Misak-ı Milli sizi niye bu kadar korkuttu?


Yüz yıllık hesapları biz açmadık. O dosyaları tozlu raflardan biz indirmedik. ABD istilasını, İngiliz emperyal geleneğini biz canlandırmadık. Müslümanların yaşadığı her toprak parçasını talan edilecek ülke olarak biz belirlemedik. Coğrafyayı bir kez daha dizayn etmeye biz girişmedik. Ülkeler için yeni harita taslaklarını biz çizmedik. Afganistan'ı, Irak'ı biz işgal etmedik. Yemen'i, Sudan'ı biz parçalamadık. 



Terörle mücadeleyi küresel siyasi söyleme dönüştürüp hemen her ülkede birden fazla terör örgütü biz kurmadık. Mezopotamya'nın kalbine yerleşip bütün bölgeye terör ve şiddeti biz yaymadık. 21. yüzyılı Ortadoğu için felaket yüzyılı olarak biz belirlemedik. “Müslümanlar kendi içinde savaşacak", “Savaş İslam'ın kalbine yerleşecek", “İslam iç savaşı" gibi kavramları ve güvenlik stratejilerini biz üretmedik. 

Bütün bunları biz değil, siz yaptınız!

Ebu Gureyb'de, Bagram'da ibadet aşkıyla işkenceleri biz yapmadık. Esir ticaretini biz yapmadık, gizli işkence merkezlerini biz kurmadık. “Tarih değişti, 21. yüzyıla yeni dünya düzeni kuracağız" diyerek, “Yeni Amerikan Yüzyılı" diyerek dünyanın yarısını savaşa biz sürüklemedik. 

Coğrafya için yeni Sykes-Picot'yu, Türkiye için Yeni Sevr'i biz gündeme getirmedik. Türkiye-İran-Irak ve Suriye için dörtlü parçalama hesabını biz planlamadık. Birinci Dünya Savaşı dönemini bu bölgeye yeniden çağırıp Ortadoğu ve çevresindeki her ülkeyi parçalama planlarını biz servis etmedik.

Bütün bunları ve daha fazlasını siz yaptınız. Amerika yaptı, İngiltere yaptı, Avrupa Birliği yaptı. Yüz yıl sonra Haçlı Savaşları motivasyonuyla yaşadığımız coğrafyaya istilayı, talanı, yağmayı, kıyımı, ayrışmayı, çatışmayı siz getirdiniz. Suriye-Irak haritasını birleştirip iki ülkeyi birkaç parçaya ayırıp yeni devletçikler kurma planını siz yaptınız. 

Türkiye'yi kuşatan, terör üzerinden vuran sizsiniz!

Akdeniz'den İran sınırına kadar, Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde bir kuşak oluşturup, Türkiye ile Müslüman dünya arasına kalın duvarlar örme planını siz yaptınız. Bu bölgeyi terör örgütleri üzerinden denetleyip, hem Türkiye'yi kuşatma, hem de petrol-doğalgaz koridoru, boru hattı koridoru, askeri garnizon kuşağı yapma hesabını siz yaptınız.

Kırk yıldır terörle bunaltıp içeride nefes alamaz hale getirdiğiniz Türkiye'yi, DAEŞ ve PKK/PYD üzerinden terbiye etmeye, Anadolu'ya hapsetmeye, orada boğmaya siz çalıştınız. Türkiye'nin iç politikasını istediğiniz anda dizayn etme gücünüzü kaybedince çareyi terör örgütlerinde buldunuz ve onlarla ortaklık kurup Türkiye'yi vurmaya başladınız. Sınırlarınıza terör karargahları kurdunuz, onları silahlandırdınız, eğittiniz, onlara Türkiye'yi hedef gösterdiniz. Suriye topraklarını, Irak topraklarını DAEŞ ve PKK üzerinden işgal edip, gelecek planlarınız için ortam hazırladınız. 

15 Temmuz saldırısını siz planladınız, siz uyguladınız

Bütün Avrupa ülkelerinden topladığınız, sizin istihbarat teşkilatlarınız tarafından organize edilen, sizin havaalanlarınızdan geçirilip Suriye-Irak'a gönderilen DAEŞ üyelerine “Türkiye'nin destek verdiği gibi akılamaz yalanı" bütün dünyaya servis ettiniz. İçerideki ortaklarınız üzerinden milletin kafasını karıştırmaya, Türkiye'yi “teröre destek veren ülke" ilan ettirmeye çalıştınız. 

Afganistan-Irak işgali döneminde esir trafiğini, işkence trafiğini yöneten istihbarat teşkilatlarınız, Suriye meselesinde DAEŞ trafiğini yönetiyor, PKK/PYD'yi güçlendiriyordu. İstihbarat örgütleriniz Türkiye içindeki terör saldırılarını organize ederken siz de devletleri bir yana bırakıp terör örgütlerini stratejik ortak ilan ettiniz. 

Bunlar yetmemiş gibi, güneyden vurmaya hazırlandığınız bu ülkeyi içeriden çökertmek için 15 Temmuz gibi, Türkiye tarihinin en ağır, en alçakça saldırısını organize ettiniz, uyguladınız. Gülen ve teröristleri üzerinden, Türkiye içinde yetiştirdiğiniz o istihbarat ağı üzerinden darbe ve iç savaş senaryosunu devreye soktunuz. 

Türkiye'yi bitirecektiniz, hak ettiğinizi buldunuz

15 Temmuz akşamı, kendinizden o kadar emindiniz ki, darbe girişimi başarısız olunca ne diyeceğinizi şaşırdınız. Bu ihtimali hiç beklemediğiniz için cevabınızı da hazırlamamıştınız. Suçüstü yakalandınız, bu yüzden uzun süre sessiz kaldınız. Türkiye'yi yüz yıl sonra yeniden dizayn etme, küçültme planınız o akşam fiyaskoyla sonuçlandı. Anadolu insanı, bu ülkenin insanı sizin bütün senaryolarınıza nasıl direneceğini, neleri göze alacağını dünyaya gösterdi. 

Sonra ne yaptınız? Kullandığınız o terör örgütü mensuplarını, o istihbarat ağının üyelerini korumaya aldınız. Almanya üzerinden, Avrupa üzerinden, bu ülkedeki lojistik kaynaklarınız üzerinden ABD'de topladınız. 15 Temmuz saldırısı ABD'den yönetilmişti, bu ülkenin Cumhurbaşkanı'nı öldürmeye, iç savaş çıkarmaya ayarlıydı. Şimdi bütün aparatlar yeniden ABD'de toplandı, karargah hala orada faaliyette.

Fırat Kalkanı'nı bitirme, Musul'dan uzak tutma

Bu başarısızlıktan sonra bütün gücünüzü Güney'e verdiniz. Suriye ve Irak üzerinden vurma dışında seçeneğiniz kalmamıştı. Türkiye-ABD ortaklığının, stratejik ortaklığın tam bir fiyasko olduğunu gösterdiniz. Türkiye yerine PKK/PYD'yi ortak ilan ettiniz. Ankara'nın sınırlarını güvenceye almasını engellemeye kalkıştınız. O terör koridorunu boşa çıkaran Fırat Kalkanı'nı engellemeye, hiç değilse yavaşlatmaya ve sulandırmaya çalıştınız. 

