Senaryo




Klavyenin başına geçtiğimde ekranlarda "MHP'nin avukatı saat 17:15'te açıklama yapacak" yazıyordu...
Ne olacağını göreceğiz.
Kestirmek zor da değil...
Sadece yapmanız gereken dünyada esen rüzgarları takip etmek ve anlamak...
Burası Türkiye... Hiçbir şey kendiliğinden olmaz...
Terör de, patlayan bomba yüklü kamyonlar da, gelen şehit haberleri de, şehirlere inmeye çalışan eşkıya da AYNI DENKLEMİN sonucudur! Hatta Brezilya'da indirilen Devlet Başkanı Dilma Rousseff de aynı senaryonun sonucudur! Çok uzak gibi görünse de, hiç ilgisi yok gibi dursa da aynı problemin sonuçlarıdır! DEĞİŞMEZ!
Yeter ki bakmasını bilin!
Bütün bunları hesap eden AKIL ve GÜÇ bölgede Türkiye ile ilgili bir senaryoyu hayata geçirmek istemektedir. Bu gücün merkezi şimdi AMERİKA oldu. Para da orada, güç de... Aksini söyleyene DELİ muamelesi yapın ve uzaklaşın!
Elbette Avrupa'nın içeride hiç hafife alınmayacak gücü var. Tamam!
Ama dünya üzerindeki oyunu bunlar kuruyor! Zaten çelik çekirdek AVRUPALI AMERİKALILAR!
Kafanız mı karıştı? Açalım...
Brezilya önce LULA ile sonra da Rousseff ile ayağa kalktı. ORTA SINIF para yüzü gördü. Zenginlik yayıldı. Ama yılların ihmali vardı ortada. Bir anda sihirli bir değnekle hepsi düzeltilemezdi. Güç merkeze yani Brezilya devletine geçince KÜRESEL GÜCÜN SAHİPLERİ rahatsız oldu. İçerideki şirketlerle olayları kaşımaya başladı. Sonuçta Rousseff gitti. Ülkenin itici gücü olan petrol devi PETROBRAS'daki yolsuzluk dosyaları şimdi tek tek gündeme gelecek. Olmasa da OLMUŞ GÖSTERİLECEK! Çünkü Rousseff'in gitmesi gerekiyordu! Peki yerine kim geldi?
Michel TEBER! Daha odasına adım atmadan paranın başına Paulo Leme'yi getirecek. Teklif verdi bile.
Leme kimdi?
Goldman Sachs Brezilya Operasyon Birimi Başkanı... Aynı zamanda Goldman Sachs'ın Latin Amerika şefi ve Gelişen Pazarlar Araştırma Şefi... Goldman Sachs'tan önce IMF'de uzman ekonomist olarak görev yapıyordu.
Dilma Rousseff bizde GEZİ'de denenen sokak eylemleriyle gitti. Vem Pra Rua (Sokaklara gel) eylemleriyle Dilma Rousseff'in gönderilme süreci başlatıldı. Bizde de bunun hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor! İşaretler o kadar fazla ki!
Dilma'nın ipini çeken eylemleri başlatan Brezilya'nın en zengin isimlerinden Jorge Paulo Lemann'dı.
Burger King ve Heinz Ketçap'ın sahibi Jorge Paulo Lemann, ünlü Charles ve David Koch Kardeşler'le bir araya geldi.
Maddi destek için bir kasa oluşturuldu. ABD'li ve İngiliz zengin aileler kasaya milyon dolarlar verdi.
Ve paraya hükmedenlerin verdikleri parayı kimse görmedi!
Jorge Paulo Lemann'ın ekibi de bu parayı Brezilya Hareketi, Atlas Ekonomik Araştırmalar Vakfı ve Atlas Liderlik Akademisi gibi 21 kuruluşa gönderdi. Bu kuruluşlar da üniversitelerde etkinlik düzenleyen öğrenci başına 200'er dolar verdi.
Ayaklanma ülkenin her kentine yayıldı. Rousseff'in düşüşü o andan itibaren hızlandı.
