (MHP) set preconditions – a definitive end to the Kurdish resolution process, a full investigation of the Dec. 17 and Dec. 25 corruption allegations and the restoration of the traditionally ceremonial role of the president – that made it virtually impossible to even discuss a coalition government. Under these circumstances and after the failure of the coalition talks, President Recep Tayyip Erdoğan tasked Prime Minister Ahmet Davutoğlu to form a caretaker government. During the coalition talks, the opposition parties had either ruled out coalition negotiations (as in the case of the HDP and MHP) or interpreted the election results as a total defeat for the AK Party (as in the case of the CHP).While the political process could not produce a coalition government, the security environment shifted with the Islamic State of Iraq and al-Sham (ISIS) and PKK attacks inside Turkey. As a result, political dynamics heading into this round of elections are significantly different than they were before the June elections, particularly in the wake of the renewed fighting between state security forces and the PKK. In July, the PKK announced the end of a two-year-long cease-fire and resorted to summary executions of security officials. The pretext for the PKK to end the cease-fire was the Suruç bombing that resulted in the deaths of 33 activists. The attack was linked to ISIS, and in its aftermath, Turkey announced that it would participate militarily in the U.S.-led international coalition against ISIS. The PKK claimed, however, that the government was supporting ISIS – a propaganda theme developed ever since the Kobani crisis. The PKK tried to bolster ethnic solidarity among Kurds in Turkey and in Syria for its regional as well as recruitment goals.
Turkey’s hesitation to act during the Kobani crisis was linked to questions about the political goals of the Democratic Union Party (PYD) in Syria. The PKK conducted an effective public relations campaign, promoting the idea that the Turkish state was supporting ISIS against the Kurds. This argument found resonance with many Kurds and resulted in dismal results for the AK Party, especially in the Kurdish-majority cities of southeast Turkey. As the country moves into the November elections, the course of the conflict between the security forces and the
PKK will undoubtedly have a strong bearing on the Kurdish vote. It will also play a large factor in determining whether the AK Party has the ability to once again be competitive against the HDP in the region.
As a result of the high-security political climate created by the fighting, stability as a theme of the campaign will likely have a significant impact on the election results. The Kurdish vote will be critical, and the AK Party and the HDP will compete for conservative Kurdish votes. However, the electorate in general, including the Kurds, will make judgments about how their vote will help bring stability. If voters sense that lack of stability is a direct result of the failed coalition forming process and the ensuing fighting, they may move towards voting for the AK Party in the hopes that it will garner enough votes to establish a stable, single-party government.It will be important to see who will be blamed for making the formation of a coalition government impossible. For instance, while the MHP appeared to have a principled stance in the immediate aftermath of the June elections, many inside and outside the MHP questioned the wisdom of the party’s refusal to be part of any coalition scenarios. Some MHP voters may veer toward the AK Party because the MHP has no prospect of coming to power other than as part of a coalition – a prospect that party leader Devlet Bahçeli has made impossible through his maximalist preconditions. Whether the AK Party can take back some conservative nationalist votes from the MHP through the stability argument will define its chances of forming a government on its own.
In June, the HDP was able to present itself as more than a “Kurdish party” to appeal to non-Kurdish segments of society, including liberals and Alevis among others. Many voted for the HDP strategically to counterbalance the AK Party for which there were no true alternatives. This November, however, in an environment where the HDP has been unable to unequivocally denounce PKK violence, non-Kurdish voters will likely be more hesitant to vote for the HDP. It will be critical to see if the HDP can keep such voters in its camp and whether the PKK leadership’s public reprimand of the HDP – and HDP’s inability to confront them – will make a significant difference in the ballot box. Furthermore, the nationalist backlash against the HDP may limit their ability to maneuver and appeal to non-Kurdish voters. In the end, however, all this may add up to only marginal changes in voting percentages and the HDP may still be able to surpass the 10 percent threshold.
The resolution process, which promised to bring about a political solution to the Kurdish question, appears to be shelved at the moment – “in the refrigerator” as Erdoğan remarked. It does not appear likely that the state security forces will end their efforts to reestablish control in southeastern Turkey before the November elections, barring a surprise call from imprisoned PKK leader Abdullah Öcalan for the PKK to return to the negotiation table. The Kurdish wildcard, in its different manifestations, such as the renewed fighting or the HDP’s electoral success, will be the most important factor shaping voter behavior in November.
* Research director at SETA Foundation in Washington, DC
http://en.akademikperspektif.com/2015/09/28/turkeys-repeat-elections-the-kurdish-wildcard/

Aydın Doğan son kurşunu da attı..