DAEŞ'i Musul'dan çıkarma operasyonundan Türkiye'yi dışladınız, uzak tutmaya çalıştınız. Bağdat üzerinden, İranlı milisler üzerinden, yerel örgütler üzerinden, Kürt milliyetçiliği üzerinden Türkiye karşıtı kampanyalar yaptınız. ABD-Avrupa basını ile bu kampanyayı desteklediniz. 

Ne olacaktı? Türkiye sessiz mi kalacaktı? Evet, bunu beklediniz. Türlü müttefik oyunlarıyla Ankara'nın kafasını karıştırmaya, zihnini bulandırmaya çalıştınız. Bizi açıkça, “Suriye ve Irak'tan uzak dur"diye tehdit ettiniz, ediyorsunuz.

Şimdi kalkmış Misak-ı Milli tartışmaları başlatıyorsunuz. Bölge ülkelerini Türkiye'ye karşı kışkırtıyor, bölgedeki örgütleri Türkiye'nin üzerine salıyor, ABD-Avrupa medyasında Misak-i Milli paranoyasıişliyorsunuz?

Yeni Osmanlıcık tutmadı, Misak-ı Milli'yi tartışalım

“Türkiye'nin ekseni kaydı" tartışmaları tutmadı. “Yeni Osmanlıcılık" tartışmaları tutmadı. “Yeni ittihatçılık" tartışmaları tutmadı. Bütün bu tartışmaları siz başlattınız. Önce Batı basınına servis ettiniz sonra Türkiye medyasındaki kalemleriniz üzerinden işlediniz. Bunlar başarısız olunca Misak-ı Milli tartışmasını çıkararak bölgede Türkiye karşıtlığının temelini atmaya giriştiniz. 

Neymiş, Erdoğan “agresif milliyetçilik" yapıyormuş! Türkiye agresif milliyetçiliğe yöneliyormuş! Ne yapmalıydık, işgal planlarınıza boyun mu eğmeliydik. Bu topraklarda bin yıldır boyun eğme diye bir gelenek yoktur, bunu sakın unutmayın!

Şimdi sorayım. Yüz yıl öncesi dosyaları raflardan indiren siz değilmisiniz? ABD ve İngiltere'nin elinde; bir Yemen dosyası, bir Irak dosyası, bir Suriye dosyası, bir Afganistan dosyası, bir Ürdün dosyası, bir Suudi Arabistan dosyası bir Türkiye dosyası, bir İran dosyası yok mu? Bugünkü bütün operasyonlar bu dosyalara göre yapılmıyor mu?

Yok ya! Yok öyle yağma!

Siz bunları yapacaksınız, biz susacağız öyle mi? Siz o bölgeleri terör örgütleri üzerinden işgal edeceksiniz biz konuşmayacağız, öyle mi?Siz bütün ülkelerin haritalarını yeniden çizeceksiniz biz yüz yıl öncesine hiç bakmayacağız, öyle mi? Siz Türkiye'yi bile parçalamayı kafanıza koyacaksınız biz yerimizde duracağız, öyle mi?

Biz sadece tek bir dosyayı raftan indirdik daha. Fırat Kalkanı devam edecek. O kuşatma birkaç yerden daha yarılacak. Sizin saldırılarınıza işgal planlarınıza karşı biz savunma hatları oluşturuyoruz sadece. İşgal eden sizsiniz. ABD'nin, İngiltere'nin, AB ülkelerinin Irak ve Suriye'de işgal hakları var, bizim savunma planımız bile olmasın, öyle mi?

Siz Musul/Kerkük derseniz biz de Misak-ı Milli deriz

ABD ve İngiltere Musul'a hakim olsun, biz tarihi tezlerimizi hatırlamayalım bile, öyle mi? Musul ve Kerkük, terör örgütleri üzerinden işgal edilsin biz susalım, öyle mi? Türkiye'nin müdahalesi bir koruma tedbiridir. 

Ne terör örgütlerinin ne de işgalci güçlerin buraları ele geçirmesine seyirci kalacağız. Gücümüz ne kadarına yeterse o kadar mücadele edeceğiz. Fırat Kalkanı ile koridor oyununu bozduğumuz gibi, Misak-ı Milli ile Musul-Kerkük için direneceğiz.

Siz harita çizerseniz işte biz de bu haritayı masaya koyarız. Çatlasanız da, çıldırsanız da bunu yaparız. Hepsi bu!