Dilma düşerken yerine halkın YÜZDE 2 bile desteği olmayan yardımcısı geliyordu. Halkın desteği yoktu ama PARANIN TÜM GÜCÜ yanındaydı. Teber geldi. İstenileni yapmak kaydıyla... TEBER'i pek bilmeyiz ama ROTHSCHILD ailesiyle arasından su sızmaz. Haliyle bu aileyle arası iyi olduğu için de Amerikan Başkanlığı için sokaklara düşen Hillary Clinton'la da çok ama çok iyidir...
Hillary bu coğrafyaya uzak değildi!
Honduras Devlet Başkanı Manuel Zelaya, yeni bir anayasa yazılması için 28 Haziran 2009'da halk oylamasına karar verdi.
28 Haziran'da Honduras Silahlı Kuvvetleri Zelaya ve kabinesindeki vekillerden bazılarını zorla askeri üsse götürdü.
Ardından ülke dışına sürgüne yolladı. Kongre Başkanı Roberto Micheletti yemin ederek fiili devlet başkanı oldu. Roberto Micheletti, Hillary Clinton'ın aile dostuydu!
Bu olay, Hillary Clinton'ın Honduras'taki işadamlarıyla organize ettiği bir darbe olarak tarihe geçti.
Yeni Anayasa ile birlikte Honduras'ta İngiliz ailelerin elinde olan devlet kuruluşlarının tekrar millileştirilmesi de oylanacaktı.
Darbeden sonra Honduras'taki medyanın yayını durduruldu.
Sadece The Economist ve BBC haber yaptı. Her ikisi de darbeyi göklere çıkardı. Para yine HALKIN ELİNE geçemedi!
Hillary'nin rakibi gibi duran Trump her geçen gün dönmeye devam ediyor. Önceki gün de "Beni hep yanlış kişi olarak tanıtmak istiyorlar. Ben şirketlere ve sahiplerine karşı değilim. Benim de şirketim var. Hem de çok büyük. Dev şirketler, istihdamın merkezidir" dedi... Farklı gibi dursa da aynı yere eğildi...
Nasıl Temer, nasıl Hillary Rothschildler'in yakınıysa Meral Hanım da Hillary'e yakındı!
Meral Hanım'ı sadece bir muhalif gibi görmek yanlış. Mahkeme sonuçları ne olur bilemem. Ama dünya üzerinde ve bölgede sınırların DIŞINA TAŞACAK bir TÜRK rüzgarı isteniyor. Özellikle KAFKASYA'yı ve ORTA ASYA'yı karıştırmak için. Belki bunu Hillary de Meral Hanım da bilmiyor! Bilemem.
Ama büyük planda TÜRKÇÜLÜK isteniyor. Rusya ve Putin'i çok zora düşürecek hamleler peş peşe gelecek gibi... Yeni Türkçülük'te KÜRTLER DE İNKAR EDİLMEYECEK!
İşte bu hareketin bir merkezinin olması gerekiyor. Bu Kazakistan olamayacağı için TÜRKİYE olacak.
Biz olmadan hiçbir plan yaşamaz ve menzile ulaşmaz... Bunu bilirler!
Yazıya "MHP'nin avukatı saat 17:15'te açıklama yapacak" diye başladım. Bırakın avukatı, baroyu MHP'yi bile silip süpürecek bir rüzgar bu. MHP ve özellikle Devlet Bey bence oyunu hiç anlamamış. Bu da yeni değil. Bizde böyledir.
Mahkemeler durdursa da MUHALİFLER durmayacak...
Terörü, PKK'sı, Salih Müslim'i, YPG'si, bombalı araçları, tuzakları ve canımızı yakan şehit haberleri aynı DENKLEMİN bir sonucu! Ayrı ve farklı değil...
Eğer Türkiye bölgede, özellikle Suriye gibi bir yerde operasyon yaparsa RUSYA buna nasıl direnemez?
İÇERİDEN ve etrafından KAŞINIRSA!
Yani TÜRKÇÜLÜKLE !
Yani YENİ MHP ile!
Durum şimdilik bu!
Bakalım görelim.....