Siyasete ayar vermek, daha da ileri gidip siyaseti dizayn etmek bazılarının vazgeçmekte zorlandığı çok kötü bir alışkanlık. Onlar hala, on yıl önceki gibi, yirmi yıl önceki gibi, demokrasi kamuflajı altında iktidar biçimlendireceklerini sanıyorlar. Israrla, bıkmadan bu gücü ellerinde tutmaya, bu alışkanlığı devam ettirmeye çalışıyorlar.
Hükümet kurup hükümet indirmek, kabine şekillendirmek, bazılarını öne çıkarıp bazı siyasileri harcamak, devletin siyasi ve ekonomik iktidarını dar bir alanda bölüştürmek gibi bir tekel gücünün hala ellerinde olduğunu sanıyorlar.
Dışarıdan demokrasi, içeriden Baas oligarşisi
Türkiye'nin siyasi tarihi aslında bir biçimde bu “iktidar kurucuları”nın tarihidir. “Dışarıdan demokrasi, içeriden Baas yönetimi”nin gerçek aktörleri hiçbir zaman millet olmadı. Olmayı denediği zamanlarda da askeri darbe ve idamlarla süreç engellendi. Hangi siyasi çevreden olursa olsun, demokratik yöntemlerle gelmelerine rağmen, devlet iktidarından pay istediği anda milleti cezalandıran bir siyasi geleneğimiz var bizim.
Çünkü iktidar dediğimiz güç, bir “oligark ekibi”ne ihale edilmişti. Öyle ki, siyasi partilerimiz bile bunların kontrolünde, yönlendirmesi altındaydı. Onlar varken siyasetin, millet iktidarının bir şeyleri yönetmesi, değiştirmesi, dönüştürmesi mümkün değildi. Şimdi bu iktidar alanı yer değiştiriyor, Türkiye için “iç eksen kayması” yaşanıyor. On yıldır içeride verilen bütün kavgaların tek bir sebebi var, o da bu değişim.
Karşı Devrim'in sembol ismi Aydın Doğan
Siyasete ayar verme geleneğinin sembol ismi her zaman Aydın Doğan olmuştur. Tek güç hiçbir zaman o değildi ama bütün yaptırımlar, yönlendirmeler, hizaya sokmalar onun üzerinden, onun medyası üzerinden yönetildi. Gezi isyanı, 17 Aralık darbe girişimi ve son HDP/PKK üzerinden başlatılan “karşı devrim”in sözcüsü de yine o oldu.
Aydın Doğan, sanki bir intihar bombacısı gibi öne çıkarıldı, onun üzerinden son kurşun atılmaya çalışıldı. Bir sermaye gücünün, bir medya gücünün böyle bir kavganın merkezinde yer alması, hatta ana karargahlarından biri olması, özellikle böyle bir dönemde cesaret işidir.
Çünkü bu güç, girdiği büyük kavgadan yenilerek çıkabileceğini de öngörmek zorundadır. İçerideki iktidar alanı ile dışarıdaki organik bağlantılarının desteği de, bu sefer ona zafer kazandırmaya yetmeyebilir.
A. Doğan, çokuluslu bir kavganın sözcüsü
Şimdiye kadar hep kazandığı için, özgüven körlüğü ile yürüttüğü bu savaş, ilk kez siyasi kavga boyutlarının çok ötesine taşmıştır. Bu sefer devletiyle, milletiyle, geçmişi ve geleceğiyle tehditlerle yüzleşen ülkesine karşı, terörle anılacak derecede savrulmuştur. Türkiye için “yakın tehdit” olan çevrelerle iş tutmuş, onlar üzerinden ülkeyi ve devleti dövmeye kalkışmış, bir anlamda Türkiye'ye şantaj yapmıştır.
Oysa Türkiye değişti, iktidar aygıtları değişti, ülkenin de milletin de ilgi alanları değişti, devlet felsefesi değişti. Bundan sonra değişim bu yönde seyredecektir çünkü coğrafi bir değişim söz konusudur. Daha da ileri gidelim küresel güç haritası değişmekte ve iktidar alanları alabildiğine çeşitlenmektedir. Böyle bir dönemde, eski alışkanlıklarla devlete kafa tutup, kendi iktidar imkanlarıyla milleti zehirlemenin faturası oldukça ağır olabilir.
Artık o dar oligark yapı, Türkiye'yi de, coğrafyayı da denetleme gücüne sahip değildir. Türkiye öyle ağır imtihanlardan geçmektedir ki, ya parçalanıp dağılacak ya da eskisinden çok güçlü bir devlet olarak kendini yeniden kuracaktır. Kavganın boyutu burada ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla Aydın Doğan'ın merkezinde yer aldığı kavga çokuluslu bir kavgadır.
Artık merkezde yer alamazlar..