Senaryo




Klavyenin başına geçtiğimde ekranlarda "MHP'nin avukatı saat 17:15'te açıklama yapacak" yazıyordu...
Ne olacağını göreceğiz.
Kestirmek zor da değil...
Sadece yapmanız gereken dünyada esen rüzgarları takip etmek ve anlamak...
Burası Türkiye... Hiçbir şey kendiliğinden olmaz...
Terör de, patlayan bomba yüklü kamyonlar da, gelen şehit haberleri de, şehirlere inmeye çalışan eşkıya da AYNI DENKLEMİN sonucudur! Hatta Brezilya'da indirilen Devlet Başkanı Dilma Rousseff de aynı senaryonun sonucudur! Çok uzak gibi görünse de, hiç ilgisi yok gibi dursa da aynı problemin sonuçlarıdır! DEĞİŞMEZ!
Yeter ki bakmasını bilin!
Bütün bunları hesap eden AKIL ve GÜÇ bölgede Türkiye ile ilgili bir senaryoyu hayata geçirmek istemektedir. Bu gücün merkezi şimdi AMERİKA oldu. Para da orada, güç de... Aksini söyleyene DELİ muamelesi yapın ve uzaklaşın!
Elbette Avrupa'nın içeride hiç hafife alınmayacak gücü var. Tamam!
Ama dünya üzerindeki oyunu bunlar kuruyor! Zaten çelik çekirdek AVRUPALI AMERİKALILAR!
Kafanız mı karıştı? Açalım...
Brezilya önce LULA ile sonra da Rousseff ile ayağa kalktı. ORTA SINIF para yüzü gördü. Zenginlik yayıldı. Ama yılların ihmali vardı ortada. Bir anda sihirli bir değnekle hepsi düzeltilemezdi. Güç merkeze yani Brezilya devletine geçince KÜRESEL GÜCÜN SAHİPLERİ rahatsız oldu. İçerideki şirketlerle olayları kaşımaya başladı. Sonuçta Rousseff gitti. Ülkenin itici gücü olan petrol devi PETROBRAS'daki yolsuzluk dosyaları şimdi tek tek gündeme gelecek. Olmasa da OLMUŞ GÖSTERİLECEK! Çünkü Rousseff'in gitmesi gerekiyordu! Peki yerine kim geldi?
Michel TEBER! Daha odasına adım atmadan paranın başına Paulo Leme'yi getirecek. Teklif verdi bile.
Leme kimdi?
Goldman Sachs Brezilya Operasyon Birimi Başkanı... Aynı zamanda Goldman Sachs'ın Latin Amerika şefi ve Gelişen Pazarlar Araştırma Şefi... Goldman Sachs'tan önce IMF'de uzman ekonomist olarak görev yapıyordu.
Dilma Rousseff bizde GEZİ'de denenen sokak eylemleriyle gitti. Vem Pra Rua (Sokaklara gel) eylemleriyle Dilma Rousseff'in gönderilme süreci başlatıldı. Bizde de bunun hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor! İşaretler o kadar fazla ki!
Dilma'nın ipini çeken eylemleri başlatan Brezilya'nın en zengin isimlerinden Jorge Paulo Lemann'dı.
Burger King ve Heinz Ketçap'ın sahibi Jorge Paulo Lemann, ünlü Charles ve David Koch Kardeşler'le bir araya geldi.
Maddi destek için bir kasa oluşturuldu. ABD'li ve İngiliz zengin aileler kasaya milyon dolarlar verdi.
Ve paraya hükmedenlerin verdikleri parayı kimse görmedi!
Jorge Paulo Lemann'ın ekibi de bu parayı Brezilya Hareketi, Atlas Ekonomik Araştırmalar Vakfı ve Atlas Liderlik Akademisi gibi 21 kuruluşa gönderdi. Bu kuruluşlar da üniversitelerde etkinlik düzenleyen öğrenci başına 200'er dolar verdi.
Ayaklanma ülkenin her kentine yayıldı. Rousseff'in düşüşü o andan itibaren hızlandı.
Dilma düşerken yerine halkın YÜZDE 2 bile desteği olmayan yardımcısı geliyordu. Halkın desteği yoktu ama PARANIN TÜM GÜCÜ yanındaydı. Teber geldi. İstenileni yapmak kaydıyla... TEBER'i pek bilmeyiz ama ROTHSCHILD ailesiyle arasından su sızmaz. Haliyle bu aileyle arası iyi olduğu için de Amerikan Başkanlığı için sokaklara düşen Hillary Clinton'la da çok ama çok iyidir...
Hillary bu coğrafyaya uzak değildi!
Honduras Devlet Başkanı Manuel Zelaya, yeni bir anayasa yazılması için 28 Haziran 2009'da halk oylamasına karar verdi.
28 Haziran'da Honduras Silahlı Kuvvetleri Zelaya ve kabinesindeki vekillerden bazılarını zorla askeri üsse götürdü.
Ardından ülke dışına sürgüne yolladı. Kongre Başkanı Roberto Micheletti yemin ederek fiili devlet başkanı oldu. Roberto Micheletti, Hillary Clinton'ın aile dostuydu!
Bu olay, Hillary Clinton'ın Honduras'taki işadamlarıyla organize ettiği bir darbe olarak tarihe geçti.
Yeni Anayasa ile birlikte Honduras'ta İngiliz ailelerin elinde olan devlet kuruluşlarının tekrar millileştirilmesi de oylanacaktı.
Darbeden sonra Honduras'taki medyanın yayını durduruldu.
Sadece The Economist ve BBC haber yaptı. Her ikisi de darbeyi göklere çıkardı. Para yine HALKIN ELİNE geçemedi!
Hillary'nin rakibi gibi duran Trump her geçen gün dönmeye devam ediyor. Önceki gün de "Beni hep yanlış kişi olarak tanıtmak istiyorlar. Ben şirketlere ve sahiplerine karşı değilim. Benim de şirketim var. Hem de çok büyük. Dev şirketler, istihdamın merkezidir" dedi... Farklı gibi dursa da aynı yere eğildi...
Nasıl Temer, nasıl Hillary Rothschildler'in yakınıysa Meral Hanım da Hillary'e yakındı!
Meral Hanım'ı sadece bir muhalif gibi görmek yanlış. Mahkeme sonuçları ne olur bilemem. Ama dünya üzerinde ve bölgede sınırların DIŞINA TAŞACAK bir TÜRK rüzgarı isteniyor. Özellikle KAFKASYA'yı ve ORTA ASYA'yı karıştırmak için. Belki bunu Hillary de Meral Hanım da bilmiyor! Bilemem.
Ama büyük planda TÜRKÇÜLÜK isteniyor. Rusya ve Putin'i çok zora düşürecek hamleler peş peşe gelecek gibi... Yeni Türkçülük'te KÜRTLER DE İNKAR EDİLMEYECEK!
İşte bu hareketin bir merkezinin olması gerekiyor. Bu Kazakistan olamayacağı için TÜRKİYE olacak.
Biz olmadan hiçbir plan yaşamaz ve menzile ulaşmaz... Bunu bilirler!
Yazıya "MHP'nin avukatı saat 17:15'te açıklama yapacak" diye başladım. Bırakın avukatı, baroyu MHP'yi bile silip süpürecek bir rüzgar bu. MHP ve özellikle Devlet Bey bence oyunu hiç anlamamış. Bu da yeni değil. Bizde böyledir.
Mahkemeler durdursa da MUHALİFLER durmayacak...
Terörü, PKK'sı, Salih Müslim'i, YPG'si, bombalı araçları, tuzakları ve canımızı yakan şehit haberleri aynı DENKLEMİN bir sonucu! Ayrı ve farklı değil...
Eğer Türkiye bölgede, özellikle Suriye gibi bir yerde operasyon yaparsa RUSYA buna nasıl direnemez?
İÇERİDEN ve etrafından KAŞINIRSA!
Yani TÜRKÇÜLÜKLE !
Yani YENİ MHP ile!
Durum şimdilik bu!
Bakalım görelim.....