Ergün Diler

Satın alınamayan irade


Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün yaptığı açıklamalar çok önemliydi.
"İradesini başka ülkelere verenler 79 milyonluk Türkiye gemisini batırmak için ellerinden geleni yaptılar." diyordu. Evet bu memleketin iradesi başka ülkelerin elindeydi. 100 yıldır süregelen buydu. Alışkanlık yapmış, sıradanlaşmıştı artık.
İradeyi verirsen asla idare edemezdin. Artık bu memleketi yönetmek isteyenler Washington'da siyasetten ve CIA yöneticilerinden izin alır hale gelmişti.
New York'ta baronlarla masaya oturmak, IMF kapısında şirin görünmek zorundaydı. Avuç açıyorduk okyanus ötelerinde "Allah rızası için bize üç kuruş ver" diyerek. Berlin'de, Londra'da kapalı kapılar ardında "Emrinizdeyim" diyen çoktu bu memlekette. Tel Aviv'e neredeyse ülkenin anahtarını teslim eder hale gelmiştik. Bu memlekette yükselmek isteyen soluğu ya Londra'da alıyor, ya da New York'ta kapı kapı geziyordu. İş öyle bir hale gelmişti ki; İradesini başka ülkelere teslim edenler "Arkamda Amerika var, İngiltere var" diye gururla dolaşıyordu Ankara sokaklarında. Öyle bir hale geldiler ki, bunu açıkça beyan ve teşhir etmekten kaçınmıyorlardı artık. Bir GÜÇ gösterisi olarak sahaya sürüyorlardı irade satışlarını.
ABD istihbarat örgütlerinin en tepesi NSA ajanı Wayne Madsen boşuna söylemiyordu ahaber'de Yazboz'a verdiği röportajda...
"Sizde Amerika'ya çalışacak gönüllü o kadar çok ki" diye... Para alanlar vardı iradesini satanlar içinde. Ama bedavaya gönüllü çalışanlar daha çoktu. Nasıl 100 yılı aşkın süre öncesinde bu ülkeyi yönetenler mason localarında "Almancı mı olacağız İngilizci mi" diye birbirine girdiyse durum 100 yıl boyunca da aynıydı. Almancılar İngilizcilere, İngilizciler Almancılara suikastler düzenliyordu bu topraklarda. GÜCÜN olduğu yere koşanlar, iradelerini satarak bu ülkede kukla GÜÇ olmanın peşindeydi. İktidara geldiklerinde New York Times'da bir makale yayınlansa Türkiye karışıyordu. The Economist iki satır Türkiye'yi eleştirse boğazda ağıtlar yükseliyor, ulaştığı Ankara çalkalanıyordu.
"Battık, bittik, mahvolduk" diye koca koca adamlar kürsülerden bağırıyordu.
Dışarıdan gazete kağıdındaki makaleyle yönetilir hale gelmiştik. Durum aynen böyleydi bu topraklarda. Şimdi hergün o sayfalarda çarşaf çarşaf yazılıyor. Erdoğan'a, Türkiye'ye saldırıyorlar, Ankara tınmıyor.
Cumhurbaşkanı kürsüye çıkıyor "Bana bak Avrupa" diye söze başlıyor. Geçmişte de "Bana bak" derlerdi ancak bu başka bir anlamdaydı. Geçim derdi olanların kullandığı "Bana bak, yardım et, kolla" anlamındaydı o girizgahlar. İşte bu alışkanlık ve korkaklıkların artıkları maalesef hala var bu memlekette. Onun için Cumhurbaşkanı Erdoğan "Eski Türkiye'nin elitleri her türlü ihanete girdiler. Biz tehditlere asla boyun eğmeden yolumuza devam ediyoruz" diyordu. 2002 yılında IMF kapılarında dilendiğimiz günleri hatırlatıyor, son Davos'ta IMF başkanına söylediklerini şöyle gündeme getiriyordu;
"Siz bize siyasette yön veremezsiniz. Siz daha ileri gidemezsiniz." Geçmişte bunu biri söylediği zaman kendini kapı önünde buluyordu. Onun için söyleyen hiç çıkmıyordu. Hatta boğazdan yalılardan durumumuz iyiyken bile "IMF'den borç alalım, kriz geliyor" diye tellal olanlar vardı.
"Kriz bizi teğet geçecek" dendiğinde İngiliz aksanıyla kahkaha atanlar çoktu. Evet, bu topraklarda 100 yıldır örtülü bir irade egemenliği kuranlar Ankara'yı kaybettiler, şimdi geri almaya çalışıyorlar. Geçmişteki alışkanlıklarından olsa gerek yine yalılardan bağırıyorlar. Klasik numaraları partileri el geçirme operasyonları yapıyorlar. Şu anda CHP'den memnunlar, MHP'yi ele geçirmeye çalışıyorlar. TÜSİAD'ı dürtüyorlar, teröriste silah yağdırıyorlar. Hakkari'deki dünkü saldırı "Avrupa'ya destek" saldırısıdır. İradesini başka ülkelerin eline verenler 79 milyonluk Türkiye gemisini batırmak için bu memlekette köprüler, yollar, havaalanları yapılmasın diye insanları sokağa döktü. "Alışveriş yapmayalım da, ekonomi batsın" diye tweet'ler attı. Batı beslemesi teröre arka çıktı üniversitelerden, siyasi cüppe giyenlerden, aydın görünümlü karanlık kalemlerden. Ama hep kaybettiler. Ve kaybetmeye de devam edecekler. Başkanlık Sistemi gelecek diye onun için kahroluyorlar. Çünkü, Başkanlık Sistemi, halkın iradesi olacak. 
Satın alınamayan o büyük güç, büyük irade!