28 Şubat'taki darbe mimarlıklarını hatırlatmaya gerek yok. Bu ülkenin muhafazakarlarına çektirdikleri eziyetleri sıralamaya gerek yok. Ama son savaşın bütün merhalelerinde yer almaları, Gezi isyanı ile terör üzerinden hükümet devirmeye destek vermeleri, 17 Aralık'çılarla Türkiye'yi Mısır'a çevirme projesinde işbirliği yapmaları, son olarak da HDP üzerinden kurdukları oyunu PKK saldırılarını pazarlama noktasına kadar getirmeleri, A. Doğan için dramatik bir dosya haline gelmiştir.
Yıllardır “merkez medya” olarak övünen medya grubu, Kürt milliyetçiliğine bel bağlamış, HDP'yi desteklemek bir tarafa, PKK ve diğer terör örgütlerine sempati pazarlayan marjinal yapılar haline gelmiştir. Artık hiçbir şekilde “merkez”de yer almaları mümkün olmayacaktır. Terörle, örgütlerle, Türkiye'nin bölünmesiyle, ideolojik çevrelerle anılacaklardır. Böyle bir duruş ve perspektif belirleyenlerin, Türkiye'nin omurgasına yabancılaşmasının bedeli çok geçmeden kendini hissettirecektir.
“Hükümeti ben devirdim” itirafı
Bütün bunları dile getirince, abartılı bir alınganlıkla kamuoyu açıklamaları yayınlayan A. Doğan, hala özgüvenin verdiği stratejik körlükten kurtulabilmiş değil. Gezi başarılı olamadı, 17 Aralık operasyonları başarılı olamadı, son olarak PKK da başarılı olamadı. Peki şimdi ne yapacaklar? Hangi yöntemi deneyecekler? Geriye çok da fazla seçenek kalmamış görünüyor? O ağlak ifadeler bu büyük günahı affettirebilir mi? Milletin hafızasından silebilir mi? Hiç sanmıyorum.
A. Doğan'ın Cumartesi günü Hürriyet gazetesinde yayınladığı açıklama öncekilerden farklıydı. Sedat Simavi'nin Turgut Özal' yazdığı o mektubu hatırlatır türdendi. Cumhurbaşkanı'nı yalanlarken “Ben de Kelkitliyim” ifadesiyle bir tür meydan okumaydı. Hükümet kurup hükümet devirme iddialarını, Cumhurbaşkanı ile aralarında geçen konuşmayı yalanlamasının ne anlamı kaldı, o cümlelerin ne tesiri kaldı, bilemem ama A. Doğan'ın özellikle 28 Şubat ve Mesut Yılmaz dosyası varken bu sözlerle kendini aklaması pek mümkün görünmüyor.
Bugün Yeni Şafak'ta, gazetemizin sahiplerinden Ahmet Albayrak ve Nuri Albayrak ile Aydın Doğan arasında geçen konuşmayı mutlaka okuyun. Refah-Yol'u nasıl devirdiğini anlatıyor Aydın Doğan. Öyle söylenti değil. Görüşme tarihi belli, yeri belli, katılanlar belli, şahitler belli.
Buna ne diyecek bakalım. “Baktım ki bizi bitirmeye çalışıyorlar, biz de Refah-Yol'u yıktık” cümlelerini söyleyen adam, aynı şeyi son üç beş yıldır defalarca denedi. Olmadı, olamadı, bu sefer başaramadı. Bütün ortaklıklara ittifaklara rağmen başaramadı. Tehditler, gözdağı karşısında bu sefer kimse diz çökmedi. Böyle olunca da PKK kurşunları devreye girdi. Bu sefer en ağır cürüm işlendi. PKK kurşunlarıyla hükümet devirmek.. Türkiye artık bunu sorguluyor.
Türkiyelilik ekseni, güçlenen kimlikler
Türkiyeli olmayanın kaybedeceği bir dönem bu. Siyasi hesaplarınızı, ekonomik hesaplarınızı, kişisel ilişkilerinizi “Türkiyelilik ekseni”nde belirlemezseniz kaybedersiniz.
Aydın Doğan, Paralel'le ilişkilerini kesme görüntüsü vermek için çabalıyor. Zaman Gazetesinin yöneticilerinin Hürriyet'e manşet attırdığı, haber sipariş ettiği günler geçmişte mi kaldı?
Doğan grubu yayınları azalınca Selahattin Demirtaş ve HDP sus pus oldu. HDP sessizleştikçe, HDP'nin aslında PKK'nın savaş stratejisinin bir parçası olduğu kanaati yaygınlaştıkça A. Doğan da aynı karede görünmenin telaşı başladı. İktidarı şekillendirmede son girişimi yaptılar. Oysa oligarşik müdahalelerin sonu gelmişti. Bunu ölçemediler.
HDP milliyetçiliğine fazla güvenme Aydın Bey. Bölgenin ve dünyanın eğilimlerine bak. Güçlenen kimliklere bak. Özellikle bu bölgede, milliyetçilik üzerinden iş yapma dönemi kapandı. HDP milliyetçiliğinin PKK terörü ile iç içe olduğunu, bu durumun seni de o karmaşa içine çektiğini artık görmen lazım.
Öyle dışarıdaki iktidar odaklarına da fazla güvenme. Dikkat et, o odaklar bir süredir Türkiye'nin iç dinamiklerini belirlemede hep aciz kaldı. İçeriden diz çöktürme, terör şantajı, iç savaşa varan senaryolar Türkiye'de dar bir kesim dışında alıcısı kalmadı artık.

