Rekabet, siyasetin doğasında var. Kazanmak için rekabet etmek, rakibin olumlu ve olumsuz özelliklerini de hesaba katarak bir oyun kurmak gerek. Bu süreçte karşınızdakinin kendi tabanınıza uymayan olumsuz özellikleri üzerinden siyasal iletişimin de bir alt başlığı olan ‘negatif kampanya’ oluşturabilirsiniz. Negatif kampanyayı yaparken kendi duruşunuzu tahkim edecek bir ayna olur karşı tarafın zaafları. Seçmen bu çirkin aynada sizin olumlu özelliklerinizi, topluma vaadlerinizi daha net görür. Toplumdan topluma, çağdan çağa değişir negatif kampanyanın niteliği. Örneğin Viktoryen dönem İngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli, liberal rakibini ‘Hiç centilmen değil’ ya da ‘Prensipsiz bir çılgın, kıskançlık, kincilik, riyakarlık ve hurafenin olağanüstü karışımı’ gibi nitelemelerle yenilgiye uğratmak istemişti.
Şimdi toplumdan topluma, çağdan çağa bir geçiş yapalım ve bugüne gelelim. ‘Hiç centilmen değil’ gibi bir niteleme ne kadar da lüks görünüyor Türk siyasetinin içinde bulunduğu iklim için. Tıpkı Kuzey Avrupa ülkelerinde balinaların yaşam hakkı konuşulurken, Türkiye’de sahile vurmuş bir mülteci çocuk bedeninin konuşulması gibi. Avrupa’da siyasetin meseleleri ile Akdeniz çevresinde, Ortadoğu’da siyasetin gündemleri bambaşka. Bu nedenle siyasetin tarzı da başka. Söylemi, uslubu, kampanyaları da farklı. Fakat Türkiye’de mevcut siyaset kampanyaları hiç bu kadar usul kaybı yaşamamıştı. Centilmenlik şöyle dursun, mevcut manzarayı siyaset iletişiminin ‘negatif kampanya’sı olarak bile tanımlamak kabil değil. Son derece derinliksiz, son derece ahlaki sefalete garkolmuşçasına bir saldırı dili hakim. Üstelik de tek bir isme indirgenmiş bir siyasal kavga var. Ne mücadele, ne rekabet, basbayağı kavga… Adına kampanya bile diyesi gelmiyor insanın.
Siyasal partilerin kendi mücadelesini bir kişi üzerinden yürütmesi siyaset bilimi açısından izah edilebilecek bir durum değil. Körü körüne bir düşmanlık, bir nefret hali. Nefretin olduğu yerde ne rasyonalite, ne halis niyetten sözedilebilir.
Ne acı ki siyasette gri alan kalmadı. Türkiye hızla iki cepheli bir yarışa doğru yol alıyor. Türkiye’de bu gerilimi ortadan kaldıracak anahtar yine seçimler. Önümüzdeki dört yıl Türkiye’nin gideceği istikamet 1 Kasım seçimlerine endeksli. Ya Türkiye’yi hiçbir tanıma sığdıramayacağımız, hiçbir değer kriteri olmayan, nesne olmaya talip bir karmaşaya götürecek ya da 12 yıldır verilen bir mücadelenin yerleşmiş, oturmuş ve normalleşmiş şartlarını konuşacağımız bir iklime götürecek bizi seçimler. Bu normalleşme süreci elbette kolay değil, elbette sorunları var. Ama ortada vesayetlerle mücadele, sosyal adaletin tesisi, toplumun tüm kesimlerini denkleme katan, nesne değil özne bir ülke olmak gibi kriterleri olan daha net bir satıh mevcut olabilecek.
Siyaset biliminin sahada iflas ettiği, iletişim tarzının sefihleştiği bir ortamda çok net bir gerçek var. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu ortam siyasal bir mücadeleden öte özne bir ülke olarak varolma mücadelesi. Siyasal kampanyalarında ‘centilmenlik’ söyleminin olabileceği medeni bir iklim için ise, alacak daha çok yolumuz var.
H. HÜMEYRA ŞAHİN
University of London, The School of Oriental and African Studies
University of London, The School of Oriental and African Studies
Yorum Gönder