Bekir Hazar

Dünyanın Terörle İmtihanı Çadırın Altında Kaldı



Terör küresel bir sorun. Sadece kendi ülkenizde aldığınız tedbirlerle çözüme kavuşturamadığınız, belli dönemlerde attığınız adımların diğer dönemlerde sizi garanti altına almadığı, her zaman teröristten bir tık yukarıda düşünmenizi ve ona göre bir strateji kurmanızı gerektiren bir sorun. Bu sorunla yüzleşirken bazı ülkeler diğer ülkeleri de seferber edip terörle toplu mücadele edebilme lüksüne sahipken, Türkiye gibi bazı ülkeler de maalesef terörle kendi imkânlarıyla ve hatta başka ülkelere rağmen mücadele etmek zorundadırlar.

Örneğin ABD, ‘terörle savaş’ adı altında başlattığı felaket kampanyasında Afganistan ve Irak’ı işgal edip, o coğrafyaları tarumar ederken yanına rahatlıkla birçok devleti alabilme lüksüne sahipti. İngiltere gibi bazı ülkeler neredeyse ABD’nin savaşında savaşmak için kraldan çok kralcı oldular. Bir ülkenin ABD’yle ‘terör’ konusunda bilgi paylaşmaması düşünülemezdi bile. Daha ileri gidelim, normal şartlarda ABD cephesinin karşısında yer alan Suriye gibi ülkeler bile ABD’nin bu felaket kampanyasında ABD’ye destek vermek için sıraya girdi. Beşşar’ın eniştesi Asıf Şevket, CIA’ya doğru bilgi akışını yönetti. O sıralarda Brüksel’de örneğin 11 Eylül faillerinden Muhammed Atta’yı kutsayan ve El-Kaide sembollerini barındıran bir çadır kurulsaydı, Belçikalı yetkililer çadırı içindekilerle birlikte konteynerle Guantanamo’ya gönderirlerdi.
PKK ile hatta DAİŞ ile mücadele konusunda Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tam da bunun aksi yönde böyle bir tablo. Maalesef terör bir terbiye etme ve hizaya çekme aracı olarak başka ülkelere karşı olduğu gibi Türkiye’ye karşı da kullanılıyor. PKK, Batı’da iki ihtiyaca sesleniyor. Birincisi, Batı’nın Sykes-Picot’ya dair suçlu bilinçaltını aklamak için bir asır öncesi zihniyete sahip bir terör örgütüne Türkiye’de ve Suriye’de alan açma ve meşruiyet kazandırma peşindeler. İkinci olarak ise kutsalsız bir kiralık katil olan PKK’yı Türkiye’ye karşı yürüttükleri mühendisliğin taşeronu olarak kullanıyorlar. Tam da bu sebepten PKK Belçika’nın ortasında çadır açıp propaganda yapabiliyor. Londra’da yürüyüş yapıp ‘katil devlet’ sloganı atabiliyor. ABD kelime oyunlarıyla PKK’ya Suriye’de askeri destek verebiliyor. Ucunu açık bırakmışlar terör kavramının ve ihtiyaca binaen tanıma maddeler ekleyebiliyorlar. DAİŞ’le savaşmasını PKK’ya destek için bahane kılıp PKK’yı terör parantezinden çıkarabiliyorlar. Buna bir de paralel örgüt gibi PKK içerisine devletin sızdırdığı muhbirleri deşifre eden ve halihazırda PKK’ya operasyonel destek vermesi muhtemel yapıları da eklersek Türkiye’nin terörle bir paket halinde mücadele etmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
Bunlar terörle mücadele ederken başka bir mücadeleyi de sürdürmemiz gereken verili bilgiler. Türkiye’nin terörle mücadelesini bu verilere rağmen yürütmesi gerektiğini bilmeli ve stratejilerimizi ona göre belirlemeliyiz. Bir taraftan derli toplu bir söylemle tezlerimizi en azından kamuoyları için anlatmaya devam ederken diğer taraftan da bu ülkelere rağmen terörü yenecek akılcı adımları kendimiz atmalıyız. Teknoloji bu mücadelede öncelikli yatırımlardan birisi olmalı. Buna ek olarak insan sermayesi en uzun dönemli ve etkin çözümümüz. Terörle mücadele için ne kadar akılcı strateji geliştirirsek geliştirelim uygulayıcısı insan ve o havuzda ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Terörü bölgesel bağlantıları üzerinden değerlendirebilecek, tipik bürokratik tepkilerin üstüne çıkan bir uyanıklıkla strateji yürütebilecek, vatansever bir terörle mücadele ekibi kurmazsak terörle mücadelemizin başarıyla yürütülmesi oldukça zor.

http://akademikperspektif.com/2016/05/11/dunyanin-terorle-imtihani-cadirin-altinda-kaldi/