PKK ve IŞİD: Tek Strateji, İki Farklı Taktik



Nasıl oluyor da Irak ve Suriye’de IŞİD gibi bir vahşet örgütü hedefine öncelikle Kürtleri koymuşken ve bu örgütle de en etkin mücadeleyi Kürt parti ve örgütleri verirken PKK’nın yüzü Türkiye’ye döndü?

IŞİD kendisine Irak ve Suriye’de alan açarken, açtığı bu alanlarda adeta devlet kurarken, buna engel olacağını gördüğü her grubu da keserken, PKK gibi bir örgütün Türkiye’yi kana bulacağına gidip IŞİD’le mücadele etmesi beklenmez miydi?
IŞİD, yaptığı tüm eylemlerle kendi karşısında iki tür koalisyon oluşmasını teşvik etti. Bunlardan biri, Batılı devletlerin koalisyonu idi. IŞİD, NATO ya da NATO üyesi devletlerin bir araya gelip Irak ve Suriye’ye askeri olarak müdahale etmesini, hatta mümkünse bu arada Türkiye’nin de karadan komşu ülkelerine girmesini istedi. Bu isteğini hem Türkiye’ye yönelik eylemleriyle hem de Avrupa’da yaptığı eylemlerle defalarca gösterdi.
Ancak IŞİD’in daveti, farklı bir karşılık buldu; Batı koalisyonu esnek biçimde kuruldu ve alanda sadece ABD ile Türkiye aktif rol aldı. Yani diğerleri alanın dışında bırakıldı. Ayrıca, tüm tahriklere rağmen Türkiye Irak ve Suriye topraklarına girmedi.
Farklı ‘davet’ biçimleri
Türkiye’yi IŞİD nedeniyle Suriye’ye askeri olarak sokma girişiminin son halkası Kobane oldu; Türkiye bir tercihe zorlandı. Ya Kobane’yi kurtarma adına ya da Kobane’yi kurtarmadığı için Türkiye’ye kızan Kürtlerin ayaklanması nedeniyle Suriye’ye girecekti.
Türkiye ikisini de yapmadı. Diğer bir ifadeyle Türk askeri doğrudan Suriye iç savaşında ve Suriye topraklarında yer almadı. İç dengeler bir yana, Türkiye bu tutumu sürdürürken “alana alınmayan” Batı koalisyonu üyelerinin kendisini köprü olarak kullanma, sonra da köprüyü atıp Türkiye’yi dışarda bırakma arzularını biliyordu.
IŞİD üzerinden tasarlanan bu planlama yürümeyince, IŞİD bu kez karşısında ikinci bir koalisyon oluşması için çaba sarf etti. Bu da Irak, Türkiye ve Suriye Kürtlerini bir araya getirecek bir koalisyondu. Türkiye, bu koalisyonun oluşmaması için epey çaba sarf etti; etmeye de devam ediyor. Başlangıçta Irak ile Suriye’deki Kürt kuruluşları bir araya getirilmeye çalışıldı; bu iki ülkede meşru siyaset yapma derdinde olmayan örgütler muhatap seçildi. IŞİD bir örgütse, “karşı” tarafın da örgüt olması makul bulundu. Ancak bu da hemen yaşama geçemedi; büyük oranda oyunu Erbil yönetimi bozdu.
Oyunu görmek
Söz konusu gelişmelerin hemen ardından ise PKK devreye girdi. PKK, Türkiye’yi iç savaşa sürüklüyor gibi gözükmekle birlikte, esasen Kandil’e yani ülke dışına yönlendirdi. Bir anlamda IŞİD’in yapamadığını PKK üstlendi.
Düz mantık, PKK ile IŞİD’in birbirlerine ters düşen işler yapmasını öngörür. Oysa bu iki örgüt sonuç itibarıyla aynı etkiyi yaratacak işlemler yapıyorlar. Üstelik PKK’lı militanlar Türkiye’de kan dökerken tam da IŞİD’in yapmak istediğini yapmış, kendilerinin bertaraf edemediği Kürtleri Türk askerine vurdurmuş oluyorlar. Anlaşıldığı kadarıyla Ortadoğu’da savaşan büyük güçler, hangi örgütten ya da hangi devletten kaç kişinin öldüğüyle hiç ilgilenmiyorlar. Onların derdi, geçici bir süre “üzerinden” hareket edebilecekleri bir örgüt bulmak.
IŞİD’le PKK’yı şu aralar aynı devletler mi destekliyor, çok açık değil. Ancak açık olan bu savaşın bizim savaşımız olmadığı ve daha önce oyuna alınmayan devletlerin parmağı olduğu. Bu oyunu bozmanın ise eş zamanlı iki yolu var. Biri, Türkiye’nin Rusya ile ABD’yi Suriye konusunda işbirliğine ikna etmesi, diğeri de Türkiye halklarının hiç olmadığı kadar kenetlenmesi.