Ergün Diler

Satın alınamayan irade


Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün yaptığı açıklamalar çok önemliydi.
"İradesini başka ülkelere verenler 79 milyonluk Türkiye gemisini batırmak için ellerinden geleni yaptılar." diyordu. Evet bu memleketin iradesi başka ülkelerin elindeydi. 100 yıldır süregelen buydu. Alışkanlık yapmış, sıradanlaşmıştı artık.
İradeyi verirsen asla idare edemezdin. Artık bu memleketi yönetmek isteyenler Washington'da siyasetten ve CIA yöneticilerinden izin alır hale gelmişti.
New York'ta baronlarla masaya oturmak, IMF kapısında şirin görünmek zorundaydı. Avuç açıyorduk okyanus ötelerinde "Allah rızası için bize üç kuruş ver" diyerek. Berlin'de, Londra'da kapalı kapılar ardında "Emrinizdeyim" diyen çoktu bu memlekette. Tel Aviv'e neredeyse ülkenin anahtarını teslim eder hale gelmiştik. Bu memlekette yükselmek isteyen soluğu ya Londra'da alıyor, ya da New York'ta kapı kapı geziyordu. İş öyle bir hale gelmişti ki; İradesini başka ülkelere teslim edenler "Arkamda Amerika var, İngiltere var" diye gururla dolaşıyordu Ankara sokaklarında. Öyle bir hale geldiler ki, bunu açıkça beyan ve teşhir etmekten kaçınmıyorlardı artık. Bir GÜÇ gösterisi olarak sahaya sürüyorlardı irade satışlarını.
ABD istihbarat örgütlerinin en tepesi NSA ajanı Wayne Madsen boşuna söylemiyordu ahaber'de Yazboz'a verdiği röportajda...
"Sizde Amerika'ya çalışacak gönüllü o kadar çok ki" diye... Para alanlar vardı iradesini satanlar içinde. Ama bedavaya gönüllü çalışanlar daha çoktu. Nasıl 100 yılı aşkın süre öncesinde bu ülkeyi yönetenler mason localarında "Almancı mı olacağız İngilizci mi" diye birbirine girdiyse durum 100 yıl boyunca da aynıydı. Almancılar İngilizcilere, İngilizciler Almancılara suikastler düzenliyordu bu topraklarda. GÜCÜN olduğu yere koşanlar, iradelerini satarak bu ülkede kukla GÜÇ olmanın peşindeydi. İktidara geldiklerinde New York Times'da bir makale yayınlansa Türkiye karışıyordu. The Economist iki satır Türkiye'yi eleştirse boğazda ağıtlar yükseliyor, ulaştığı Ankara çalkalanıyordu.
"Battık, bittik, mahvolduk" diye koca koca adamlar kürsülerden bağırıyordu.
Dışarıdan gazete kağıdındaki makaleyle yönetilir hale gelmiştik. Durum aynen böyleydi bu topraklarda. Şimdi hergün o sayfalarda çarşaf çarşaf yazılıyor. Erdoğan'a, Türkiye'ye saldırıyorlar, Ankara tınmıyor.
Cumhurbaşkanı kürsüye çıkıyor "Bana bak Avrupa" diye söze başlıyor. Geçmişte de "Bana bak" derlerdi ancak bu başka bir anlamdaydı. Geçim derdi olanların kullandığı "Bana bak, yardım et, kolla" anlamındaydı o girizgahlar. İşte bu alışkanlık ve korkaklıkların artıkları maalesef hala var bu memlekette. Onun için Cumhurbaşkanı Erdoğan "Eski Türkiye'nin elitleri her türlü ihanete girdiler. Biz tehditlere asla boyun eğmeden yolumuza devam ediyoruz" diyordu. 2002 yılında IMF kapılarında dilendiğimiz günleri hatırlatıyor, son Davos'ta IMF başkanına söylediklerini şöyle gündeme getiriyordu;
"Siz bize siyasette yön veremezsiniz. Siz daha ileri gidemezsiniz." Geçmişte bunu biri söylediği zaman kendini kapı önünde buluyordu. Onun için söyleyen hiç çıkmıyordu. Hatta boğazdan yalılardan durumumuz iyiyken bile "IMF'den borç alalım, kriz geliyor" diye tellal olanlar vardı.
"Kriz bizi teğet geçecek" dendiğinde İngiliz aksanıyla kahkaha atanlar çoktu. Evet, bu topraklarda 100 yıldır örtülü bir irade egemenliği kuranlar Ankara'yı kaybettiler, şimdi geri almaya çalışıyorlar. Geçmişteki alışkanlıklarından olsa gerek yine yalılardan bağırıyorlar. Klasik numaraları partileri el geçirme operasyonları yapıyorlar. Şu anda CHP'den memnunlar, MHP'yi ele geçirmeye çalışıyorlar. TÜSİAD'ı dürtüyorlar, teröriste silah yağdırıyorlar. Hakkari'deki dünkü saldırı "Avrupa'ya destek" saldırısıdır. İradesini başka ülkelerin eline verenler 79 milyonluk Türkiye gemisini batırmak için bu memlekette köprüler, yollar, havaalanları yapılmasın diye insanları sokağa döktü. "Alışveriş yapmayalım da, ekonomi batsın" diye tweet'ler attı. Batı beslemesi teröre arka çıktı üniversitelerden, siyasi cüppe giyenlerden, aydın görünümlü karanlık kalemlerden. Ama hep kaybettiler. Ve kaybetmeye de devam edecekler. Başkanlık Sistemi gelecek diye onun için kahroluyorlar. Çünkü, Başkanlık Sistemi, halkın iradesi olacak. 
Satın alınamayan o büyük güç, büyük irade!

Bekir Hazar

Dünyanın Terörle İmtihanı Çadırın Altında Kaldı



Terör küresel bir sorun. Sadece kendi ülkenizde aldığınız tedbirlerle çözüme kavuşturamadığınız, belli dönemlerde attığınız adımların diğer dönemlerde sizi garanti altına almadığı, her zaman teröristten bir tık yukarıda düşünmenizi ve ona göre bir strateji kurmanızı gerektiren bir sorun. Bu sorunla yüzleşirken bazı ülkeler diğer ülkeleri de seferber edip terörle toplu mücadele edebilme lüksüne sahipken, Türkiye gibi bazı ülkeler de maalesef terörle kendi imkânlarıyla ve hatta başka ülkelere rağmen mücadele etmek zorundadırlar.