PKK’nın patronları: Neden paniklediniz?



 ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby'nin; “YPG dostumuz, ortağımızdır” açıklamasına, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in “Türkiye hava operasyonlarını durdursun” dediği yönünde iddiaları da eklersek, “Nasıl bir tehditle karşı karşıyayız, içerideki iktidar operasyonuyla dışarıdaki çevreleme operasyonu arasında nasıl bir bağlantı var” sorusu çok daha ölümcül bir hal alır.

17 Haziran'da “Türkiye'yi imha planı: Askeri müdahale şart” başlığı altında vahim bir tablo çizmiş, duyarlılık çağrısı yapmıştım.Birileri Türkiye'yi uyutuyor, içerideki kavgalarla meşgul ediyor ve güneyimizde yepyeni bir harita çiziyordu. “Kuzey Suriye Koridoru” kimsenin umurunda değildi ve kimse de nasıl bir senaryonun uygulandığına bakacak durumda değildi.

Türkiye'yi çevreleme ve Kuzey Koridoru…

Şunları söylemiştim:
Sınırlarımızın sıfır noktasına yığılan, tel örgüleri zorlayan, Türkiye'ye sığınmaya çalışan Türkmen ve Arap insan seli, sadece insani bir dramın göstergesi değildir. Bu sel, yarın Halep'ten bu tarafa, belkiyüzbinleri Türkiye sınırlarına akıtacaktır. Korkunç bir insan seli, trajedisi Türkiye kamuoyunu sarsacak noktalara ulaşacaktır.

Çok önceden öngördüğümüz ve dikkat çektiğimiz bu gerçeği belki o zaman bile idrakten yoksun tavırlar içine gireceğiz. İnsanlık trajedisi olarak işleyecek, arasındaki senaryoyu, derin demografik ve jeopolitik hesabı anlamamakta direneceğiz.

Daha Irak işgal edilirken, ABD ordularının Türkiye'yi kullanmasısırasında tartıştığımız gerçekler bugün yine önümüzde. Binlerce kişilik ABD birlikleri, Kuzey Irak-Akdeniz koridoru üzerine yerleştirilecekti. O zaman Suriye tarafına değil, Türkiye tarafınakonuşlanacaklardı. Planlama, K.Irak-Akdeniz arasında Türkiye topraklarında bir kuşak oluşturma esasına dayanıyordu. Hesap ortadaydı. 2003 yılından beri de önümüzde duruyor.

Bugün Suriye'nin hali malum. Son derece elverişli bir ortam var. Neredeyse bütün örgütler, bir yerler adına savaş veriyor. Proje bu sefer PKK'nın Suriye kanadı üzerinden servis ediliyor. Ne zaman? Daha seçimler yapılmadan, bazı çevrelerin Türkiye'nin koalisyona gireceğini anladığı anda Kuzey Suriye'de Türkiye'yi etkisizleştirecek, Güney'le bütün bağınıkoparacak, K.Irak-Akdeniz koridorunu açacak operasyon hızlandırılıyor. Müthiş bir demografik planlama başlatılıyor, Türkmenler ve Araplara karşı bir tehcir, etnik temizlik başlatılıyor.

İki çok tehlikeli plan var Devam edelim…

Bu, aynı zamanda Türkiye'yi çevreleme, on yıldır açıldığı bütün ülkelerde, bölgelerde sıfırlama, onu tekrar Anadolu'ya hapsetme stratejisinin belki de son safhası.

K. Irak-Akdeniz koridorunda, hemen güneyimizde bir tampon kuşakoluşturulduktan sonra Türkiye'nin eli Akçakale'den öteye uzanamayacaktır. Ortadoğu'nun hiçbir yerinde olamayacaktır. Arap dünyası ile bütün bağlantıları kesilecektir. Hesap budur.

Ancak ondan sonrası çok daha vahim. Bu kuşak, Türkiye'yi istikrarsızlaştırmaya, yeniden iç çatışmalara sürüklemeye, parçalamaya dönük son adım olacaktırTürkiye, mezhep savaşlarından kaçarken yeniden etnik savaşın içine sürüklenecektir.

İşte bu kuşak projesi başarıldığında, Suriye sınırı boyunca uzanan Türkiye karşıtı bir cephe inşa edilmiş olacaktır. Bunun bir adım sonrası, bu cephe üzerinden Türkiye içlerine saldırmak olacaktır. Çevreleme harekatının son safhası budur. Bu aşamadan sonra içeride, kendi geleceğimizi kurtarıp kurtaramayacağımızı tartışacağız.

Eğer içerideki yeni hükümet şekli de bu senaryoya ayarlı olursa, vah Türkiye'nin haline! Türkiye derhal tampon bölge planlarına müdahale etmeli. Gerekirse askeri müdahalede bulunmalı ve kendini korumalı. Çünkü doğrudan Türkiye'yi hedef alan bir cephe kuruluyor. Yarın çok geç olacaktır.

Asker ve polisimizi kimler şehit ediyor

Bu yazıya olağanüstü tepkiler geldi. Tepki gelen yerler değil, tepkinin kaynağı önemliydi. Nereden ses geldiğine dikkat edince, paylaştığımız endişenin ne kadar yerinde olduğunu da farkediyorduk.

Türkiye geç de olsa uyandı. Bölgeye müdahil oldu, Koridor bir yerde kesildi. Bu müdahalenin hemen ardından çok yoğunPKK/YPG saldırıları başladı. Artık Kobani'den Türkiye'ye geçip şehir savaşları veriyorlardı!

Biz içeride PKK ile, YPG ile savaşırken müttefiklerimiz Kuzey Suriye'de bu grupları eğitip Türkiye içlerine salıyorlardı. Bu kirli işbirliği, bu ortaklık hala devam ediyor. Bugün PKK saldırıları diye gördüğünüz şey aslında bir tür müttefik saldırıları. Arkasında Türkiye'nin dostları var. IŞİD'le ortak mücadele verdiği ülkeler var.Bombalı araç eğitimleri, mayınlı tuzak eğitimleri orada bu ülkeler tarafından veriliyor. Askerlerimiz, polislerimiz işte bu eğitimler sonrasında şehit ediliyor.

Bu savaşın adını koyalım?

Peki kim kiminle savaşıyor? Bu savaşın adını nasıl koyacağız?

Doğan Grubu
 üzerinden servis edilen, PR'ı yaptırılan bu savaşta kimler vatansever, kimler ihanet içinde? Doğan Grubu ile terörün eşleştirilmesi boşuna mı sanıyorsunuz?

Türkiye PKK kadar “YPG'ye de müdahale etmeli” derken, “Türkiye o ölümcül koridoru boşa çıkarmalı” derken, işte bu ortaklığa dikkat çekmeye, dışarıdan çevreleme ile paralel biçimde içeriden yürütülen “iç işgal” girişimine dikkat çekmeye çalışıyorduk.
Hala konunun yeterince anlaşılabildiğini sanmıyorum.
Saldırı o zaman Kuzey Suriye'den geliyordu, aynı saldırı Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya yönlendirildi. Bir süre sonra yeniden Suriye topraklarından saldırı başlayacak.

Türkiye'ye karşı bir “Büyük Oyun” sahneleniyor. Siyasi aklımızın, stratejik vizyonumuzun, ülke bütünlüğümüzün hatırı için gözlerinizi açın.
Çokuluslu bir müdahale bu. Müdahalenin tek cephesi PKK değil. YPG de var, müttefiklerimiz de var, içeriden işgali ürüten eskinin iktidar belirleyicileri var.