Örneğin ABD, ‘terörle savaş’ adı altında başlattığı felaket kampanyasında Afganistan ve Irak’ı işgal edip, o coğrafyaları tarumar ederken yanına rahatlıkla birçok devleti alabilme lüksüne sahipti. İngiltere gibi bazı ülkeler neredeyse ABD’nin savaşında savaşmak için kraldan çok kralcı oldular. Bir ülkenin ABD’yle ‘terör’ konusunda bilgi paylaşmaması düşünülemezdi bile. Daha ileri gidelim, normal şartlarda ABD cephesinin karşısında yer alan Suriye gibi ülkeler bile ABD’nin bu felaket kampanyasında ABD’ye destek vermek için sıraya girdi. Beşşar’ın eniştesi Asıf Şevket, CIA’ya doğru bilgi akışını yönetti. O sıralarda Brüksel’de örneğin 11 Eylül faillerinden Muhammed Atta’yı kutsayan ve El-Kaide sembollerini barındıran bir çadır kurulsaydı, Belçikalı yetkililer çadırı içindekilerle birlikte konteynerle Guantanamo’ya gönderirlerdi.
PKK ile hatta DAİŞ ile mücadele konusunda Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tam da bunun aksi yönde böyle bir tablo. Maalesef terör bir terbiye etme ve hizaya çekme aracı olarak başka ülkelere karşı olduğu gibi Türkiye’ye karşı da kullanılıyor. PKK, Batı’da iki ihtiyaca sesleniyor. Birincisi, Batı’nın Sykes-Picot’ya dair suçlu bilinçaltını aklamak için bir asır öncesi zihniyete sahip bir terör örgütüne Türkiye’de ve Suriye’de alan açma ve meşruiyet kazandırma peşindeler. İkinci olarak ise kutsalsız bir kiralık katil olan PKK’yı Türkiye’ye karşı yürüttükleri mühendisliğin taşeronu olarak kullanıyorlar. Tam da bu sebepten PKK Belçika’nın ortasında çadır açıp propaganda yapabiliyor. Londra’da yürüyüş yapıp ‘katil devlet’ sloganı atabiliyor. ABD kelime oyunlarıyla PKK’ya Suriye’de askeri destek verebiliyor. Ucunu açık bırakmışlar terör kavramının ve ihtiyaca binaen tanıma maddeler ekleyebiliyorlar. DAİŞ’le savaşmasını PKK’ya destek için bahane kılıp PKK’yı terör parantezinden çıkarabiliyorlar. Buna bir de paralel örgüt gibi PKK içerisine devletin sızdırdığı muhbirleri deşifre eden ve halihazırda PKK’ya operasyonel destek vermesi muhtemel yapıları da eklersek Türkiye’nin terörle bir paket halinde mücadele etmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Bunlar terörle mücadele ederken başka bir mücadeleyi de sürdürmemiz gereken verili bilgiler. Türkiye’nin terörle mücadelesini bu verilere rağmen yürütmesi gerektiğini bilmeli ve stratejilerimizi ona göre belirlemeliyiz. Bir taraftan derli toplu bir söylemle tezlerimizi en azından kamuoyları için anlatmaya devam ederken diğer taraftan da bu ülkelere rağmen terörü yenecek akılcı adımları kendimiz atmalıyız. Teknoloji bu mücadelede öncelikli yatırımlardan birisi olmalı. Buna ek olarak insan sermayesi en uzun dönemli ve etkin çözümümüz. Terörle mücadele için ne kadar akılcı strateji geliştirirsek geliştirelim uygulayıcısı insan ve o havuzda ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Terörü bölgesel bağlantıları üzerinden değerlendirebilecek, tipik bürokratik tepkilerin üstüne çıkan bir uyanıklıkla strateji yürütebilecek, vatansever bir terörle mücadele ekibi kurmazsak terörle mücadelemizin başarıyla yürütülmesi oldukça zor.

http://akademikperspektif.com/2016/05/11/dunyanin-terorle-imtihani-cadirin-altinda-kaldi/

Müslümanların Birliği Ütopya mı?


Dünya gündemini meşgul eden mevzuların en başında terör ve mülteciler meselesi geliyor. Ve bu iki konu direkt olarak İslam ülkelerini ilgilendiriyor. Dünya nüfusunun %23’ünü, 1.6 milyar ile Müslümanlar oluşturuyor. İslam’ın yayılış hızı bu şekilde devam ederse, 2070’de Müslüman nüfusun, şu anda 2.2 milyar olan Hıristiyan nüfusu dahi geride bırakacağı öngörülüyor. Böylesine geniş potansiyele sahip bir dünyadan söz ediyoruz. Fakat ne yazık ki, Müslümanların adının dünya genelinde yan yana geldiği konu terör. Bir avuç radikal ve şiddet yanlısı grup, 1.6 milyar Müslümanın dünyadaki algısını belirliyor. Terör ve İslamofobi dışında İslam ya da Müslüman kelimesinin bu derece sıhrıyet kurduğu başka bir kavram yok.

İslam ülkelerinin çoğu, geri kalmışlıklar, antidemokratik uygulamalar ve baskıcı rejimlerle kuşatılmış durumda. Önemli bir kısmı kadim medeniyet havzaları ve zengin yeraltı kaynakları üzerinde bulunmasına rağmen, bunları temsil etme ve yönetme kabiliyetinden yoksun. Çoğu, fikren ve fiilen Batı’ya teslim olmuş durumda.
Yöneticilerinin bir bölümü, halkla mesafeli elitler olarak saltanatlarını sürdürüyor. Çoğu küresel güçlere bağımlı liderler. Ülkelerini adeta sömürgeci bir mantıkla yönetmeye devam ediyorlar.
Böyle bir ortamda, Müslümanlar arasındaki dayanışma ve işbirliği de minimum düzeyde. Intra-faith, yani inanç içi dayanışma konusundaki çaba yeterli değil. Dinlerarası diyalog çalışmalarının yaygın olduğu bir dünyada aynı dinin mensupları arasında sağlam bir diyalogun, işbirliğinin olmaması, bu yönüyle bir akıde problemine de işaret ediyor. Zira “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin (Hucurat/10)” şeklinde bir buyruğun muhatabı Müslümanlar. 1.6 milyar insan, “Mü’minin mü’mine karşı durumu yekpare bir binayı meydana getiren, perçinlenmiş kayaların birbirlerine karşı durumu gibidir” diyen ve dayanışmayı öğütleyen bir Peygamber’in takipçisiyken, sorunlara çözüm üreten, etkin bir mekanizma yok.
İslam dünyasını ilgilendiren sorunlar karşısında bir araya gelebilen en büyük kuruluş, 1969 yılında ihdas edilmiş olan İslam İşbirliği Teşkilatı. Dünyada Birleşmiş Milletler’den sonra en fazla üyeye sahip olan topluluk. Teşkilatın resmi amacı ‘İslam dünyasının hak ve çıkarlarını korumak, üye devletler arasında işbirliği ve dayanışmayı güçlendirmek’. 57 üyesi olan kuruluş, Arap, Asya ve Afrika coğrafyalarında dönüşümlü olarak üç yılda bir devlet ve hükümet başkanları düzeyinde toplanıyor.
Bu yıl da 14-15 Nisan tarihlerinde İstanbul’da toplanacak. Böylece İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığı iki yıl boyunca Türkiye’ye geçecek. Türkiye’nin dünya Müslümanlarının sorunları karşısındaki proaktif tutumunun, teşkilatın önümüzdeki iki yıllık faaliyetlerini de etkilemesi bekleniyor. İslamofobi başta olmak üzere pek çok konuda yeni yaklaşımlar, yeni çözüm önerileri gerekiyor. Türkiye mevcut yapıyı iyi çalıştırır, etkili bir vizyon ortaya koyarsa bu büyük bir imkan. Ki, zaten Türkiye’den de bu bekleniyor.
Müslümanlar her namazlarında İslam ümmetinin birlik ve beraberliği için dua ediyorlar. Camiler bu niyazlarla inliyor. Fakat bu kavli duanın fiili duayla desteklenmesi asıl önemli olan. Müslümanların birliği ancak İslam ülkelerinin güçlü bir irade koymasıyla mümkün olur. Aksi halde bir ütopya… Elbette bu birkaç nesli kapsayan uzun vadeli bir hedef. Fakat ilk adımın atılması ve özellikle gençliğin bu hedefe kilitlenmesi önemli. Türkiye’nin dönem başkanlığı, tüm bu grupları harekete geçirmek bakımından bir şans.

H. HÜMEYRA ŞAHİNhttp://akademikperspektif.com/2016/04/13/muslumanlarin-birligi-utopya-mi/

Kudüs düşmesin diye 25 bin şehit verdik...



2003 yılında Irak işgal edilmiş, Birleşik Batı Ordusu Mezopotamya'nın kalbine yerleşmiş, Müslüman dünyayı çevrelemeye ve kontrol etmeye dönük yeni bir proje, yüz yıl sonra devreye sokulmuştu. Batı ordularının geçtiği, işgal ettiği, çatıştığı, katliam yaptığı her şehir, her kasaba, her köy hafızamızın parçasıydı. Haber bültenlerinde geçen yer isimlerini okuyunca derin bir hüzün duyuyorduk.

Mesela Bağdat alev alev yanarken bizler ateşler içindekıvranıyorduk. O günlerde, “neden kimse Kut-ul Amare zaferini hatırlamaz” diye yazılar yazdığımı hatırlıyorum. Doksan yıl önce yaşanan çok büyük bir zaferin hafızalarımızda hiçbir yeri yoktu. Kimse yazmıyor, hatırlatmıyordu. Sanki beş yüz yıl önceki bir tarihtensöz ediyorduk. Irak'ın işgal edilmesi, “Kut” isminin haber bültenlerinde geçmesi bile bizi uyandırmıyordu.

Çanakkale bile kitaplardan çıkarıldı

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Paşa olmasaydı, belki Çanakkale zaferini de hafızalarımızdan sileceklerdi. Yıllarca Anzak haberleriyle üstü örtülen bu büyük zaferin gerçek mahiyetini bile yeni yeni kavrıyoruz. Kut-ul Amarezaferi hafızalarımızdan silinmişti ama Çanakkale'yi bir şekilde bugünlere taşıyabilmiştik.

29 Nisan 1916'dan tam yüz yıl sonra, Kut-ul Amare zaferi üzerine yapılan yayınlar işte bu yüzden çok güçlü hafıza tazelemesidir. Böyle güçlü vurgularla gündeme getirilmesinin özel bir anlamıvardır. Son yirmi yılda, son on yılda, aslında yapmaya çalıştığımız her şey, giriştiğimiz her mücadele, yüzleştiğimiz her kriz bu özel anlamla bağlantılıdır.

Hepsi Türkiye'yi durdurma çabası

Bir meydan okuma, bir hafıza tazeleme, kendini yeniden kurma,bağımsız güç olma hesaplarımız söz konusudur. Yaşananların yüz yıllık istiklal savaşının son aşaması olarak nitelememiz bundandır. “Son Kurtuluş Savaşı” dememiz bu yüzdendir. Türkiye'nin devlet aklının, siyasi aklının, gücünün ve perspektifininhedef alınması, milletimizin hayallerinin yok edilmesi girişimleri de bu yüzdendir.

On üç yılda sayısız darbe girişimlerinin servis edilmesi, Gezi isyanı ile terör üzerinden Türkiye'ye diz çöktürme çabaları, 17 Aralık istihbarat operasyonuyla Türkiye'ye teslim alma projesi hep bu yüzdendir. Bugün öyle bir tarihi kırılmaya tanık oluyoruz ki, bu kritik dönemi atlattığımız anda belki yüzlerce yıl bir daha bu günlere dönmeyeceğiz. Bu yüzden mücadele çok büyüktür ve her alanda devam etmektedir. Bu yüzden ardı ardına saldırılar, müdahaleler, senaryolar devreye sokulmaktadır.

Dördüncü “şok”a izin vermeyeceğiz

Terör üzerinden işgal girişimlerine “müttefiklerimizin” açıktan destek vermesi de bu yüzdendir. Biz Türkiye'yi yeniden kurmaya,vesayetten kurtarmaya çalışırken onlar Türkiye'yi durdurmak için saldırılarını daha da güçlendirmektedir. Aslında yüz yıl önce, Kut'ta, Çanakkale'de verdiğimiz savaşlarda, karşımızda duran ittifak kadar yaygın bir ittifak söz konusudur.

Bin yıllık tarihimizde yaşadığımız üç büyük 'şok'tan sonra dördüncü şok dalgası bizi sarmadan, sarsmadan, tasfiye etmeden bu mücadeleyi kazanmak zorundayız. Coğrafyamızı, tarihimizi, kendimizi, ortaklarımızı, benliğimizi keşfetmek buna göre kendimizi ve ülkemizi yeniden kurmak zorundayız. Bu büyük mücadele verilirken, çok uluslu müdahalelere direnmeye çalışılırken,içeride üç beş parazitin çıkar hesapları, onlarca yıldır vesayetin içerideki uzantıları bize engel olmamalı.

Kudüs için 25 bin şehit verdik

Coğrafyada harita taslakları elden ele dolaşırken, dışarıdan gelen tehditleri savuştururken içeriden vurulmak çok büyük talihsizlik olacak. Bu yüzden de içeriden saldırıların her geçen gün daha da yoğunlaştığını görüyoruz. Bu saldırılarda görev alan, onu normalleştiren herkes bu ülke için tehdittir, tehlikelidir, bu büyük mücadelenin karşısındadır. Onlar açıktan bir dış tehdit olarak değerlendirilmelidir.

2016 Kut zaferi üzerinden bir hafıza tazelemeyse önümüzdeki yılı da Gazze Savaşları'nın yüzüncü yıl dönümüdür. Bu tarihi de, o savaşları da, büyük çoğunluğumuz hatırlamayacaktır. 99 yıl önceki bu mücadele bize yüzlerce yıl önce olmuş gibi gelecektir. AmaKudüs için verdiğimiz 25 bin şehidin torunları olarak oralarda neler yaşandığını gün gün hatırlamak boynumuzun borcudur. Çünkü sadece Kudüs'ün savunmasında 25 bin şehit verdik.

Bandırmalı Ömer, Ödemişli Kazım..

“Saat altıya çeyrek kala Yüzniye üzerinden geçen bir düşman tayyaresinden Ahmet Çavuş komutasındaki topa tam bir isabet söz konusu oldu. Kozandağlı Mehmet, Bandırmalı Ömer, Ödemişli Kazım, Lüleburgazlı Halil şehit oldukları gibi, Marangoz Abdullah, Kilisli Mustafa ağır yaralı olarak tahliye arabalarına nakledildi ve Meske'deki bölüğe ulaştırıldı. İşte bugünün sabahı sekiz arslan neferin elimden alınmasıyla başladı. Şimdi her tarafta bir musalib harb var. Bakalım… İstikbal… (Piyade Topçu çavuş Mehmet Hüseyin. Saat 06: 50.”

1917 Gazze Savaşları'ndan bir not bu. Böyle yüzlercesi var. Şarkı sözleri, ağıtlar, şiirler, askeri değerlendirmeler, siyasi analizler ve daha bir çok şey. Anadolu çocuklarının binlerce hatırası var. Bu tarih de bu hafıza da bizim. Gazze'den Kudüs'e nasıl gidildiği, köy köy, tepe tepe ne tür çatışmaların yaşandığına dair her şey. Ne kadarını biliyoruz?