Önümüzdeki günlerde bu konular Türkiye'nin en esaslı tartışma konuları haline gelecek. İşte o zaman, bu çokuluslu müdahalede kimler nerede hep birlikte göreceğiz. İşte asıl hesaplaşma o zaman olacak.
PKK'ya yönelik ağır saldırılar kimleri ürküttü çok dikkat edin. Kimlerin defterinin dürüleceğini de göreceğiz…

Bebek'te gizli toplantı!



Partiler 1 Kasım'a nasıl ve kimlerle gideceğini açıkladı. Herkesin bir değerlendirmesi var. Ama maalesef yıl 2015! Her şeyin başı ALGI... Bunu kim iyi yönetirse ipi o önde göğüsler...
Çok yakın bir dostum önceki hafta kendisine gelen bir bilgiyi benimle paylaştı. "Kesinlikle aramızda kalsın!" diyerek noktaladık. Bu arada iki çok önemli dostumdan ayrı ayrı bu bilgi tekrar geldi.
Doğruluğunu inanın bilmiyorum. Ama ŞEHİR DEDİKODUSU! Okuyunca içinde ne kadar fazla doğru barındırıp barındırmadığına siz karar verin.
Dedim ya DEDİKODU! Ama uzun zamandır özlediğimiz cinsten... Kaliteli ve cezbedici...
Ben aktarayım siz de notunuzu verin...
Daha önce yazmıştım! Kemal Derviş Bey, Demirtaş'ı ABD'ye çağırıp BENENSON'la masaya oturttu.
Dünyaya açılan pencere BENENSON oldu. Obama'nın da kampanyasını yürüten oluşum yani... 7 Haziran'a HDP böyle girdi. Saz da söz de espriler de BENENSON'un işiydi. Bana gelen bilgilere göre HDP Benenson'la devam ediyormuş... İşte buradan sonrası ilginç... 
İşte bana aktarılan o dedikodu! Benenson'un iki akıllı üyesi geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye geldi.
Bazı basın kuruluşlarının temsilcileriyle BEBEK'te buluştu. Toplantının yapıldığı yer birDEVLETE aitti!
Ama Bebek'teydi. MUHALİF olarak kimi biliyorsanız hepsi oradaydı.
Hatırlayın, Erdoğan'ın ameliyat olduğu dönem Ricciardone HİLTON'da gizli bir toplantı yaparak 4 gazeteciye "Erdoğan'ın sağlığı nedir?" diye sormuştu. Sağlık toto oynamıştı.
Benzeri bir toplantı şimdi BEBEK'teydi. İlgili ülkenin KONSOLOSU yoktu. Toplantıda"Erdoğan'sız bir Türkiye için ne yapabiliriz, HDP'yi nasıl parlatabiliriz" konusu masaya yatırıldı. Benenson'u temsil eden BAYANIN "Bir yalanı ne kadar fazla sıklıkla söylersek ve ne kadar inanarak tekrarlarsak inanın herkes bunu DOĞRU kabul edecektir" sözü toplantının gizli KOD'u oldu!
PKK ile HDP'nin ayrı oluşumlar olduğu sıklıkla vurgulanacak ve HDP'nin aslında PKK'ya karşı çıktığı vurgusu sıklıkla yapılacaktı. PKK silah zoruyla HDP'ye OY toplarken arada kavga var ALGISI oluşturulacaktı. Bazı HDP'li yöneticilerin PKK tarafından DARP edilmesi, zarar görmesi bile masadaydı!
Seçim kampanyası boyunca HDP'li vekilleri AK Parti ile yanyana ve kolkola göstererek MİLLİYETÇİ OYLARIN MHP'ye akması hedeflenecekti. İngiliz BENENSON halihazırda yürütülen BÜYÜK PROJELERİ sarsacak bir ekip kurulmasını da gündeme getirdi.
Mesela Üçüncü Havalimanı, üçüncü köprü gibi oluşumlar sabote edilecek ve ortaya çıkanACI TABLO görevli BASIN tarafından abartılarak halka duyurulacaktı. KAOS için elden gelen yapılacaktı. Böylece projeler tartışılmaya başlanacaktı.
Toplantının bitimine yakın ilgili ülkenin KONSOLOSU odaya girerek masadaki iki gazeteciyi (temsilciyi) alıp üst kata çıktı. Ve kendi özel isteklerini sıraladı. Bunun için destek istedi. 