İngilizlerin cephe notları

15 Eylül 1917: Tabur Bombay'dan “Keşmir” adlı savaş gemisiyle yola çıktı. 27 Eylül'de Süveyş Kanalı'na ulaşıp karaya çıktık. Aynı geceKantara'ya ulaştık. 27 Ekim: Bila'dan 10 mil mesafedeki Mes'un Vadi'ye yürüyoruz. Düşman hendekleri bizden bin beş yüz yarda uzaklıkta, onun önünde de Türklerin keskin nişancılarıbulunuyordu.

28 Ekim: Sabah 3-4 civarında düşman hendeklerine ağır bombardıman başladı. Aslında o mevzileri ve Gazze'yi bir haftadır bombalıyorduk. 6 Kasım: Gece 11'de Gazze'ye saldırmak üzere hendeklerimizin önünde mevzi aldık. Hill'deki üç kampı ele geçirdik.

9 Nisan 1918: Tümenler şafak vakti hattın ortasındaki düşman mevzilerine saldırdı. Rafet, El Kefr ve Barukin köyleri hedef alındı.Ciddi mukavemetle karşılaştık. Barukin köyünü üç kez alıp kaybettik. Hücumun ilk safhasını sabah 8'de tamamlamalıydık ama ağır çarpışmalar öğleden sonra 3'e kadar devam etti. Topçularımızın hedefleri tepelerdeki düşman (Türkler) makineli tüfekleriydi. İlerleme sağlayamadık. Başarısızlığımızın iki sebebi: Topçu desteğimizin yeterli olmaması. Düşman mukavemetinin çok güçlü olması…

“10 Mayıs 1918: Türkler tarafından çok ağır bombardımana tutulduk. 22 Mayıs: Türkler yine ön mevzilerimizin ağır bombardımana tuttu. 13 Temmuz: Türklerin yoğun bombardımanı bir buçuk saat sürdü. Ardından hücuma uğradık. Türkler Almanlarla birlikte Rafet'te 3 bin batarya ateşledi….”

Bunlar da İngiliz subaylarının cepheden tuttuğu notlardan çok az bölümler.

Yeni bir 20. yüzyıl yaşamayacağız!

1917 Gazze Savaşları, Kanal muharebesi, ardından Kudüs'ün düşmesiVe tarih değişiyor. Neler yaşandı, bu savaşlar dünyayı nasıl değiştirdi? Anadolu'nun işgaline kadar varan bu süreç sonrasında 20. yüzyıl boyunca kendimizi korumayı başardık.

O yüzyıl bitti. Biz bunu farkettiğimiz anda topyekun saldırılar yeniden başladı. Şimdi, yeniden yükselişin, yeniden varoluşun, coğrafyaya bir şeyler söylemenin, tarihin akışını değiştirmenin tartışıldığı bir dönemdeyiz. Bir yirminci yüz yıl daha yaşamayacağız, yaşamamalıyız.

Bir daha asla…

Bugün bölgemizde, ülke içinde verilen mücadele budur. Hafızamız yoksa siz de olmayacaksınız. Kut-ul Amare ile başlayıp, Anadolu çocuklarının bütün coğrafyada neyin mücadelesini verdiğini keşfetmek, hatırlamak zorundayız.

İşte bu yüzden, kimin nerede durduğuna dikkat edin! Dışarıdaki saldırılar kadar içerideki zaaf alanlarına, zayıflatma girişimlerine dikkat edin. Mısır senaryosuna, Ukraynasenaryosuna, Suriyeleştirme çabalarına dikkat edin.

Bir daha asla bu hezimeti yaşamamak için ülkenize, onurunuza, tarihinize, geleceğinize ve bugünkü büyük mücadeleye destek verin.


İbrahim Karagül

Liderler! İstanbul’dan dünyaya bir ses verin..



Müslüman dünya, yeryüzünün ana eksenini oluşturur. Atlantik kıyılarından başlar, Orta ve Kuzey Afrika'yı, genişBatı Asya'nın tamamını içine alır. Bir kolu Orta Asya'ya diğer kolu da Güney Asya'ya devam eder ve bu hat Pasifik kıyılarına kadar uzanır.

Müslümanların yaşadığı topraklar, benim yıllardır ifade ettiğim şekliyleOrta Kuşaksiyasi açıdan, coğrafi açıdan, medeniyet/kültür açısından, imparatorluk haritaları açısından, bugünün küresel sistemine itirazları açısından gezegenin merkezidir.

İnsan gezegeninin merkezi

Semavi dinlerin yurdudur. Coğrafyanın dışında olan, çok uzağında kalan her ülke ve millet bu yüzden kendilerini bu topraklarınmirasçısı gibi görür. Kimlikleri, geçmişleri bu merkezle bağlantılıdır. Kültürel kaynakları, inanç kaynakları bu topraklardır.Bütün imparatorluklar, küresel güçler bu merkeze hakim olmak istemişler, bu merkezdeki güçleri oranında küresel güç olabilmişlerdir. Bu yüzden Müslüman olmayanlar da bu bir aidiyet duygusuyla bu merkeze bağlıdır. Coğrafyamız, insan medeniyetinin merkezidir, evidir.

Sadece güncel değerler açısından baksak bile, sadece son yüzyılla sınırlı baksak bile, sadece son yirmi yılla baksak bile bu böyledir. Merkez hiçbir zaman değişmez. Merkezin sakinleri, sahipleri hep önemlidir ve öyle olmaya da devam edecektir. Geçmişte ve günümüzde insanlığın, ırkların, kültürlerin, çıkarların, güç ilişkilerinin kesiştiği nokta buralardır. Kaynak burasıdır.

İnsanlığın evi burasıdır

Coğrafyaya dikkat edin, haritaya dikkatli bakın. Kara ticaret yolları buradadır. Dünyanın deniz geçişlerinin ağırlıklı bölümü buradadır. Enerji kaynakları buradadır. Bu kaynakları dünyaya ulaştıracak koridorlar buradadır. İstanbul Boğazı'ndan Çanakkale'ye, Süveyş Kanalı'ndan Malakka Boğazı'na kadar,Doğu'nun ve Batı'nın ekonomisini besleyen ticaret yolları bu coğrafyadadır. Trilyonlarca dolarlık ticaret bu koridorlardan yapılmaktadır. Yüz milyarlarca varil petrol, bir o kadar doğal gaz buradadır.

Tarih yapıcı milletler, kadim şehirler, imparatorluk mirasları, siyasi ve entelektüel geçmiş burasıdır. Bir Şamkadar, bir Bağdat kadar, bir İsfahan kadar, bir Semerkant kadar, bir Kahire ya da Konya kadar siyasi geçmişi olmayanların hüküm sürdüğü bir dünyada, insanlığın ata topraklarının bu denli savrulması, kaos fırtınasına tutulması, yokluk ve aşağılanmayla terbiye edilmesi hazmedilir bir şey değildir.

Bu düşmüşlük kader değildir

Bugünün dünyasının en dinamik nüfusunu barındırıyorken, küreseladaletsizliklere tek itirazın, sorgulamanın yükseldiği topraklardanintikam alınması kabul edilebilir bir durum değildir. Bütün kimliklerin çatışmaya dönüştürülmesi, evlerimizin ve zihinlerimizin parçalanmasıetnik ve mezhep kimliği üzerinden ülkelerin istila edilmesi, hemen her ülke için parçalanma senaryolarının uygulanması normalleştirilebilecek bir tehdit değildir.Fakirliğin, adaletsizliğin, refah yoksunluğunun, gelir dağılımındaki dengesizliğin, ekonomik ve askeri zayıflığınanlaşılabilir bir tarafı yoktur.

Dikkat edin, bu geniş coğrafyada tek bir ülkenin bile güçlenmesine izin verilmiyor. Birazcık harekete geçen, ekonomisini düzelten, toplumsal barışını sağlamaya çalışan, siyasi aklını özgürleştiren, ayağa kalkmaya çalışan her ülke ağır saldırılara maruz kalıyor.

Kadim şehirlerimiz direnmeli

Vesayetten kurtulmaya, kendi yolunu çizmeye, geçmişiyle barışmaya, çevresiyle güç birliğine girmeye çalışan her ülke tehdit edilmektedir. Bazılarında askeri darbeler, bazılarında ekonomik krizler, bazılarında toplumsal çatışmalar tezgahlanmakta, o kadim şehirler savaş alanlarına dönüştürülmektedir. Bu şehirler direnemezse coğrafya ve ülkeler direnemez, bunu biliyoruz.

Devletlerimiz gibi, şirketlerimiz de, ordularımız da, kurumlarımız da, sivil toplum kuruluşlarımız da, dini cemaatlerimiz de, medyamız da, üniversitelerimiz de, düşünce kalıplarımız da, zihinlerimiz de vesayet altındadır. Son yüz yılda, çok az ülke bu kalıbın dışına çıkmaya yeltendi. Bazıları kısmen öne çıktı, biraz başarılı oldu.

Ama sonrasında çok büyük yıkımlarla yüzleştirildi. Özgürlükarayışlarımız, demokrasi arayışlarımız, refah arayışlarımız bu yıkım rüzgarlarıyla mahvedildi. Kitlelerin talepleri, arayışları devletler/rejimler üzerinde kurulan baskılarla cezalandırıldı. Bırakın coğrafyanın istikrarını, kendi istikrarı peşinde koşan ülkelerin bile başına türlü belalar geldi.

Bir ses, bir duruş, bir tavır, bir çıkış

Bütün bunlara bakınca, Türkiye'nin nasıl bir mücadele verdiğini,içeride ve dışarıda bu mücadeleye karşı ne tür cepheler kurulduğunu daha net görüyoruz. Yüz yıllık sabrın sona erdiğiniOsmanlı siyasi otoritesinin çöktüğü topraklardan yeni bir yükselişin filizlendiğini, bu yükselişin sadece Türkiye'de değil bütün coğrafyada refaha, adalete, özgürlüğe ve istikrara destek vereceğini biliyoruz. İşte bu yüzden mücadeleyi çok önemsiyoruz. İşte bu yüzden Türkiye'nin neden durdurulmak, susturulmak istendiğini biliyoruz.

Öteden beri, devletlere yönelik denetimin bölgemizdeki ulus-üstükurumlar üzerinde de varolduğunu biliyoruz. 57 ülkenin temsil edildiği İslam İşbirliği Teşkilatı, bu yüzden başarılı olamadı. Irak işgal edildi, sustu. Afganistan işgal edildi, sustu. Suriye kanlı bir savaşa sürüklendi, sustu. Mezhep savaşı tezgahlandı, sustu. Terör bütün bölgeye yayıldı, sustu.

Zirveler yapıldı, konuşmalar yapıldı, organizasyonlar kuruldu, paraharcandı, etkili bir çözüm ortaya konulamadı. Bir ses, bir duruş, bir tavır, bir çıkış sağlanamadı. Bunca enerji, emek yıllarca boşa harcandı. Ya da hiçbir şey yapılamadı. Oysa bu ülkelerin bulunduğu yer, kaos coğrafyası ilan edilmişti.

Tarihten kaçmayın

Özellikle son yirmi yıl, Birinci dünya Savaşı benzeri bir talana, yıkıma sahne oldu. Bırakın yükselişi, istikrarı, refahı, özgürlüğü, varolanlar korunamadı. Sesi gür çıkması gerekenlerin sesi kesildi. Tarih yapması beklenenler tarihten kaçtı.

14 Nisan'da bütün bu ülkeler İstanbul'da toplanacak. Devlet başkanları veya temsilciler biraraya gelecek. Yeryüzünün ana ekseninin yöneticileri oturup konuşacak. Ne diyecekler, ne konuşacaklar, nasıl bir çağrı yapacaklar, ne tür bir çıkış yolu bulacaklar? Ya da bunları yapabilecekler mi?

Demokrasi için, özgürlük için, refah için, sosyal huzursuzluklar için,işgallere karşı, iç çatışmalara karşı, terör örgütleri üzerinden yürütülen örtülü operasyonlara karşı, temsil ettikleri yüz milyonlarca insana ne diyecekler?

Kaç ülke daha parçalanacak?

Coğrafyamız çok zor durumda. Bunu durduramazsak, ülkeleri yakınlaştıramazsak birkaç yıl içinde birkaç ülke daha parçalanacak. Ülkeler yeni cephelere bölünecek ve bugüne kadar ülkelerle sınırlı olan iç savaş bölgesel savaşa dönüşecek.

Biz 20. yüzyılı kaybettik. Bir kayıp yüz yıl daha yaşamak istemiyoruz. Bu coğrafya yeniden 20. Yüzyıl yaşasın istemiyoruz. Bir yol arıyoruz. Güçlü bir çağrı, güçlü bir dayanışma istiyoruz. Birbirinden kopan ülkelerin yeniden yakınlaşmasını, ulus üstü yeni yapıların kurulmasını ve bunların etkin olmasını istiyoruz.

Bugün susarsanız yarın Basra Körfezi savaş alanına dönüşecekDoğu Akdeniz dünyanın en sancılı yeri haline gelecek.Kızıldeniz kana bulanacak. On yıl içinde belki on ülkeye iç çatışmalar servis edilecek.

İstanbul Zirvesi'ne katılanlar, ülkelerinize, milletlerinize, coğrafyanıza karşı sorumluluğunuzu yerine getirin. Tarih yapıcı rol üslenin. Atlantik'ten Pasifik kıyılarına kadar dalga dalga gelen tehditlere meydan okuyun. Coğrafyayı saran umutsuzluğakarşı bir çıkış yolu gösterin.

Unutmayın, her ülke için yeni haritalar çiziliyor. Bu rüzgarı tersine çevirin!


  • İbrahim Karagül