Neyse devam... Toplantının ana gündem maddelerinden biri Erdoğan'ı sevimsiz göstermekti! Bu nedenle eşi, ailesi, çocukları, damadı, yakınları ile ilgili ev, arsa, para, iş temalı haberler sıkça yapılacak, TEKZİP metinleri 2 KASIM'dan sonra yayınlanacak şekilde alt yapı hazırlanacaktı. Yani DARBEYİ vuracaklar ama "Bu yalan yanlış" deseniz bile gerçek çok sonra ortaya çıkacaktı. Bu haberler karşısında sinirlenen Erdoğan sahaya inecek, bu iddialarla göğüs göğüse vuruşacak ve böylece yıpranacaktı.
Sinirli hali öne çıkarılıp belirlenen hedefe daha rahat gidilecekti.
Sadece aile hedeflenmedi. Erdoğan ile Davutoğlu arasında ciddi tartışma ve kavga var iddiaları sık sık gündeme getirilecek, böylece tabanın güveni zedelenecekti. Bu amaca hizmet etmek için pekçok KÖŞE şimdiden hazırdı bile... "Kavga var" haberlerinden sonraSOSYAL MEDYA devreye girerek iki kanadın gerçekten kavga etmesinin önünü açmak için adımlar atılacaktı. Bir medya grubu ise Erdoğan'a karşı Davutoğlu'nu korumaya alacak ve içerideki kopuşun hızlanması istenecekti. Bir de işin PARA tarafı vardı.
TÜSİAD elindeki finansal gücü kullanarak iş yaptırdığı orta ve küçük ölçekli işadamlarınaÖDEME yapmayacak, ya batmaları ya da sarsılmaları sağlanacaktı. Seçim öncesi KAOS bir tek AK PARTİ 'ye yaramazdı. Petrol dünyada düşerken bizde benzin fiyatları artıyordu! Temel mutfak ihtiyaçları hiç ucuzlamıyordu!
Hepsi plan dahilindeydi. "Ekonomi kötü" algısı meydana getirip AK Parti'nin artık bu ülkeyi yönetemediği yalanını sıklıkla tekrar edip "GERÇEK"e dönüştüreceklerdi.
Büyük ihalelerde de yolsuzluk ve usulsüzlük HABERLERİYE kaos'u besleyeceklerdi.
SELDEN TRAFİK KAZALARINA, UÇAK FACİALARINDAN TOPRAK KAYMALARINA KADAR HERŞEYİ AK Parti'ye bağlayacaklardı. Partinin içine yerleştirilen KRİPTOLARLA hem Davutoğlu hem de ekibi irrite edilecek, bir başkasına yanaşarak "Siz bu işi daha iyi yaparsınız!" diyerek içeriyi karıştıracaklardı. Başka gündem maddeleri de vardı... Bunların hepsi DEDİKODU olabilir. Ama bunu aktaranlar CİDDİ DOSTALARIM olduğu için GERÇEK de olabilirdi. Bilemiyorum. Ama ben Erdoğan hastayken Hilton Oteli'nin bir katını kapatarak bir gruptan 4 gazeteciyle görüşen ABD Büyükelçisi'ni biliyorum... Kendisi gitti, bu akıllarda kaldı... Böyle bir toplantının olma ihtimali var mı? Bebek gibi bir yerde biraraya gelme sözkonusu olabilir mi? Çekinmeden bu isimler saatlerce aynı masada oturabilir mi? Vallahi bilemiyorum. Bildiğim tek şey daha önceden bunun olduğu!
Ben üç ayrı kanaldan gelince SAĞLAMASINI bir türlü yapamadığım bu DEDİKODUYU aktarmak istedim. Doğruluğu hakkında hiçbir fikrim yok. ŞEHİR DEDİKODUSU sadece... Kabul etmek gerekir ki AKLA yatkın!
Siz karar verin! Masada konuşulanlar bize çok mu uzak?
Erdoğan'ı devirmek isteyenlerin alenen elele tutuştuğu bir ortamda GİZLİ BİR TOPLANTIimkansız mı?
BİLEMEDİM!
Bunu ilk kez paylaşan dostuma "Bu aramızda kalsın" demiştim. Bana kırılacak biliyorum. Ama ikinci ve üçüncü kanal da aynı DEDİKODUYU getirince paylaşayım istedim.
Dedim ya, sadece DEDİKODU! Ateş olmayan yerden duman çıkmaz! Ancak ben ne ateşi ne de dumanı gördüm. Sadece pazarı dedikoduyla geçirmek istedim...
Bunu yaparken de hiç isim vermedim...
Bilgi sahiplerinin ilgisini bekliyorum!


Ergün Diler